Kürtaj yasağıydı, Fazıl Say davasıydı, bir pankarta sekiz yıl hapis cezasıydı, hapisteki gazetecilerdi, milletvekilleriydi, KCK operasyonlarıyla artık cezaevlerinden dolup taşan Kürt siyasetçileriydi derken demokrasinin kolu kanadı kırılıyor ama ne kadar farkındayız.
Dinen caiz değil kürtaj! N’apalım? Yasaklayalım devlet eliyle...
Kürtaja karşı olabilirsiniz.
Ama eğer bu yasağı devlet zoruyla bütün kadınlara kabul ettirmeye kalkışırsanız işin rengi değişir.
Bugün kürtajı yasaklarsınız.
Yarın sıra başörtüsüz kadınlara gelir.
“Başı açık dolaşmak dinen caiz değildir” fetvası da verilebilir.
Öbür gün de, “Ben dinimi kamusal alanda da yaşamak istiyorum, benim referansım İslam’dır, buna aykırı yasa da olmaz” diyenler sahnede yer alabilir.
Dinen caiz olmayan o kadar çok şey var ki İslam’da.
Hepsini yasaklamaya kalkarsak, ortada ne laiklik kalır, ne de demokrasi.
Öyle değil mi?
Geçen gün Radikal gazetesinde başörtülü bir yazar, Meryem İlayda Atlas şöyle diyordu:
“Kürtaja da, devletin kadınlara ne yapması, ne yapmaması gerektiğini söylemesine de karşıyım.”
Doğru olan tutum budur.
Ben kürtaja taraftarım, siz karşı olabilirsiniz. Ama devlet zoruyla kürtajı yasaklarsanız, bu olmaz.
Farklı inançlar, farklılıklar ancak böyle yaşayabilir aynı çatı altında. Toplumsal barış ancak böyle korunur.
“Dinen caiz değildir” diyerek ‘kürtaj’dan yola çıkılırsa, tehlikeli sulara açılmış oluruz.
Devleti bir takım yasaklarla inanç alanına sokmaya başladığınız zaman, işin nerede duracağı belli olmaz.
Böyle bir muhafazakâr dalga demokrasiyle birlikte barış ve huzura da zarar verir.
Bu kapı şimdi Erdoğan hükümetinin ‘kürtaj yasağı’na ilişkin girişimleriyle aralanmış durumda.
Geçen gün Ali Bayramoğlu’nun köşesinde okudum. Sohbet sırasında bir tanıdığı şöyle demiş:
“Bizim aile mütedeyyin, kapalı, muhafazakâr bir aile. Geçen gece kürtaj konusu açıldı. Eşim ve kızlarım arasında görüş ayrılığı çıktı. Hanım, Başbakan’ın kürtaj konusundaki fikrini destekliyor, kızlarım ise karşı çıkıyorlardı.”
Kısacası:
Kürtajın yasaklanması yanlıştır.
Devlet işin içine girmesin.
İnançlara eşit mesafede dursun.
Kimi inanır, kimi inanmaz.
Kimi şuna inanır, kimi buna.
Herkes kendi inancını, inançsızlığını özgürce yaşayamadığı zaman laiklik ve demokrasi yara alır.
Fazıl Say davası da bu çerçeve içindedir. Bu dava da devlet eliyle özgürlük alanına açık bir müdahaledir.
Din, kutsal değerler aşağılanmasın.
Kimsenin dinine, inancına ya da inançsızlığına hakaret edilmesin.
Ben de karşıyım buna.
Ama çizgi nasıl çekilecek?
Nereden çekilecek?
Örneğin, Allah yoktur dediğiniz vakit, dinlere eleştirel baktığınız vakit bu bir hakaret, bir aşağılama mı sayılacak?
1989’da Salman Rüşdi olayını hatırlayın. Şeytan Ayetleri adını taşıyan romanı dolayısıyla, hakkında İran’ın dini lideri Ayetullah Humeyni tarafından ölüm fetvası çıkarılmıştı.
Şimdi de Fazıl Say hakkında hem ‘dini değerleri aşağılamak’tan, hem de ‘kamu barışı’nı bozmaktan dava açılmış durumda. (*)
Özgürlük alanını daraltan bu dava, Türkiye’de demokratik hukuk devletine giden yolun daha ne kadar uzun ve sancılı olduğunu gösteriyor.
Bu açıdan o kadar çok örnek var ki.
İki gün önceki bir gazete haberi şöyle başlıyordu:
“Başbakan Edoğan’ın konuşması sırasında, ‘Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!’ diye pankart açan Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer’e 8 yıl, 5 ay, 20’şer gün hapis cezası verildi.”
Demokrasi bunun neresinde?..
Kürtaj yasağıydı, Fazıl Say davasıydı, bir pankarta sekiz yıl hapis cezasıydı, hapisteki gazetecilerdi, milletvekilleriydi, KCK operasyonlarıyla artık cezaevlerinden dolup taşan Kürt siyasetçileriydi derken demokrasinin kolu kanadı kırılıyor.
Ne kadar farkındayız?..
* Bu konularda, Sedat Ergin’in 5 Haziran tarihli Hürriyet’teki “Fazıl Say kamusal barışı bozdu mu?’ başlıklı yazısıyla, 4 Haziran tarihli Radikal’deki Orhan Kemal Cengiz’in “Şeytan Ayetleri ve Fazıl Say” yazısı meseleyi çok iyi özetliyor.
|