GÜCÜN ve güçlünün yanında hizalanmaya özen gösteren goygoycuların hali son günlerde pek yaman...
Ne yapacaklarını, ne edeceklerini bilemiyorlar.
Bu zamana kadar iyi kötü idare ediyorlardı.
Hem AK Parti iktidarını, hem de “Cemaat”i aynı anda memnun etmek mümkündü.
“Başbakan’ın uçağı”ndan inip “Cemaat uçağı”na binilebiliyordu ve hiçbir sorun olmuyordu.
Dava aynıydı, hedef aynıydı, şuur aynıydı.
Mesele yoktu yani...
Atılması gereken slogan gayet basitti:
“Hükümet-Cemaat el ele / Hep birlikte ak günlere.”
Aynı yazıda, aynı demeçte, aynı TV konuşmasında, aynı manşette...
Hem Hocaefendi’ye saygılar sunmak, hem de Başbakan Erdoğan’a “Usta... Büyük usta” diye selam çakmak mümkündü.
Gücün ve güçlünün yanında hizalanmak hem AK Parti’yi, hem de “Cemaat”i memnun etmek için yetip de artıyordu bile...
İşleri kolaydı yani goygoycunun...
Fakat görüyorsunuz işte:
Bu kolaylık devri uzun sürmedi.
Bir şey girdi devreye, “kader mi, talih mi, ağyar mı” olduğunu tam bilemediğimiz bir şey...
Ve “iki süper güç” karşı karşıya geldi.
Süper güçlerden biri “a” demeye, diğeri de “b” demeye başladı.
Öyle bir ayrıştılar, öyle bir çeliştiler, öyle bir cepheleştiler ki...
İdare etmek, tavır almamak, geçiştirmek imkânsızlaştı.
Süper güçler, lisan-ı hal ile “tarafını seç” diye bastırıyorlardı.
Sonuç?
Sonuç şu:
- Goygoycu şaşkın...
- Goygoycu çaresiz...
- Goygoycu zorda...
“Özel Yetkili Mahkemeler de biraz fazla abarttılar canım” dese, süper güçlerden birinin öfkesini üzerine çekecek.
“Hükümet darbeciler ve darbecilikten vazgeçti, hepsini salıverecek” dese, süper güçlerden diğeriyle arası bozulacak.
Yani tam bir “Asiye nasıl kurtulur” durumu...
Öyle bir seçim dayatılmış durumda ki, bunun yanında “Sophie’nin seçimi” çocuk oyuncağı kalır.
Goygoycu, bugünlerde hesap yapıyor:
- Hükümet mi kalıcı, “Cemaat” mi?
- Hükümet mi ezer, “Cemaat” mi?
- Hükümet’e mi yatılmalı, “Cemaat”e mi?
Doluya koyuyor, olmuyor.
Boşa koyuyor, dolmuyor.
İki süper gücün silahlarını, toplarını, tanklarını, stratejik üstünlüklerini, avantajlarını sıralıyor ve birbiriyle kıyaslıyor.
Sonuç?
Öyle kolayca saf seçilecek bir durum yok ortada...
Goygoycu, hangisini mi tercih edecek?
Hiç merak etmeyin...
Kendilerini çok yakında birini tercih etmiş olarak göreceksiniz gazete sütunlarında, televizyon ekranlarında...
Ama şimdilik rahat bırakın.
Biraz kafa yorsunlar.
“Hangisi daha güçlü?” sorusuna öyle kolay yanıt verilemiyor zira...
Madonna’dan sonra Kalan Müzik konseri
- ARENA Stadı’nın yanında Harbiye Açık Hava Tiyatrosu pek küçük, pek bakımsız, pek alçakgönüllü, pek zavallı göründü gözüme...
- Madonna’nın arkasında yer alan ve sayısının 15 mi, 75 mi olduğuna bir türlü karar verilemeyen tırlarla nakliye edilen devasa mı devasa ekranın yanında, bizim Kalan Müzik sanatçılarının çıktığı sahnenin arkasındaki ekran pek minik, pek iddiasız, pek eski moda, pek el yapımı geldi bana...
- Madonna’nın gümbürdeyen ses ve görüntü cümbüşüyle sahneye çıkışına tanık olduktan sonra bizim Erkan Oğur ile İsmail Hakkı Demircioğlu’nun sahneye çıkışları altı çizilmiş bir mahcubiyetle dolu gibiydi: Ürkek, çekingen... Uzak diyarlardan gelmiş gizemli iki derviş gibi...
- Madonna’nın her saniyesi planlanmış sıfır hatalı konserinin ardından Kalan Müzik konseri, hiçbir saniyesi planlanmamış gibi geldi bana... Ama şöyle bir yokladım kendimi: Şikâyetim yoktu. Hatta böylesi daha mı iyiydi ne?
Kısacası...
Hızlı, zıpkın gibi, deli dolu, gösterişli bir Hollywood aksiyonundan çıkmış, yavaş akan, sakin, sessiz bir Nuri Bilge filmine düşmüş gibiydim.
Ama memnundum, hem de çok memnun.
- Arada esprilerin kıvamını kaçırsa da Olgun Şimşek’in sunuculuğundan...
- Dersim’in tüm acılarını Zazaca türkülerine yükleyen Mikail Aslan’ın sesinden...
- Kardeş Türküler’in klasiklerinden...
- Leman Sam’ın “Metris’in önü bir uzun alan” türküsünden...
- Erkan Oğur ile İsmail Hakkı Demircioğlu’nun asırlar önce söylenmiş “Zahid bizi tan eyleme” deyişinden...
Hepsinden memnundum.
Galiba işin özetini Kalan Müzik konserinin doruk noktasında dinleyici sıralarından sahneye doğru bağıran Kenan İmirzalıoğlu yaptı:
“Madonna kurban olsun size.”
Bu yazıları bulup okuyun
- YILMAZ ENSAROĞLU: Star gazetesinin dünkü “Açık Görüş” ekinde yazmış... Konu: Özel Yetkili Mahkemeler... Çoktandır ilkelerin bir yana bırakıldığı, söylenilen sözlerin mensup olunan “camialara” göre belirlendiği bir ortamda ilaç gibi bir yazı... İnsan hakları mücadelesinin yılmaz mücahitlerinden biri olan Yılmaz Ensaroğlu’nun “Özel Yetkili Mahkemeler” ile ilgili yazısı, tam bir prensip yazısı... Okuyun... Yüreğinizin ferahlaması garantidir.
- BÜŞRA ERSANLI: Dünkü Radikal İki’de yazmış. Cezaevi’nden... Şaka maka 8 aydır içeride Büşra Ersanlı... Yazısında davasını anlatmış. Öyle bir anlatmış ki kısacık bir makale ile hakkında yazılan sayfalarca iddianameyi darmadağın etmiş. Ne darmadağın etmesi? Esaslı bir komedi metnine dönüştürmüş... Yazıyı okurken ferahlamayacaksınız, çok öfkeleneceksiniz. Ama her zaman ferahlamak gerekmez. Bu nedenle “mutlaka okuyun” diyorum.
- MURAT SEVİNÇ: “Hayır” diyenler ile “Yetmez Ama Evet” diyenler arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir kan davası var. “Yetmez Ama Evet” diyenler, “Hayır” diyenleri kolaylıkla “darbeci” olmakla suçluyor. “Hayır” diyenler de, “Yetmez Ama Evet” diyenleri başa gelen tüm felaketlerin tek sorumlusu ilan ediyor. Murat Sevinç, dünkü Radikal İki’de yayınlanan yazısında bu kan davasına neşter atmış ve çok önemli saptamalar yapmış. Bu yazıyı da mutlaka okuyun.
Hangi subay daha uygar?
SEÇİLMİŞ Cumhurbaşkanı’nın eşiyle aynı karede görünmemek için kaçacak delik arayan General mi daha uygar?
Yoksa...
Üniversite mezuniyet töreninde derece alan başörtülü genç kıza diplomasını büyük bir içtenlikle takdim eden Albay mı daha uygar?
Ben uygarlık madalyasını başörtülü genç kıza diploma veren Albay’a takdim etmeyi tercih edenlerdenim.
Adıyaman Garnizon Komutanı Albay Yusuf Yalçın...
Uygarlık madalyanız ananızın ak sütü gibi helaldir size...
Ve bu madalya, aldığınız ya da alacağınız bütün madalyalardan daha üstündür.
Zaytung’du, gerçek oldu
YAPTIĞI yalan haberlerle herkesle inceden kafa bulan ve bunu gayet başarıyla yapan “zaytung.com”da bir haber.
Haberde şöyle deniliyor:
“AKP Malatya Milletvekili Hamdi Kanıklı, gündem değiştirme sırası kendisine gelmeden Uludere olayının tamamen unutulmasını umuyor.”
Haberin detaylarında ise şunlar var:
“Kendisinden önce konuşan bakan ve milletvekillerinin çıtayı bir hayli yukarı çıkardığını belirten Kanıklı, ‘Böyle giderse er ya da geç benim de konuşmam gerekecek. Ancak şu saatten sonra gündemi değiştirmek için ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yok inanın’ diyerek, kamuoyu tarafından Uludere olaylarının en kısa zamanda unutulması gerekliliğinin altını çizdi.”
AK Parti Milletvekili Vahit Kiler’in durup dururken “Piyer Loti Tepesi’nin adı kanıma dokunuyor. Orası İdris-i Bitlisi Tepesi olmalı” diye verdiği demeci okuyunca...
Aklıma ilk “zaytung.com”da yayınlanan bu haber geldi.
Şimdi heyecanla bekliyorum:
Acaba sıra hangi AK Parti milletvekilinde
|