Ankara Suriye'ye sert bir cevap vermeyi planlıyor. Ancak Erdoğan'ın önündeki 'seçenekler' skalası geniş. Hangisine yöneleceği, hem Suriye'nin kaderini, hem de Türkiye'nin bölgedeki liderlik rolünü belirleyecek
Yüksek sesle konuşan bir kitle var ki, onlarla diyalog kurmak, derdini anlatmak çok zor.
Başından beri ne zaman Suriye rejiminin kendi halkına yaptığı zulmü eleştirsem, “Sen emperyalistleri mi savunuyorsun?” diyorlar. Hayda... “Hayır ben halkı savunuyorum” diyorum, karşıma geçip, tek bir Suriyeli tanımadan, olan bitenin araştırmaya zahmet etmeden “Sen onlara halk mı diyorsun, onlar terörist!” diyorlar.
“Katliam” diyorum, “Hollywood senaryoları” diyorlar.
“İnsanlık namına ikinci bir Bosna’ya seyirci kalamayız” diyorum “Yoksa AKP’li misin?” diyorlar.
En son “Türk uçağını uluslararası sularda vurulmuş” diye teknik bir haber yapıyorum, sosyal medyada “Savaş çığırtkanlığı yapıyorsun” diyorlar.
O kadar şartlanmış bir kitle ki bu, “Yetişiiin, Suriyeliler bizim mahalleyi bombaladı!” diye bağırsam “Emperyalizmin uşaklığını yapma!” ya da “Bak, bak ABD bizi savaşa itekliyor” cevabı alacağım kesin.
İşte Tayyip Erdoğan ve Ak Parti hükümeti, muhtemelen Orta Doğu’nun geleceğini şekillendirecek olan Suriye konusundaki “yol haritasını” bu “gürültülü” ve buram buram “slogan” kokan ortamda çiziyor olacak.
Savaş olmaz!
Hemen belirteyim: Türkiye Suriye’yle savaşa girmez. Savaşın kötülüğünün yanında, benim gördüğüm hükümette böyle bir niyet yok, ortam yok, gerek de yok.
Kamuoyu, büyük ölçüde Suriye meselesine ilgisiz, ilgili olanlar da isteksiz. Kamuoyu yoklamalarına bakmadan adım atmayan hükümetin rap rap rap diyerek Suriye sınırından içeri dalmaya niyeti yok.
Büyük devlet raconu
Ancak yine hemen ekleyelim: Türkiye Suriye’den gelen bu saldırgan tutuma yanıt vermek zorunda. Devletleri ayakta tutan, para-pul değil prestijdir. O da güç ve iktidarla olur. Lüksemburg’da insanlar çok zengin, sabahtan akşama kadar da bankalarda para sayıyorlar, devlet istediğini satın alabilir; ama kimse Lüksemburg’un “güçlü” bir dünya devleti olduğu kanısında değil. Çünkü Thomas Hobbes 17’nci yüzyılda Leviathan’ı yazdığından bu yana, devletlerin kudreti, askeri güçleriyle ölçülmekte.
Büyük devletler, kendilerine yapılan bir saldırıya cevap vermezlerse “karizmayı” çizdirirler, askeri güçleri “caydırıcı” olmaktan çıkar.
Türkiye’nin “bölgesel süpergüç” iddiası, Türk dizileri Orta Doğu’da çok popüler olduğu için değil, Türkiye ekonomik olarak büyüdüğü, komşu ülkelerin meselelerine “burnunu sokmaya” başladığı ve Mavi Marmara’yla İsrail’e kafa tuttuğu için oluştu.
Şimdi Suriye’nin bilinçli saldırısına “caydırıcılık” taşıyan bir cevap vermezse, hem bölgesel liderlik iddiası, hem de Tayyip Erdoğan’ın Arap sokağındaki karizması yara alır.
Ülkelerindeki karaşıklıktan kaçan 665 Suriyeli Hatay’ın
Reyhanlı ve Yayladağı ilçelerinden sınırı geçerek Türkiye’ye geldi.
Savaş değilse ne?
Peki “savaş” değilse bu cevap ne olabilir?
Ankara’nın önünde, en hafifinden en ağırına Suriye’ye yönelik bir çok yaptırımı barındıran geniş bir skala var.
En hafifi, orada burada şikâyet edip, NATO ve BM’de kınama kararı çıkartıp işi zamana yaymak.
En ağırı, yarın gidip Suriye’nin hava savunma radar sistemini bombalamak.
Kuşkusuz Başbakan Erdoğan’ın Salı günü ipuçlarını vereceği yol haritası, bu iki uç arasında bir yerlerde Suriye’ye cevap niteliği taşıyan bir dizi tedbir içerecek. Tartışılan seçenekler arasında örneğin NATO’nun desteğiyle Suriye’nin bazı bölgelerini uçuşa kapatmak, tampon bölge oluşturmak, sınırdaki birlikleri mobilize etmek, Türk uçağını vuran tesisi “kazara” vurmak ta da BM kararı çıkartmak vs. var.
Zor seçim
Bu geniş “seçenekler” skalasında Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının ne tür yaptırımlara yöneleceğini bilmiyoruz. Suriye konusunda başından beri “ikircikli” davranan ve Mısır’daki hızlı değişimden ürken Washington’un ne ölçüde Türkiye’nin arkasında olacağını da bilmiyoruz.
Ancak şunu biliyoruz: Türkiye tarihi bir andan geçiyor. Vereceği tepki ne ölçüde sert olursa, Beşar Esad rejiminin çöküşünü o ölçüde hızlandıracak. Yumuşak olursa, risk almamış atılmamış olacak, ancak “süpergüç”, “caydırıcılık” ve “bölgesel liderlik” iddiası da zayıflamış olacak. Suriye gibi kendi topraklarına bile hükmedemeyen bir devletin maskarası olmuş olacak.
Kısacası Erdoğan ve arkadaşlarının zor seçimi, barış ve karizma, bölgesel huzur ve liderlik arasında... Cevap vermeme seçeneği yok. Ama bakalım tarihe nasıl geçmeyi seçecek..?
KILIÇDAROĞLU SORUMLU DAVRANDI
“Her musibette bir hayır vardır” sözünü sevmem ama, hükümetin Suriye tarafından vurulan Türk uçağıyla ilgili muhalefet liderlerini toplaması, askeri yetkililerin de katıldığı bir toplantıda teknik detayları paylaşması, tam da bu tarz bir durum.
Hatta Ankara’dan az görülen ölçüde “ileri demokratik” bir tablo.
Doğru olan, hükümetin Suriye konusundaki kaygılarını, atacağı adımları hem kamuoyu hem de muhalefetle paylaşmasıdır. Bu, hem siyasetin üslubunu yumuşatacak, hem de “milli mesele” haline gelen Suriye krizinde hükümetin yükünü hafifletecektir. Dün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Başbakan Erdoğan’la yaptığı toplantı sonrasında yaptığı açıklamalar, tam da buna örnek. Sabah katıldığı bir etkinlikte, “Türkiye kimsenin taşeronu olmamalıdır”, gibi ifadelerle hükümeti eleştiren Kılıçdaroğlu, Erdoğan’la yaptığı toplantı sonrasında bambaşka bir dil kullanarak “Bu sineye çekilemez, üstü örtülemez, zamana yayılarak unutturulamaz. Türkiye herkesin sınayacağı bir ülke değildir. Kimse gücünü test etmemelidir” dedi. Kısacası Kılıçdaroğlu, olayın detaylarını öğrendikten sonra kolay muhalefet yapmak yerine bir devlet adamı sorumluluğuyla konuştu.
Buradan çıkan sonuç; hükümet muhalefete karşı üslubunu yumuşatır, bilgi paylaşımına giderse bundan her zaman karlı çıkar. Hem Kürt sorunu, hem de dış politikada...
POSTALLARINI BULDULAR
Malatya’dan eğitim ve test uçuşu için kalkan F4 uçağının Doğu Akdeniz’de Suriye tarafından nasıl düşürüldüğünün detayları bir bir Ankara’ya ulaşmaya başladı.
Güzergâhla ilgili detayların bir bölümü dün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından açıklandı. Ancak hükümetin kamuoyuyla henüz paylaşmadığı başka teknik bilgiler de var.
Bunlardan en kahredici olanı, haftasonu yapılan arama-kurtarma çalışmalarında uçaktaki iki genç pilottan birinin “postalının” bulunmuş olması...
Uçaktan arta kalan enkaz parçaları arasında postal ve kokpitte pilotların oturduğu koltuk var. Ancak yetkililer, pilot kabininin büyük ölçüde “erimiş” ve parçalanmış olması nedeniyle, gelen füzenin doğrudan kokpite isabet etmiş olabileceğini ve pilotların saldırı anında yaralandığı ya da can verdiği görüşünde.
Hatay açıklarındaki arama kurtarma çalışmalarında bulunan enkaz parçaları ve istihbarat birimlerinin elindeki telsiz konuşmaları, uçağın Suriye tarafından bilinçli olarak vurulduğunu konusunda tereddüt bırakmıyor.
Hem Genelkurmay’a, hem de Suriye’nin telsiz iletişimini takip eden Güney Kıbrıs’ta bulunan İngiliz askeri üssünden Ankara’ya ulaşan bilgiler, uçağın Suriye hava sahasına doğru değil tam ters istikamette gitmekte olduğu, yani “dönüş yolunda” olduğunu doğruluyor. Radarla telsiz konuşmalarında Suriyeliler kendi aralarında uçağın Türk uçağı olduğunu Türkçe ”komşu” ifadesiyle bildiriyor. Suriyeliler “Komşunun uçağı geliyor” diyerek üslerine ne yapmaları gerektiğini soruyor.
Uçağın IFF (Identification Friend or Foe) adı verilen elektronik tanıma sisteminin açık olması da, havacılık dilinde Suriye’ye yönelik herhangi bir ‘hasmane’ tutum içinde olmadığının işareti olarak kabul ediliyor.
Olay yeri inceleme ekipleri ve askeri analistlerin verdiği bilgi doğrultusunda Ankara’da uçağın SAM (Surface to Air Missile) adı verilen füzelerle vurulduğu yönünde.
|