Yargıçlarımız hiç kızmasınlar. Onların AİHM kararlarına uymamalarından veya Avrupa Mahkemesi ilkelerine ters yanlış kararlar vermeleri nedeniyle bu ülke son on yılda tam 350 milyon TL tazminat ödemek zorunda kaldı. Bu büyük miktardır. Ancak artık bu davranışın dönemi kapanıyor. Aldığı karar, AİHM tarafından reddedilen yargıç sicil notunu kaybedecek.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraftır. Yani altına imza atmış ve bu sözleşmenin hükümlerine uyacağı yolunda söz vermiştir. Kendini bağlamıştır. Avrupa'daki insan haklarının aynı şekilde ülkemizde de geçerli olduğunu kabul etmiştir.
Türkiye, bu sözleşmenin doğru dürüst uygulanıp uygulanmadığını denetlemekle yükümlü olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kendi vatandaşlarının kişisel başvuru yapmalarını da kabullenmiştir. Yani buna göre, bir Türk vatandaşı yargıda hakkının yenildiğine inanırsa, içerideki tüm şikayet mercilerinden geçtikten sonra, yine derdini anlatamamışsa, AİHM'e başvurabilir demektir.
Bu sistem özellikle 90'larda, Özal döneminde başlatılmış ve asıl etkinliği 2000'li yıllardan itibaren hissedilir olmuştur. Yargıçlar eğitimden geçirilmiş, kendilerine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları tercüme edilip dağıtılmış ve bu ilkelere uymak zorunda oldukları anlatılmıştır.
Gelin görün ki yargıçlarımızın bir bölümü \'Bizim ülkemizin özel koşulları var- Terörle başka türlü mücadele edilemez...\' söylemi veya farklı gerekçelerle, AİHM'i görmezden geldi. Diğer bir bölümü, tüm uyarılara rağmen AİHM kararlarını dikkate almadı ve sonunda, Türkiye aleyhine toplam 3700 dava açıldı.
Mağdur duruma düşen vatandaşlara devletin ödediği cezanın faturası da Maliye ve Dışişleri Bakanlıklarının verdikleri rakamlara göre, geçtiğimiz yıl itibarı ile yaklaşık 352 milyon TL’ye ulaştı.
Buna artık dikkatsizlik mi demek gerekir, yoksa savurganlık mı, bilemem. Ne denirse densin, artık bu sürecin sonuna gelindi. Yargıçların cebinden çıkmadığı için olacak, hiç oralı olmadılar. Sonunda kamuoyu farkına vardı. Maliye uyandı. Sizin, benim cebimden harcanan bu paraya sahip çıkan oldu.
Hazırlanmakta olan yeni yargı reformu paketlerinin yasalaşmasıyla birlikte, yargıçlar verdikleri kararlardan sorumlu tutulacaklar. Üstelik, artık kaçacak yerleri de yok. Zira, AİHM'den dönen her karar, yargıçlara gerekçeleriyle anlatılıyor. Örnekleme yapılıyor ve “İşte böyle hareket edeceksiniz\' deniyor.
Yani işin kaçarı yok.
AİHM' den tekraren ceza alan hakim, sorumluluğunu da alacak.
Sicilinden not düşülecek.
Aslında bunlara hiç gerek yoktu. Ancak bizde zorlanmadan bir iş yapılamıyor...
ÖZEL YETKİLİLER KAYBETTİ...
Artık ne denirse denilsin, Özel Mahkemeler kamuoyunun önemli bir bölümünün gözünde saygınlıklarını kaybetti. Verecekleri kararların inandırıcılıkları olmayacak. Bu noktaya gelinmesinin başlıca nedeni de, ellerindeki yetkileri hoyratça kullanmalarıdır.
Bir yargı kurumu için bundan daha zor bir durum düşünülemez.
Elinize verilen yetkileri, deneyimsizlikten -eğitimsizlikten veya intikam hırsıyla abartılı biçimde kullanıp, kamuoyunda yaralar açarsanız, bir daha ağzınızla kuş tutsanız inandırıcılığınız kalmaz. Bugünkü durum aynen böyledir. Artık \'İlahi adalet\' laflarına, \'Merhametli mahkemelerimiz\' klişelerine kimseler inanmıyor.
Toplum bir konuda karar verdi mi, belirli bir konuda algılamasını yerleştirdi mi, bitti. Yanlış dahi olsa, kolay kolay değiştirmez. “Özel yetkiler” konusunda da işte böyle bir sürece girdik.
Bu arada ne yazık ki, gerçekten suçsuz olanlar yandı. Boşu boşuna yıllarca tutuklu kalanlar veya kalacak olanlar bedel ödemiş olacaklar. Gerçekten suçlu olanlar ise, göreceksiniz hiç değilse manen kurtulacaklar.
Yeter ki, iktidar partisi bir an önce kararını versin.
Artık daha fazla uzatmadan, uzun tutuklulukların önüne geçilsin. Fikir özgürlüğü, “Terör örgütüne yardım” saçmalığından kurtarılsın, abartıları durduracak önlemler alınsın.
Yoksa, her geçen gün “Özel mahkemeler” biraz daha etkinliklerinden kaybediyorlar.
GÜNDÜZ 1.BAŞKAN, GECE TERÖRİST!...
İlker Başbuğ'un TBMM Komisyonu üyeleriyle yaptığı konuşma gazetelere yansıdığı kadarıyla, Özel Yetkili Mahkemeler’in prestijine vurulmuş en büyük darbedir.
Söyledikleri yeni değil, ancak son derece zamanlı.
Başbuğ, 7 yıl boyunca devletin en tepesindeki kişilerle (Cumhurbaşkanı-Başbakan-MİT Müsteşarı dahil) çalıştığına dikkat çekip \'Yani ben gündüz silahlı, gece külahlı mıydım?\' diye sormuş. Sonra da eklemiş: \'...Eğer böyleydi isem ve devlet bunun farkına varamadıysa, bu devleti kapatın, gitsin...\'
Başbuğ olayı, özel mahkemelerin yetkilerini nasıl savurganca kullandığının en son ve çarpıcı örneğidir. Nedim Şener- Ahmet Şık, Oda TV davası, Soner Yalçın, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve daha nice nice örnekler. Ardı ardına, damla damla akarak bugünlere kadar geldik.
Bugün de artık değirmenin suyu bitti.
Acilen bir düzenleme gerekiyor.
Özel yetkileri hukuk çerçevesine sokacak, \'Ben dedim oldu...\' yaklaşımına son verecek bir düzenleme artık kaçınılmazdır.
|