Nazlı Ilıcak’ın hüngür hüngür ağlayarak okumaya çalıştığı “kürtajda öldürülen bebeğin annesiyle konuşmasını” anlatan ‘mektup’ benim de yıllar önce okuduğumda, kanımı dondurmuş, gözlerimden sicim gibi yaşlar akmasına neden olmuştu...
Anne karnında kürtajda öldürülen bir bebeğin ağzından yazılırcasına kaleme alınmış, çok çarpıcı bir mektuptur o mektup...
Dün Sağlık Bakanı “Anne karnında 10 haftalık bebeğin, yüzünün, kollarının, bacaklarının belirdiğini” belirterek “bunun bir can alma olduğunu” söylüyor...
Bu yönüyle haklıdır Sağlık Bakanı...
Ancar her istenmeyen durumda hamile kalan kadının veya genç kızın, doğurmak zorunda olması da çok büyük toplumsal yaralara yol açar...
***
“Bilimsel kurul konuyu inceliyor” dedi Sağlık Bakanı...
Bizce anne karnındaki bebeği; yüzü, kolları, bacaklarının teşekkül ettiği 10 haftadan önceki bir tarihte, -4 veya 6 hafta olabilir- istenmeyen hamileliğe son verme hakkına sahip olmalı...
Bugün uygulanan 10 hafta bebeğin artık bebek olarak oluştuğu tarih olduğundan, bir canlının yok edilmesi anlamına gelen bu uygulama doğru değil...
Ancak istenmeyen hamileliğin toptan uygulama dışı tutulması ise toplumsal açıdan bir cinayet...
Bu durumda istenmeyen hamilelikte bebek daha bebek olarak teşekkül etmeden, dört ya da altı hafta içinde bu operasyon gerçekleşebilir...
Daha sonrası için “bebeğin öldürülmemesi” görüşü ağır basmalı...
Dikkat edilecek nokta şu;
Bu olay bir ego savaşı konusu değil ve olmamalı...
Sorunun iki yönü var...
Elleri, kolları, yüzü teşekkül etmiş bir bebeğin anne karnında öldürülmesine karşı çıkanlar kendilerine göre hatta genel normlara göre haklıdırlar...
“Bir bebeğin katli”ni kabul etmemek haklı bir taleptir...
Buna karşın her istenmeyen hamileliğe doğum zorunluluğu getirmek, toplumsal açıdan bir başka felakete yol açar...
İstenmeyen hamilelikten kurtulma süresini bilimsel kurulların verilerine göre “bir bebeğin olma evresinden önceye çekmek, dört ile altı hafta arasında bir tarihe geriletmek” doğru görünüyor...
Bu bir orta yol değil...
Cinayetle, toplumsal cinayet arasında doğruyu ve makulu bulma sanatı...
*****
“İNSAN DEDİĞİMİZ VARLIK NASIL OLUŞUYOR?..”
Kürtaj meselesini “insan nasıl oluşuyor?” sorusu çerçevesinde almak, bir miktar aydınlatıcı olacak sanırım...
“Tümel akıl bir birimin, bir mananın oluşmasına irade gösterdiği anda, o birim o varoluş amacını gerçekleştirecek enerji olarak hayata atılmış olur...
O birimin burada “kaderi” söz konusudur...
Bazı ‘birimler’ ta insanlığa kadar ulaşır...
Bazıları ise daha önceki noktalardan dönüşe geçerler...
O birim insan olmak üzere varolmuş ise, enerji-ışın-atom-molekül-hücre yapılarından geçerek, yani bu dönüşümleri tamamlayarak ‘insan’ halini alır...
Bu geçiş aşamalarının her birinde, o ‘birim’in amacı, sadece içinde bulunduğu aşamayı tamamlayabilmektir...
***
Örneğin, salt ‘enerji’ halindeyken, bu ‘hali’ tamamlayıp çok yüksek frekanslı dalga boyu olmayı diler...
Bu olduktan sonra, daha yoğunlaşmayı diler...
Ve nihayet dönüşümler onu atom olma haline getirir...
Atom sürecinin bir sonrası ‘maddeleşmedir...’
Maddeleşmeden sonra ‘nebatlaşmaya’ (bitkileşme) geçer...
Nebatlaşmanın (bitkileşmenin) sonu, insan olması mukadder (kaçınılmaz) olanlar için, insanların yediği hayvanlardan olmaktır...
***
Ondan sonrası ise hayvanlık ve nihayet insan vücuduna geçiştir...
İnsan vücuduna geçtikten sonra ise, hedef bir ‘sperm’ olabilme aşamasına gelebilmektir...
‘Sperm’ olduktan sonraki en büyük aşama ise bir ‘yumurta’ ile birleşerek nihayet insanlığa ilk adımı atabilmektir...
Bir insanın bu hale gelebilmesi dokuz aya değil, çok daha uzun yıllara uzanır...
Kişinin tabiatı yani huyu, karakteri kendi çizdiği yol üzerine gelişir...
Böylece bir şahsiyet ortaya çıkar...
Bunun başlangıcı ise o ceninin dördüncü ayıdır (Dördüncü ay kişinin tabiatının, huyunun oluşması evresi bebek olarak teşekkül etmesi değil...)
***
Her ‘birim’in amacı vardır...
Bir noktadan çıkar, bir daire çizer ve tekrar o çıktığı noktaya döner...
‘Birim’ çıkış noktasından sadece bir amaç ve bir hedefe yönelik olarak hareket eder...
Bu amaç bazısında kısadır, bazısında uzun...
Bazısı çıkış noktasına ışınsal yapıdan döner...
Bazısı atomlaşmadan...
Bazısı nebatlaşmadan (bitkileşmeden)...
Bazısı hayvanlaşmadan...
Nihayet bazısı da insanlaşmadan sonra döner...
***
İşte bir ‘birim’ insanlaşmayı tamamlarsa, o zaman ‘insan’ ismine hak kazanır...
Ve bu birimlerin arasında bu isimle anılır...
Ancak gerçekte o, bu ismi kazanmadan evvel de bize göre mevcuttur ve birim olarak amacına uygun çizgide yürümektedir...”
(Ahmed Hulusi’nin Evrensel Sırlar kitabından.)
*****
ÇEKMEYEN CEP TELEFONUM İÇİN BAZ İSTASYONU KURDURTMADIM!..
Dünyanın dört bir yanında Turkcell’le konuşabiliyorum, fakat ne yazık ki, 0532’li numaramla “evden” doğru düzgün telefonla konuşamıyorum...
Telefon evin bazı bölgelerinde resmen çekmiyor...
Telefonda konuşurken çeken noktada sabit kalmam ve hiç hareket etmemem gerekiyor...
Biraz hareket ettim mi, ben karşımdakinin ne söylediğini duyamıyorum...
Turkcell’de birçok dostum var...
Üstelik CEO’su Süreyya Ciliv en yakın arkadaşlarımızdan birinin ortak dostumuz olduğu yakın bir kardeşim...
Kendisine hiç söylemedim, fakat iş “televizyonlara canlı bağlantılarımda sorun çıkarmaya başladığında” Turkcell’cilere haber saldım...
“Arkadaşlar ben İstanbul’un göbeğindeki evimden doğru düzgün, kesilmeyen bir hatla konuşamıyorum... Televizyonlar gece programlarda canlı bağlanmak istediklerinde, ‘bilemiyorum’ diyorum, ‘telefon kesilmezse konuşurum...’ bu iş artık yürümüyor... Gelin bir çare bulun...”
***
Gönderdiler iki arkadaş...
Ellerinde bir bilgisayar alet edevat ölçüm yapıyorlar, evin neresinden çekiyor neresinden çekmiyor diye...
On dakika sonra karar verdiler ki “birçok hat karıştığından” gerçekten de çekmiyor Turkcell hattı evden...
“Küçük çaplı bir baz istasyonu kurmamız lazım size Reha bey” dediler...
Böyle teknolojik işlerden pek anlamam...
Fakat sağır sultan duydu ki baz istasyonları “direkt kanserojen etkisi” yaratan dalgalar yaymaktalar...
“Arkadaşlar” dedim, “Benim küçük iki tane çocuğum sürekli evde... Ben bu baz istasyonunu evin içine ya da yanıbaşına kurdurtmam... Kanser yapıyor diyorlar... Başka bir formül bulalım...”
***
Görevliler dakikalarca bana anlatmaya çalışıyorlar ki, düşük düzeydeki baz istasyonu hiçbir şey yapmayacaktır...
Hiç merak etmemeliyim falan filan...
‘Laf olsun torba dolsun, işler daha fazla sorun çıkarmadan hallolsun’ türünde mazaretlere karnım tok...
Görevli “siz merak etmeyin kanser falan yapmıyor” diyecek ben de “tamam diyeceğim, kurun o zaman...”
O her söylenene kafadan inanma devirlerini geçirmişiz, kimin neyi niye söylediğini anlayacak yaşa ve kemale ermişiz artık...
“Yok öyle şey arkadaş” dedim, “sen bana kuracağın baz istasyonunun kanserojen dalgalar yaymadığını resmen bildir, ben kararımı ona göre vereyim... Ya da bana başka bir formül bulun ki evden telefonla konuşabileyim...”
Tahmin ettiğim gibi, “başka formül yok” dediler, baz istasyonlarının kanser açısından hiçbir risk içermediğine dair bir belge de vermeyi reddederek gittiler...
***
Dün haber patladı...
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu “baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı olduğu ve şehir dışına çıkarılması gerektiği yolundaki yerel mahkeme kararını onadığını” açıklandı...
Yargıtay’ın kararında baz istasyonlarının uzun sürede insan sağlığına zararlı olacakları belirtilerek, yerel mahkemenin kararının onandığı açıklanıyor...
Şimdi evimde çekmeyen cep telefonu için gelip “hiçbir şey olmaz” diyen gerçeği kendinden menkul görevli arkadaşın yüzünü görmek istiyorum...
Muhtemelen diyecek ki “Gerçekte bir tehlike oluşturmuyor... Mahkeme psikolojiyi bozduğunu söylüyor...”
Oysa olay yeterince açık eskilerin deyimiyle sarih...
Şimdi merak ediyorum...
Afrika çöllerinde çeken Turkcell ne yapacak nasıl yapacak da, İstanbul’un göbeğinde hatlardaki karışıklığı yok edip, konuşmamı sağlayacak...
“Görevli arkadaş başka bir formülümüz yok” demişti...
Onu bir formül bulmaya zorlamak için şöyle bir formül geliyor aklıma:
“Televizyon canlı yayınlarına arka arkaya bağlanacağım... Evin içinde çalışma bürosunda yürüyerek canlı yayında konuşmaya başlayacağım... Tabiatıyla kısa bir süre sonra hat gidecek... Stüdyoda ses kesilecek... Bir daha aradıklarında Turkcell çekmiyor benim evden kusura bakmayın diyeceğim... Yine yürüyeceğim... Yine kesilecek... Yine bağlanacaklar, yine çekmiyor diyeceğim...
Çekene kadar yürüyeceğim...”
|