“Bir kadının hangi nedenle olursa olsun kendini anne olmaya hazır hissetmiyorsa, kürtaja başvurması en doğal hakkıdır.”
Aşağıda, sosyal sorumluluk alanında danışmanlık yapan bir dosttan, Nurdan Şahin’den, bir anne ve bir kadın olarak siyasetçilere yazdığı bir açık mektup var, kürtaj konusunda.
* * *
Çocukken anneannemi pek sevmezdim. Ağabeyimi kayırırdı hep.
Yazları köye gittiğimizde, ablamla bana birer, ona iki yumurta yapardı rafadan. Kızlar bir olup oğlanı üzüyorlar derdi.
Kıpkızıl saçlı, masmavi gözlü bu incecik Çerkez kadınına bunu yaptıran, aslında bir erkek çocuk özlemiydi.
Annem tek çocuktu.
Köy yerinde tuhaf bir durum...
Çok sonraları öğrendim ki, anneannem hemen annemden sonra hamile kalmış. Köyde bu işleri bilen bir kadına götürmüşler.
Artık her neyle düşüğe yol açtı ise anneannem ölümden dönmüş ve bir daha da hamile kalamamış, çok istediği o erkek çocuğa kavuşamamış... Zaten 57 yaşında da göçtü gitti bu dünyadan.
Ben çevremde kürtaj olmamış, düşük yapmamış tek bir kadın bilmiyorum.
Çevrem derken sadece İstanbul’daki okul, iş, arkadaş çevremden bahsetmiyorum.
Anamın babamın İzmit’teki, eski eşimin, enişte ve yengelerimin Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki şehirli, köylü akrabaları; beş vakit namaz kılan, beyaz başörtülü teyzeler de dahil bu çevreye.
Büyük çoğunluğu da kürtajın yasak olduğu zamanlarda gerçekleşmiş. Kimi o şartlarda tesadüfen sorunsuz hallolmuş.
Kimiyse anneannem gibi bazen doğurganlığını kaybetmiş, bazen hayati tehlikeler atlatmış.
Kürtaj bir doğum kontrol yöntemi değil ve olmamalı.
Ancak şu ya da bu nedenle, korunma yöntemi başarısız kalmış veya cehalet, baskı, imkansızlık, gençlik gibi çeşitli nedenlerle doğru yöntem kullanılmamışsa, kadın hangi nedenle olursa olsun kendini anne olmaya hazır hissetmiyorsa, kürtaja başvurmak en doğal hakkıdır.
Genel olarak, kadınlar da bu yöntemi uygulamayı tercih etmezler.
Çünkü kürtaj yıpratıcı bir operasyondur, hem fiziksel hem de duygusal olarak öyledir.
Bu yıpratıcı kararı vermek yeterince zor iken bir de bunu kaça göçe, sağlıksız ortamlarda doktor yerine ehliyeti kendinden menkul fırsatçılarla yaşamak zorunda kalmak gerçekten hayatımıza kast anlamına gelir.
Ve bu hayata kast ağır bir suçtur!
Kürtajı yasaklama girişimi, kadınların hayatına ve anneannemde olduğu gibi doğurganlıklarına kastediyor.
Kadın, erkek ülkemin tüm insanlarının bu hak gaspına karşı çıkması gerekir.
Hele Sayın Sağlık Bakanı’nın tecavüz sonucu doğacak bebeğe gerekirse devlet bakar sözüyle, insan ve kadın haklarını ayaklar altına alan, sağlığı sadece fiziksel sağlık olarak gören, kadını hiçe sayan açıklamasına erkek kadın tüm toplumun ciddi bir reaksiyon göstermesi gerekir(di.)
Durup dururken ortaya attığı bu ‘sorun’a çözüm yerine yasakçı yaklaşımı benimsemiş görünen hükümetin, yaklaşımını güçlendirmek için Diyanet İşleri’nden görüş istemesi ise başlı başına bir sorun.
Türkiye’ de Sünni, Alevi, Hıristiyan, Musevi gibi çeşitli inançlara sahip ve inançsız insanlar var.
Yoksa kürtaj yasağı sadece Sünni Müslüman kadınlar için mi düşünülüyor? Ya da sırasıyla tüm dini inanç otoritelerinden görüş mü alınacak?
Peki inançsızlar ne olacak?
Bireysel haklar için dini görüş almak, kişi ya da kuruluşların arzu ederlerse yapabileceği bir şeydir.
Ama hükümet yasa çıkarmak için bu yola başvurursa, burada modern demokratik devletten bahsetmek mümkün değildir.
Ve bu yaklaşım, başörtülü kızları eğitimden mahrum etmek isteyen yakın geçmişteki iktidar sahiplerinin tarzından da farklı değildir.
Öte yandan, Diyanet İşleri Başkanı (laik demokratik bir ülkede niye böyle bir devlet organı olduğu da ayrı bir sorun tabii) bile, çok açıkça olmasa da yasağın çözüm olmadığını ifade etmiş.
Evet, yasak çözüm değil!
Yasak, ayrımcı bir uygulama.
Yasak esas olarak ekonomik ve sosyal imkanları kısıtlı olan çevrelerdeki kadınları etkileyecek.
Onlar ilkel yöntemlere ya da güvenilmez ‘sağlık’ kuruluşlarına başvurarak doğurganlıklarını, sağlıklarını, belki de hayatlarını tehlikeye atacaklar.
Hali vakti yerinde olanlar ise daha iyi koşullarda, belki yurtdışında kürtaj meselesini halledecekler.
Ama onlar da, kürtajın stresine ilaveten, ‘illegal’ bir operasyon yaptırmanın yükü altında ezilecekler.
Her durumda, sıkıntıyı çekecek olan kadın ve kadınların tamamen kendi iradeleriyle bu kararları almalarının önüne şu ya da bu nedenle geçmeye çalışmak, insan haklarına da aykırıdır.
Bu nedenle, başta kadınlar olmak üzere, herkesin özel hayata ve bireysel haklara müdahale anlamına gelen hükümetin bu yaklaşımına sonuna kadar karşı çıkması gerekiyor.
Ancak, bu karşı çıkışın “Bedenime karışma!” sloganından daha farklı ifade edilmesi lazım.
Bedenime karışma basitliğine indirdiğimiz zaman, kadını bir çocuk taşıyıcısı olarak gören zihniyetten pek bir farkımız kalmıyor.
Beden benim, ister taşırım, ister taşımam! Oysa bu beden ile değil, hayat ile ilgili bir karar. Kadının bilerek ya da bilmeyerek hamile kaldığı dönemde, kendi hayatına yönelik aldığı önemli bir karar.
Anne olmak ya da olmamak!
Anneliğin en kolay kısmı hamilelik.
Esas sorumluluk, emek doğumdan sonra başlayıp, kadının hayatı boyunca devam ediyor.
Dolayısıyla, yaşamı ile ilgili vereceği bir kararı sadece bedene indirgemek olayı hafifletiyor ve tepki de çekiyor.
Kadının zorla hamile bırakıldığı, korunduğu halde kazaya uğradığı ve/veya ister duygusal, ister fiziksel, ister ekonomik nedenlerle kendini anne olmaya hazır hissetmediği durumda vermek durumunda kaldığı ve sonuçlarına da tek başına katlandığı bu karar sadece bedenime karışma sloganı ile ifade edilemeyecek kadar önemli ve kompleks.
İster gündem değiştirmek, ister başka nedenlerle olsun, artık herkes kadınların üzerinden siyaset yapmayı bıraksın!
Kürtajımıza da karışmayın, başörtümüze de, kaç çocuk doğuracağımıza da karışmayın.
Bırakın kadınlar ve tüm insanlar, hayatlarını özgürce, kendi düşünce, inanç ve hayalleri doğrultusunda yaşayabilsinler.
Siyaset ve siyasetçilere düşen en önemli görevlerden biri tüm insanlara bu ortamı sağlamak olsun; gereksiz müdahaleler değil.
|