Belediye Başkanı Osman Özgüven şöyle sesleniyor...
“...110’uncu doğum yılında büyük şairi Dikili’de yaşatacağız\'
Kim ne derse desin, “İstiklâl Savaşımız” haklı bir savaştır; ve kim ne derse desin emperyalizme karşı halkın gönüllü katıldığı bir büyük kalkışmadır.
Yani onu da eciş, bücüş amorflaştırmaya çalışanlara karşı, şerh olsun diye bir kez daha düşüyorum...
Hem de o günün Anadolu coğrafyasında, hiç de beklenilmeyen bir biçimde örgütlenmiş, günümüzün demokratlarına taş çıkartan ve meclis iradesine dayalı bir “merkezi demokrasi” ile yönetilmiş ve utkuya ulaştırılmış bir halk direnişidir; “İstiklal Savaşımız”. Hoş bugünün demokrat ehlinin bir kısım cenahı için, demokrasiden beklenti, merkezi falan değil; düpedüz emperyalizm ayısıyla yatağa nasıl girilir menkîbelerine ilişkin hikayet-ül maval okumaktır.
Bu büyük kalkışmanın utkuya ulaştığı son tarih de, Baş Kumandanlık Meydan Muharebesinin son günü yani 30 Ağustos’tur...Yani emperyalizmin, Anadolu topraklarında yenilgiye uğradığı ve sürülüp çıkarıldığı bir büyük gündür...
Osmanoğullarının payitaht derdinde olduğu; ve hanedan dahil emperyalizme öykünmeci yönetici ricali ve bir kısım münnevverat şürekasının “muhiplik” bayrağını yükseklerde tuttuğu günlerde, “istiklâl” adına sürdürülen kimi meydan muhabere hikayelerini, dedemin hatıratı ve kendi sesinden dinlemiş bir çocukluk ayrıcalığıyla ve sonrasında okuduklarımla, 30 Ağustos’un es geçilmez ve kutlanmaya değer bir “antiemperyalizm günü” olduğu kanaatim çok önceleri pekişmiştir...
Kuşkusuz, bugün dağılan Cumhuriyet’ten ayağa kalkan toz duman henüz oturuşmamıştır. Dolayısıyla, milletin kahir ekseriyetince yıkıntısının encamı hakkında fazla bir fikrinin olmadığı I. Cumhuriyet’in, topluma mal olmuş tüm değerleri gibi 30 Ağustos’un da bir biçimde ketempereye getiriliyor olması fazla hayret verici falan değildir. Rayına oturtulduğu üzere, yakınlarda 29 Ekim de kutlanmaz olursa ve hele resmi Anıtkabir ziyaretleri, “mutevveffaya rahatsızlık yaratmama akidesiyle” devlet protokolundan çıkarılırsa, şimdiden buraya yazıyorum; bunlara da hiç şaşırmamak gerekir. Şaşılası olan hala birşeylerin farkında olamamak ve eski günlerin birgün geri döneceği hayali ile hergün teslim olmaktır. Kuşkusuz çıkmadık canda, geride kalan bir ümit mutlaka vardır; bu eski Cumhuriyet değilse bile, Türkiye mutlaka birgün “toplumsal kurtuluşa” yani “sosyalist cumhuriyete” kapı açan yeni bir ülke olacaktır...İşte o zaman, bu büyük günlerimiz her zamankinden daha anlamlı ve çoşkuyla sahiplenilip, gerçekten kutlanacaktır...
***
Dikili benim de yazın mekan tuttuğum bir yurt köşesidir. Tarihteki Atarna kentinden günümüze, kimi yazdıklarıma da konu olagelmiştir. Yaz biterken hem 30 Ağustos’ta ve hem de “1 Eylül Dünya Barış Gün”ünde buradayım...
Küçük yörelerin milli bayramları Ankara, İstanbul’a falan benzemez. Kaymakam, belediye başkanı ve varsa askeriyeyi temsilen en kıdemli komutan, protokülün önünde yer alsa da, halkın törene ve kutlamalara katılımı daha candandır.
Salı günleri Dikili’nin sebze, meyva pazarıdır. Zerzevattan bahsettiysem de, pazar sadece ondan ibaret olmayıp, hayli çeşitli giyecek ve muhtelif elektrikli veya elektronik emtia pazarda satılmaktadır. Yerli halkın yanısıra, Dikili körfezinin 17 mil açığında, denize sırtüstü yatan bir insan gibi yayılmış Midilli adasının, tıpkı “biz gibi görünümlü ahalisi” her hafta vapurla Dikili pazarına akın etmektedir. Kardeş misali; insanlar arasında şen ahenk bir manzara; avrolu, tl’li sıcak pazarlıklı bir biçimde her hafta tekrar edilmektedir. Pazarın satıcıları her zaman ki ve aynı yerdeki tezgahlarında icra-i ticaret eylerken, bu hafta ki pazarın en değişik seyyar satıcısı “donanma gibi süse sarılmış ve çeşit içinde başı zor seçilen bayrak satıcı olmuştur. Yüzündeki gülümseyen ifadeye ve etrafında ki sebze fileli, pazar arabalı halkın, alışverişine bir de bayrak ilave etmelerine bakılırsa, Dikili 30 Ağustos’a kendiliğinden ve sıkı hazırlanmaktadır...
Dikili o günlerde 6000 li bir nüfusa sahipti. O günler dediğimse,12 Eylül’ün Türkiye’ye deli gömleği olarak giydirildiği günlerdi. Gömleğin bedene uymadığı nadir yörelerden birisi de-belki de tek-Dikili olmuştur.
1980 faşizmi sola dair ne varsa silindir gibi ezerken, ilk soluk alışlar bir yerellikte Dikili’de derinlik bulmaya başladı. 1984, faşizmin koyu yıllarından birisi; oysa Türkiye Dikili’den yükselen barış ve demokrasi çağrıları ve sesleriyle yeniden bir uyanışın içinde. Bu döneme denk düşen gençlik festivali, 1986 da başlangıç yapan “Barış ve Demokrasi” festivallerine adeta bir hazırlık yapıyor. Zaman 12 Eylül zamanı, festivaller dizisini de örgütleyen yerelliğin adı “Dikili Belediyesi”... Şimdilerde de Belediye Başkanı olan Osman Özgüven, o zaman da başkan ve arkadaşları ile beraber bu etkinliği düzenliyor. Dikili Festivalleri Osman Özgüven’in Belediye Başkanlığı seçimini yitirişine değin içerikli bir biçimde ve dönemin ağır siyasi havasına karşın, baskıya ve faşizme karşı verilen bir yanıt olarak devam ediyor. Paneller, konserler, imza günleri, sanat sergileri kahvelerden, lokantalara ve çay bahçelerine yoğun katılımlı toplantılar olarak taşıyor. Kimler gelip, geçmiyor ki; hatırlayabildiklerim arasında o günlerin de çok bilinen isimleri var. Örneğin, Aziz Nesin; Uğur Mumcu, İlhan Selçuk ve yüzlerce sanatçı, aydın, bilimci bu festivallerin konukları, konuşmacıları, tartışanları oluyor. 12 Eylül faşizminin suratına Dikili’den emeğin, emekçinin tokatı vuruluyor. Eylül sıcakları içinde kan ter içinde ve fakat faşizme karşı bir mücadele anlayışının diri taze soluğu bir direniş olup, Dikili’den Türkiye’ye doğru yansıyor...
Dünya 1986 da, İsveç Başbakanı Olof Palme’nin katledilişi ile sarsılıyor. İş karanlık, batak ve gündemde yarattığı meşguliyetin yoğun olduğu günlerde, 1987’de; Türkiye’den ilk yerel tepki Dikili’den geliyor ve Olof Palme anısına bir park ve anıt heykel yapılıyor. Palme’nin eşinin gelip açılış yaptığı bu anıt ve park, Dikili’nin tüm çay bahçeleri ve lokantalarının yer aldığı Sahil caddesinde. Bugün de muhteşem kızıllıktaki gün batımının seyredildiği en güzel yerlerden birisi olarak duruyor. Hatta şunu vurgulamalıyım ki, Caddenin bir başında Dikili iskelesine omuzunu dayamış Muammer Aksoy parkı, cadde sonunda Palme parkı ile kucaklaşıyor.
Dikili’yi takiben sonradan Kula’da da benzeri bir park açılıyor. Şu sıralar Kula’nın AKP’li Belediye Başkanı parkı yerinden edip, hastane müştemilatı arasına sokarak ranta açıyor... Bu işler Türkiye’de böyle yürüyor. Ölenlerin, bir biçimde yitirilenlerin adı ve kimliği, kişiliği önemli değil. Önemli olanı iktidar ideolojisine yakın olup olmadığı... Kula’da Palme AKP’ye nasıl yakın olacak? Sorunun yanıtı; yakın olamayacak. Zira Palme yaşarken, İsveç’e emek gücü diye gelmiş Kula’lı işçilere yakından ilgi falan göstermiş. Bu da bugün için adının kaldırılması için yeterli neden haline gelmiş... Oysa AKP li başkanı da başa, Kula’nın emekçi halkı getirmiş... Olsun oy alırken, beis yok. Ve fakat bir gün emekçinin ayılma tehlikesini önleme babında, emek lafını eden, edecek ya da hatırlatacak her türlü sol jargona hayat ve geçit yok...
Kula’dan tekrar Dikili’ye dönmek gerekirse; barış ve demokrasi festivalini hayata geçiren başkan Osman Özgüven ve ekibi, Özalizm günlerinde Türkiye’de soluk alınan bir köşe yaratarak emek mücadele tarihinde kendilerine bir başlık açıyor... Sonra Özgüven’siz Dikili yılları gündeme oturuyor. Dikili festivali çalgılı, çulgulu yazlıkçı eğlentisine dönüştürülüyor... Ta ki Özgüven’in 2004 de tekrar Belediye Başkanı oluşuna değin...Festival bir kez daha emekçi kimliğine geri döndürülmeye başlıyor...
1 Eylül Dünya barış günü. Dünya barışı 1939 Eylül’ünde Hitler’in ve Nazi ordularının Polonya işgali ile ortadan kalkmıştı. Milyonlarca ölüm, kayıp, yaralı insanlık tarihine acı bir emperyalist soykırım olarak geçiyor. 1945 de Almanya ve atom bombasının vahşet katliamını tadan Japonya, çaresiz müttefiklere teslim oluyor. 1 Eylül barış günü de, bu paylaşım savaşından geriye anı olarak kalıyor...
2012 dünya barış günü Dikili kıyısında “barış ve demokrasi günü olarak kutlanacak. Daha da ötesi, Nazım Hikmet adını ölümsüzleştiren yeni bir utkuya da kavuşacak...Bu barış günleri Nazım Hikmet günleriyle birleştiriliyor ve Nazım barış ödülünün ilki de bu yıl Dikili’de veriliyor. Adı da Dikili Nazım Hikmet Barış ödülü. Sahibi olacak sanatçı ise koca Yaşar Kemal...
Ne güzel; Nazım artık biraz da Dikili’li. Nazım şimdi, has Anadolu’lu Atarna kentinin de hemşehrisi. Hemşehrilerime kutlu olsun...
Dikili bu görüntüsüyle, bir çöl coğrafyasına dönüştürülen ülke gündemi bakımından adeta bir vaha...İktidar hempaları, cem-i cümle ideologları; belki de “gavur komünist” işi yaftasını vuracaktır. Olsun; bu Türkiye’nin emek mücadelesi bakımından hem bir kazanım; hem de yeni bir savunma hattı olacaktır...
Midilli ile Dikili uzun yılların kardeş kenti. Yunanistan Komünist Partili Belediye Başkanı, karşı yakadan gelecekler arasında mı (?) ben bilemiyorum. Ama oralı pek çok sanatçı, akademisyen misafir de varmış...
Belediye Başkanı Osman Özgüven şöyle sesleniyor...
“...110’uncu doğum yılında büyük şairi Dikili’de yaşatacağız. Türkiye’deki en büyük Nazım Hikmet büstünü, onun vasiyetine uyarak bir çınar ağacının altında bir parkta açacağız...”
“...yine binlerce insan kin, nefret ve vahşet üçgeninde canlarını yitiriyor. Yine insanlığın ortak zenginlikleri yok ediliyor, yıkıma uğratılıyor. Bir avuç egemen ve silah tüccarı dışında savaşların kazananı yok. Barışa en çok ihtiyacımız olan günleri yaşıyoruz. İşte bu nedenle biz, savaşların sonuçları olan acı ve yıkımların tekrarlanmaması için, savaşsız, sömürüsüz güzel günler için, ülkemizde, sınırlarımızda ve dünyada barış talebimizi haykırmak için bir araya geliyoruz. Bu buluşmada aramızda savaşsız ve sömürüsüz dünya mücadelesinin büyük ismi dünya şairi Nazım Hikmetimiz de olacak. İsmiyle anılacak olan parkta onunla kucaklaşacağız...”
\'...Dikili'den, ülkemizde, sınırlarımızda ve tüm dünyada barış için sesleneceğiz. 'Çocuklarımıza kıymayın efendiler' diye haykıracağız...”
Haykıracağız; daha gür haykırmalıyız!
Dikili’ye hoşgeldin Nazım...
Dikili’ye onur verdin...
Hoşgeldin...
savaşsız ve sömürüsüz bir dünya düşü...
Hoş geldiniz; adları binbir çeşit barışın çocukları
|