Artık okyanus ötelerinden birileri peygamberliği de aşmış görünüyor, ki kendisi konuşmayıp ‘haberci’ yani aracı kullanmaya başladı, bilindiği gibi eski tanrılar kendilerini göstermez hep aracı kullanırlardı..
Ulu hazretlerin son mucizesi bir kitap müsveddesinin kenar notlarından bir terör örgütü inşa etmeleri oldu, üstelik karalama notlardan terör örgütü icad edenler, ABD casusluğu, askeri casusluk, KPSS, Üniversite sınavı hırsızlık şayiaları ortada iken..
Irak bombalanırken Haç’ın bayrağı altında yer alanlar, ülkemizde dört-beş yıl içinde aşağılayıcı bir çürümenin baş aktörleri oldular ve hukuktan polisten yasadan insanları nefret isyan eder hale getirdiler.
Cemaati yorgun bitkin düşüren, sadece tek bir faili meçhulü bütün devlet ve dinleme ve teknoloji imkanlarına rağmen ortaya bir türlü çıkaramayışları değil, siyasi iktidarla ortak herhangi bir icraatlarında din, merhamet, şefkat, insanlık ufukta hala görülmüyor..
Halkı paniğe sürükleyen görünen tek şey, karanlık, tezgah, dümen, iftira.. İşgalci güçlerin kör karanlığı kendilerinin de kaybolduğu bir ölümcül labirenti gözlerinizin önünde safha safha inşa ettiler..
Ve tüm savaş tarihleri işgalci orduların beşinci yılda yorulmaya yedinci yılında çözülmeye dağılmaya başladığını yazar, cemaatin artık yalanlarını tıkacak yeri, yalanlarıyla yıpratmamış adamı, iftiralarıyla çürütmediği kurum kalmadı..
Bu işgal, basamak basamak işgal.. Bilmeniz gereken ilk şey, ABD hiçbir ülkeyi işgal etmeyi başaramamış ancak içine sızdığı girip boğuştuğu her ülkeyi ölümcül bir çürütmenin içine bırakıp geri dönmüştür..
Anne, aile, ülke, tarih, kardeşlik, iyilik.. adına o ülkelerde tüm değerler devreden çıkartılmış ve insanların ülkeleri ve kendilerine olan güvenleri ebedi olarak sona ermiştir..
Sonra ardında aradan yüzyıl geçse de eğitiminden ekonomisine inşa edilemeyen bir ‘toplum’ bırakmıştır ve ABD’nin üstünden geçtiği ülke insanları, dünyanın en eşitsiz halkları ve tek ülküleri ülke dışına kaçarak yaşamak olan darmadağınık kalabalıklar olmuştur..
Orta Amerika’dan Filipinler’e Vietnam’a Afganistan ve Irak’a kadar bitmeyen bir hikayedir bu… (Libya savaşından kaçmaya çalışan yoksul çaresiz işçilerin milli kimliklerine bakın, Uzak Doğulular, Vietnamlılar, Filipinliler, Türkler. Yani ABD’nin daha önce işini bitirdikleri kaçıyor, şimdi işini bitirmekte oldukları iç savaşın tarafı olarak cepheye yeni yeni sürülüyor..)
Cemaatten söz ederken artık hepimiz bir ‘makineden’ bahsedildiğini biliyoruz, bitmek bilmeyen usulsüzlük ve hukuksuzlukların her birine aynı yalan cevapları veren kızarmayan utanmayan densiz terbiyesiz bir ‘disiplinli ideoloji’.. Türkan Saylan’a, Erol Manisalı’ya, Kanadoğlu’na ona buna yüzlercesine aramalarda belgelerde soruşturmalarda ne demişlerse Oda TV’ye Nedim Şener’e Ahmet Şık’a aynı değişmez yalanlarla cevap veriyorlar..
Basamak basamak tamamlanmaya çalışılan işgal safhası Zekeriya Beyaz gibi ilahiyatçıların evlerinin aranmasına kadar geldi, yazar, asker, ilahiyatçı, sen, ben, fark etmiyor, II. Dünya Savaşı sonrası teslim olmuş Almanya gibi davranıyorlar Türkiye’ye..
Milli, eleştirel, boyun eğmeyen, muhalif kim varsa ırkçılık, misyoner düşmanlığı yani batı işgallerinin değişmeyen ‘gerekçesini’ bahane edip saldırıyorlar.. Ve yine teslim alınmış Almanya gibi, evler, yazarlar, kitaplar, muhalifler kökünden kazıldığına ikna olunduktan sonra yepyeni bir anayasa yazıp Yeni Türkiye rüyaları görüyorlar.
Türkiye beş-on milyonluk bir ülke olsaydı bu rüyalarından benden korkardım, ama Türkiye yetmiş milyonluk bir ülke, tezgah dümen yalan iftira bir yere kadar, yetmiş TV ve yetmiş yandaş gazetelerine ve yüzbinlerce cemaat evine rağmen ülkenin en büyük beş, hatta en büyük yedi büyük şehrinde muhalif güçlerin seçmen sayısı iktidar oylarından daha fazla..
Muhalefetin ilk yapması gereken yurt dışından gelecek seçim gözlemci sayısını arttırmak, çünkü en küçük bir seçim hilesi dedikodusu bile 12 Haziran sonrası Türkiye’yi 12 Eylül öncesi sivil savaş şartlarına sürüklemeye aday görünüyor..
İşte yüzlerce hukuksuzlukla başardıkları bu, Türkiye’yi seçime değil iç savaşın kapısına getirip koydular…
Kim koydu, cemaat.. Yeni başlayanlar için cemaat nedir hatırlatalım, allame bilim adamı Şerif Mardin’e ve mucizevi basın emekçisi Fehmi Koru’ya göre ‘sivil’ bir yapılanmadır, başkanı ve yönetimi seçimle işbaşına gelmeyen dünyanın tek ‘sivil’ (!) tarikat örgütü..
Yeni başlayanlar için Ergenekon’u da özetleyelim, onlar da eğlensin, en iyi dileklerle anlaşılan ‘oligarşik yapı’, statüko vb. tanımları da mevcut.. Oligarşik düzeni parçalamak hepimizin boynunun borcu, üstelik, ortalıkta Uğur Mumcu’dan Hablemitoğlu’na Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanmasına yüzlerce kirli işi var, buna ‘derin devlet’ de diyoruz..
İşte hiç iktidara gelmeyen CHP ya da sol muhalif güçler bu oligarşik yapı içinde yüzlerce faili meçhul gerçekleştirdi ve şimdi özgürlükcü ve ileri demokrasi öncüleri bu kirli yapıyı temizliyor..
Altmış yıldır iktidar olan sağ partiler polis ve istihbarat güçlerini altmış yıldır tayin terfi ettirmesine rağmen, hiç iktidar olamamış sol milli muhalif güçler bütün derin yapının ve cinayetlerin sorumlusu, bu arada hiç birimize hiç ilginç gelmeyen şey, sol muhalif milli güçler hep kendi yazarlarına suikastler düzenlemiş yani kendini öldürmüş olması..
Ve bu derin yapının merkezini açığa çıkartmak için özel yetkili savcılar tayin edildi ve Nurseİi İdiz’in donundan Kozmik odalara kadar girilmesine rağmen cinayetler ortaya bir türlü çıkarılamadı..
Bugün kısaca Ergenekon’dan anladığımız polis ve istihbarat kavgaları, gerçek şu ki, polisi de istihbaratı da altmış yıldır şımartan önünü açan polis okullarını kontrol eden sağ partiler. Ancak allem gullem altmış yıldır cinayetler ortaya çıkarılamadı ve bütün faili meçhuller hiç iktidar yaşamamış sol muhalif mili güçlerin üstüne yıkıldı ve faili meçhuller ve susurlukçulara karşı ve ABD emperyalizmine karşı yazı yazanların hepsi içerde…
Gerçeği tüm Türkiye halkı gayet açıklıkla biliyor, oligarşi, Ergenekon, derin devlet bahane edilerek polis ve istihbarat güçleri cemaat’in kontrolüne geçirildi ve diyelim oligarşi (yargı medya burjuva ordu gibi) üçlü bir işbirliğiyken şimdi üçü de devreden çıkarılıp tam bir tek elden ‘diktatörlük’ kuruldu..
Öyle ki bu vahşi diktatörlüğün önüne geçmek artık AKP’nin dahi keyfiyetinde değil.
Ancak geçmişi liberal ya da sol ya da sosyalist gibi payelerle süslenmiş bir takım köşe yazarları bu saçma sapan akıl ötesi iddiaları hem seslendirdi hem yönlendirdi hem de ‘yandaşı’ oldu..
Ve içimizde pirincin taşını ayıklayacak kim varsa diyelim Ahmet Şık gibi Nedim Şener gibi ve ODA TV gibi herkes içerde…
Artık yazımıza girelim, Nuh Peygamber köy köy dolaşıp tufanı haber verip herkesi gemiye davet eder ve sonra tufan kopar, sonra yine köyleri dolaştığında bir kocakarının gemiye binmediği halde yaşadığını görür, kocakarı Nuh Peygamber’i görünce saflıkla: tufan kopunca haber ver gemiye ben de geleceğim, der..
Nuh Peygamber kadına: tufanın koptuğunu söyler, kadın Nuh Peygamber’e: Senin tufan dediğin yoksa şu geçenlerde benim ineğin ayağı çamurlanmıştı o muydu?
Bu menkıbe Nuh Peygamber’e inandığı için gemiye binmediği halde tertemiz imanıyla tufandan kurtulmuş bir insanın hikayesini anlatır.
Ancak başka bir ders çıkartmak istiyorum, bir çok arkadaş çoktan kopmuş kıyameti görmediler ve ne zaman Ahmet Şık içeri alınınca ‘kıyameti’ kopardılar..
Bu arkadaşlar bugün Ergenekon Süreci’ni başından beri olup biteni gözden kaçırmış görünüyor, Ahmet Şık vakası aynı haksız suçlamayla içeri alınan belki de beşyüzüncü vak’a..
Yani kıyamet kopalı çok oluyor, tuzağa düştük, çünkü hepimizin ilk gençlik yıllarından beri birinci düşmanı olan oligarşik yapıya olan kinimiz arkadaşlarımızın kolayca kandırılmasına yol açtı..
Çuval delikse kantar tutmaz diye arkadaşlarımızı çok uyardık ama nafile.. Zulmün, kurusu yaşı hesabı yapılmaz, yapıldı.. Eskiler ne güzel söylemiş, elin adamına, dereye kurulmuş dam’ına güvenme, güvendiler…
Hiçbir hayvan kedi, köpek, sıçan.. sabah yatağından nedamet getirip artık başka birisi olacağım diye kalkmaz.. Düşünmek, fikir değiştirmek, hesaplaşmak, yüzleşmek, insana mahsus bir şans.. Türkiye’de şu anda yüz binlerce genç insan ınternetten korsan olarak indirilen bir kitap okuyor ve hayatları değişiyor.. İmamın Ordusu kitabından çok şey öğrenemeyecekler belki ama yasaklanana karşı direnerek, yasağın arkasında acep ne var diye kuşku ederek ‘insan olma şansını’ kimse kaçırmak istemiyor.
Gestapo liberaller hariç.. Oysa çağımızda hayvan hakları öyle hızlı bir ilerleme kaydetti ki, hayvanlar artık ‘hayvan’ türü değil, başka tür bir ‘halk’ olarak aramızda yerlerini alıyor ve insan halkıyla nerdeyse eşit haklara sahip öteki bir halk gibi daha içiçe bir dünyaya doğru hakları evriliyor… Ve hayvanlar kendileriyle yüzleşmenin ne olduğunu bilmedikleri gibi verilen hakları red etmeyi de bilmezler, gestapo liberaller son şanslarını da kaçırıyor..
Savcı Zekeriya Öz’e de söyleyeceklerim var, yeryüzünün havada en uzun süreli kalan ve en iri kuşları Albatroslar’ı öldürmenin denizcilere kötü felaketler getirdiği artık bir batıl inanç değil, kanıtlanmıştır.. Fethullah Gülen’e değil Nedim Şener’e Ahmet Şık’a ODA TV’ye yani özgür basına dokunanlar yanacak, hep birlikte göreceğiz..
Gestapo liberaller şu anda Zekeriya Öz’ü bir kaşık suda boğacaklar, çünkü Ahmet Şık’ı içeri tıkarak bir çuval inciri ziyan etti, görüşündeler. Daha işin başından beri haksızca ve hukuksuzca yüzlerce insan aynı olmayan iddialarla içeri alındı, yok bilgisayarında bulundu yok ihbar var yok bir uydurulmuş belge… Şu anda ortalıkta yüzlerce uydurulmuş belge ama içerde gerçek canlı canlı insanlar yatıyor gerçeği var..
Her şey ne güzel gidiyordu.. Sevmedikleri gıcık oldukları tipinden hoşlanmadıkları kim varsa alındıkça baldı şekerdi kaymaktı ve göbek atıyorlardı.. Ve Zekeriya Öz gestapo liberalleri tatlıya şekere baklavaya öyle müptela hale getirdi ki gestapo liberaller beş yüzün üstünde insanın evine girilmesine içeri tıkılmasına rağmen doymamışlardı.. Çürük iple cemaatin kuyusuna indiler şimdi bakalım kimin ipiyle çıkacaklar.. İnsan derisinden davul yapıp çaldılar hep birlikte halay çekip oynadılar.. Savunması dahi alınmadan üçyüz insanı bir anda kapıları kapatıp içeri tıktılar, eee, fazla yük katır çatlatır, ne o, sefanız kısa sürmüşe benziyor…
Oysa çok fazla şeker yiyen mutlaka arada bir spor yapmalı, yoksa sonu ağır kilolar ve yerinden kımıldayamamak, ki, şu anda gestapo liberaller yerlerinden kımıldayamaz yangından kurtarılamayacak hale geldiler..
Ben çocukken gözlerimle gördüm ortaokul kapısında küçük çocuklara şeker verip tacize tecavüze yeltenen sapıkları…
Gestapo liberallerin çocuk sevinçlerine çocuk zekalarına birileri bastı çikolatayı bastı şekeri ahh Ergenekon Yılları ne tatlı geçti.. Sonuç: aşırı çikolata bağımlılığı ve düşük zekalı birkaç cemaat hukukçusunun lahana marul beyinli birkaç yandaş gazetecinin acımasız tecavüzü..
Çok eskiden sokaklarda hamalların sırtındaki küfeyi dinlendirdiği ‘mola taşları’ olurdu, bu mola taşlarını ben de gördüm, mola taşı olmayan sokakların bir yerinde de yetmiş santim kadar bir yüksekçe bir duvar aynı işi görürdü ve hamalın mola verip nefes almasına yardım ederdi..
Evet, nihayet Ergenekon’un yalanlar taşıyan küfesi mola taşına kondu, bakalım yandaş hamallar yalanlarla dolu bu küfeyi daha kaç sokak taşıyabilecek.. Bir de hızlarını alamayıp Orta-Doğu’nun arap ülkelerine bu pek ileri demokrasisini dünya manşetleriyle hediye etmeye başlamışlardı, kel bulmuş saç, bir tutam da dayısına vermiş..
Çok ucuz kabadayılıklar yapana oldum olası ‘horozlanma’ denir ya da ‘horoz gibi dikleniyor’ tabiri kullanılır, ancak bir tabir daha var, kendini ‘küheylan’ sanan horozlar için söylenmiştir, ‘nallı horoz’ ‘nallanmış horoz’…
Dün akşam bütün ekranlarını seyrettim İstanbul’un, gördüğüm şu, yandaş medyanın nallayıp ekranlara sürdüğü bütün horozların nalları düştü, düşecek..
İman sahibi olmanın maliyetini sıfırlamış cahil yoz bir iktidara çalışırsanız Ergenekon Horozları’nın çapraz bağları işte böyle bir günde kopar..
Ahmet Şık’a yapılanlara kimse susamaz dayanamaz, sonuna kadar yanındayız, evet ama, Erol Manisalı’nın evine girilirken Kanadoğlu’nun evine girilirken, İlhan Selçuk’ın alındığı gün NTV, CNN yayın yapma cesareti mi gösterememişti yoksa dünya ne güzeldi, daha nicesi..
Ergenekon sürecinin tehlikeli enfeksiyon süreci bu gizlice olumlayan anlamlı ‘suskunluklarla’ başladı.. Sessizce ve hatta gizli içi içine sığmayan mutlulukla izleyenler bu akıl almaz enfeksiyonu birbirine bulaştırdı ve çember herkesin boğazına domuz bağı oluncaya kadar sürdü. Gestapo liberallerin dayanılmaz sessiz el ovuşturan bekleyişleri, bu sinsi gülüşlerini özgürlük kahramanı yapıvermişti…
Askeri vesayete son vereceğiz diye yola çıktıklarını söyleyip ‘insan’ olmanın vesayetini hayvanlara bıraktılar.. Oysa insanoğlu dünya vesayetini milyonlarca yılda ele geçirdi, bilimsel buluşlarla değil ‘merhametle’ tüm hayvanlar aleminden sıyrılarak.
İnsanoğlu’nun yeryüzündeki vesayeti son yüzyılımızda iki büyük tehlike atlattı, birincisi II. Dünya Savaşı, ikincisi, nükleer felaketler…
İkisi de ‘kendine fazla güven’ hastalığının sonucudur.. Uzun süreli bitmek bilmez soğuk algınlığı yaşıyorum ve hastalık yirminci gününü çoktan devirdi, acaba bu vesayeti insanoğlu’nun elinden bir ‘virüs mü’ alacak tartışması şaka değil..
Gestapo liberallerin hastalığı kendilerine fazla güven dahi değil, ellerine geçirdikleri gözü kara zalim iktidara ‘aşırı güven’di bu, eşiklerini eteklerini hangi köpek yalasa doyacak bir saltanat..
Kanser cerrahisinin ilk yıllarında doktorlar hasta dokuyla birlikte hasta dokunun etrafındaki sağlıklı dokudan da mümkün olduğunca geniş bir alanı alırlardı, ki bu fikir çoktan yıkıldı, şimdi cerrahlar sadece hastalıklı dokuyu kesip alıyor ve sağlıklı dokuyu yerinde bırakıyorlar..
Bırakın cerrahlığı, hukukun daha süratli yaşandığı bir çağdayız ve gözlerimizin önünde, on değil, elli değil, yüz değil, beş yüz değil, insanın evine hukuksuzca girildi ve olmayan uydurma belgelerle içeri tıkıldı ve bu vahşi insanlık dışı uygulamaları yapanlara hala ‘kahraman savcı’ diyenler var aramızda..
Ergenekon sürecini anti-depresan haplar gibi anti-ergenekon manşetlerin uyuşturucu etkisiyle sürdürdünüz. Artık biliniyor, anti-depresan haplar her korkuyu gideriyor ve hem cesur hem atak hale getiriyor insanı. Ancak anti-depresan haplar intiharı da tetikliyor, çünkü fazla ‘gaz’ bünyeye yerinde duramayacak kadar fazla ‘cesaret’ veriyor..
Gestapo liberallerin intiharı, manşetlerde planlanan anti-ergenekon hapların tetiklemesiyle oldu..
Oysa hukukla olacaktı, insan haklarıyla olacaktı, özel hayata saygıyla olacaktı, gözaltılar tutukluluk süreleri ince bir dikkatle olacaktı, oysa kuşkuyla olacaktı..
Geçelim akıl almaz yüzlerce tezgahı, sadece Hrant’ın öldürülüşüne bakacak kimse kalmadı aramızda. Öyle bir tezgah ki Hrant’ı öldürttükleri çocuğu bir gün geçmeden Türk Bayrağı önünde poz verdirecek bir ‘tezgah dekor’a dahi peşin peşin ‘inanabilen’ zavallı liberallerin bugünlerde ağzını bıçak açmıyor…
Zaten Ergenekon tezgahını çevirenler Nazlı Ilıcak, Etyen Mahçupyan zeka kapasitesine göre bir ayar yapıyorlar, halkın, aydınların, mahşeri vicdanın değil, Nazlı Ilıcak ve Etyen Mahçupyan bu numaraları yiyorsa, tezgahları tutuyor.
İnsana elem veren yüzlerce insanın haksızca içeri tıkılmasından çok bu kadar düşük zekanın Türkiye’nin aydın ve kültür birikimini allak bullak edecek fırsatı, liberal aydınlar sayesinde bulmuş olmaları..
Üstüne bunca medya imkanına rağmen halkı ikna edecek ince ince ifade edilecek sabırlı ve bilge konuşmalar yapmadılar, tersine, cemaat-ABD pişirsin ağzımıza düşürsün, kolaylığına bayıldılar.. Yeni yepyeni bir Türkiye kuracakları iddiasını tane tane anlatarak değil ‘dayatmayla’ ‘baskıyla’ ‘yalanla’ ve gözü kararmış şekilde muhalifleri içeri atıp göz korkutup sindirip yıldırma metotlarını kulandılar..
Mesela Susurluk sürecinde olduğu gibi halkı Ergenekon’a karşı harekete geçiremediler, çünkü insanoğlu inanmadığı hiçbir şeyden heyecan duymaz, insanları harekete geçirmek istiyorsanız önce siz kendinizin heyecan duyması lazım, sipariş dümenlerle ‘değişim, özgürlük’ buraya kadar…
Türkiye’nin nerdeyse tüm değerlerine saldırıya geçenler ne olup bittiğini halka anlatma öğretme ‘tenezzülünde’ dahi bulunmadılar, içtenlikle konuşarak değil döverek, dalga geçerek küstahca bir efelenmeyle Türkiye’nin hukukundan bağımsızlığına kadar her şeyi sopayla değiştireceklerine inandılar..
Bir de bir insan evladına hiç yakışmayan ‘intikam’ metinleri kaleme aldılar, bakmayın Ertuğrul Özkök’lerin bugünlerde biçimli biçimli ciyaklamalarına, nehirden ne cesedler geçti, oralı olmadılar onlarca yıl…
Mehmet Ali Birand da kişisel hatıralarından konuşurken bir zamanlar bize karşı çıkanların cesedlerini seyretme bahtiyarlığı yaşadığını anlatmaya çalışıyordu benzer cümlelerle..
Anladığım herkes nehrin kenarında tipinden hoşlanmadıklarının ‘cesedlerini’ seyrederek ne ballı börekli mutluluklar yaşamışlar…
Bilmem deli dana hastalığının kökenini bilir misiniz? Hindistan’da deli dana vakası hiç olmamıştır. Deli dana hastalığı önce İngiltere’de görüldü, sebebi, 60-70’li yıllarda hayvan kemik tozları Hindistan’dan geliyordu.. Hindistan’da binlerce insan nehirden hayvan kemikleri toplar ve öğütülüp İngitere’ye postalanırdı..
Deli dana hastalığı çıkınca araştırıldı, nehirden hayvan kemikleri toplayanlar, sadece hayvan kemiği toplamamış, tam yanmamış cesedleri de toplamışlar ve başka sebeplerle nehre düşmüş cesedleri de toplayıp öğütüp un haline getirip on yıllar boyunca İngiltere’ye hayvan yemi olarak göndermiş..
Sonuç, insan eti yiyen ineklerde beyin sulanması ve delirme… Hindistan’ın inekleri ise aksine deli dana hastalığına kapılmamış çünkü Hindistan’da inekler kutsal, dokunulmazlıkları var..
Ergenekon sürecinde insan cesedleri önlerinden geçerken bunlar hayvan olur diye mutluluk duyanlar, kişisel intikam duyguları tatmin olanlar, ve yandaşları, hepsi aynı Ergenekon sürecinde beyinleri sulandı ve görüyorsunuz işte delirmeye başladılar.. En azından bir müsvedde kitabın yanına düşülmüş notlardan terör örgütü icad edecek kadar bir delirme..
Ve iktidar ve Türkiye ve kandırdıkları yüzbinlerce İslamcı genç ve aldattıkları milyonlarca insanın da beyinleri sulanmaya topluca delirmeye başladılar..
Kardeşlerim, nehirde cesed seyretmeyi ‘dinsel bir aydın töreni’ haline getirmiş liberal aydınlar, oligarşinin, derin devletin, ABD’nin, her zaman sevgili çocukları olmuştur..
Bu gözü kararmış gestapo liberal yazarlar kişisel kin ve kıskançlıklarını iç dünyalarında aşamadıkları sürece, delilik Türkiye’yi bir sivil iç savaşa doğru sürüklemeye çoktan başladı bile..
|