BÖLÜNMEYİ istemiyor. Bağımsız Kürt Devletinden vazgeçmiş görünüyor. Buna karşılık PKK demokratik özerklikte ısrar ediyor. Bir tür federatif yapı. O nedenle, Kürtçe TV, Kürtçenin seçmeli ders olması gibi ara çözümler PKK’yı tatmin etmiyor.
PKK’nın lider kadrosu altmış yaşını aşmış durumda. Dağa çıkalı yirmi beş, otuz yıl olmuş, hâlâ savaşıyorlar. Otuz yıldır dağda. Sadece öldürüyor ve öldürme emri veriyorlar. Binlerce insan hayatını kaybetmiş, elde hiç bir şey yok. Onların acı filan çektiğine inanmıyorum. Otomatiğe bağlanmış hayatlar. Ayakta ancak öldürerek duruyorlar. Öldürmedikleri anda, varlıklarının nedeni yok.
Demokratik özerkliğe öldürerek ulaşacaklarını hesaplıyorlar. “Sen önce demokratik özerkliği ilan et, silah bırakmayı sonra konuşalım” pazarlığı. PKK’nın politikası bu.
HALK BIKMIŞ
PKK’nın uğruna savaştığını öne sürdüğü halk ise, her cinayette PKK’dan biraz daha uzaklaşıyor. Ölen sadece Türkler değil, kendi çocukları da ölüyor.
Güneydoğu’da herhangi bir il, ilçe, bir yerleşme yerinde dolaşın, halkın düşüncesini öğrenmek çok kolay. “Yeter artık, bitsin” demeyen, ölen insanların ardından, Türk ya da Kürt ağıt yakmayan tek bir kişi yok. PKK her terörde kitle desteğini biraz daha kaybediyor. Kaybettikçe canavarlığı biraz daha artıyor.
Buna rağmen, dağda ve kentlerde o kadar terörist nasıl barınıyor, ne yiyor, ne içiyor, daha önemlisi, o silahları, cephaneyi nereden buluyor? O kadar parayı nereden sağlıyor?
“Ağır silahlarla saldırdı” haberi arkasında, o ağır silahlar nereden, hangi parayla sağlanıyor? PKK’nın mali ve silah kaynakları nasıl oluyor da, kesilemiyor? PKK’yı kimler besliyor? PKK otuz yıldır bu parayı ve silahları nereden buluyor?
Yüzlerce kez sorulan bu soruların yanıtları otuz yıldır ortada.
KAPSAMLI PLAN
Siyasal cephede durum ne? Siyasal partiler kendi aralarında anlaşamıyor. Bunun son örneği CHP’nin girişimi.
Hükümet zaman zaman iyi niyetli ara çözümlere yöneliyor. Kürtçenin seçmeli ders olması gibi. Ama, Kürt Sorununun temel çözümüne ilişkin hükümet ne düşünüyor? Hangi adımları atmayı tasarlıyor? Bu yok, bir yol haritası yok. Varsa bile, henüz kimse bilmiyor.
PKK vuruyor, askeri operasyonla karşılık veriliyor, arada bir öneri, derken yine terör, yeniden çarpışma, böyle devam edip gidiyor. Günü kurtarmaya dönük denemelerle bu işin çözülemeyeceğini bilmeyen yok.
Terör toplantılarını, gözyaşlarını, nutukları aşan kapsamlı bir planı var mı hükümetin? Otuz yıldır yok, şu anda yine yok.
Hepimiz ayaktayız, gözlerimiz kan çanağı, bir sonraki saldırıya kadar.
Ne yapmış ki, sırlara gömülüyor
DENİZ Feneri, Uludere, hatta bir adım ilerisi Sevda Tepesi. İlerleyelim beyler, kozmik oda araması. Zorlamaya gerek yok, terörü önleme kapsamında başta Amerika, diğer ülkelerle yürütülen tüm görüşmeler. Akla pek uzak değil, nükleer santral tipinde büyük ihaleler. Özellikle dış politika temasları.
İçine sinmeyen, bu benim başımı derde sokabilir, düşüncesiyle akla gelecek her konu devlet sırrı niteliğine bürünebilir. Meclis’te görüşülmesine bugün başlanması beklenen Devlet Sırları Yasası eşine pek rastlanmayan uygulama. Çağdaş demokrasilerde örneği bulunmayan bir yasa.
Başbakan karar verecek, herhangi bir konu devlet sırrı olarak ilan edilecek ve 50 yıl gizli kalacak.
Bir yanda “Bilgi Edinme Yasası” ile gözler boyanıyor, diğer yanda Devlet Sırrı Yasası ile asıl niyet ortaya çıkıyor. Bir iktidar elli yıl süreyle istediği bilgileri neden saklama gereği hissediyor? Neyine güvenemiyor? Halktan neleri gizlemeye çalışıyor? Ne yapmış ki, onların öğrenilmesini sır perdesiyle elli yıl öteye atıyor? Bu hangi demokraside görülüyor? Kendini böyle bir yasa ile neden garanti altına almak istiyor?
Bu yasa 1982 Anayasasının 15. maddesine benziyor. Darbeyi yapan askerler, o maddeyle, kendilerini garanti altına aldıklarını hesaplıyor. Şimdi bugünkü iktidar benzer bir adım atıyor. Seçimle iş başına gelmiş bir iktidar kendini halktan neden gizlemek ister? Şeffaflık, demokratik açıklık bunun neresinde? Demokrasilerin temel ilkelerinden halka hesap vermek bu yasa ile sır perdesine bürünüyor. Otoriter yönetime doğru bir adım daha atılıyor.
Arabacılar Taş Devri’nde
İSTANBUL, Büyükada. Üç gün önce, öğleden sonra.
Bir at ağaca bağlanmış, çevresinde sekiz on arabacı, ellerinde kamçı, ata vuruyorlar da vuruyorlar.
At şaha kalkıyor, tepiniyor, acılar içinde sesler çıkarıyor. Çevreden geçenler, arabacıları uyarmaya çalışıyor, atı dövenler onları küfürle kovalıyor. Gözü dönmüş arabacılar acımasızca atı kırbaçlamayı sürdürüyor.
Atın suçu büyük. Sahibine çifte atmış. Arabacılar atı cezalandırıyor, döverek yola getirme dersi veriyor.
Taş Devrinde bile, ilk insanlar kendilerine yardımcı olan hayvanlara böyle davranmıyor. Tek başına bu sahne, insanlığın hangi dönemini yaşıyoruz, sorusunu yeteri kadar açıklıyor.
|