İletilerinizi bekliyorum...

gulerbugday113@gmail.com

Facebook

    (Güler Buğday)

Twitter

    twitter.com/gulerbugday

 

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI

25 Kasım 2015 Çarşamba, 16:29

Cumhuriyeti kuran parti, artık laik cumhuriyeti yıkanlara, tek adam diktasını dayatanlara ve korku imparatorluğu yaratanlara engel olamıyor!

Bursa Bamsz | letiim | zgemiim | Kitaplarm | Hakkmda Yazlanlar | Animasyonlu iirler

Ana Menü

» Ana Sayfa

» Haberler

» Yazılarım

» Yazarlar

» İletişim

» Künye

» Bize Yazın

» Bağlantılar

ATATÜRK Diyor Ki;

Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

HABER

Kürtler, Türkler’den daha fazla bir arada yaşamak istiyor!

Kürtler, Türkler’den daha fazla bir arada yaşamak istiyor!

28 Ağustos 2012 Salı, 10:02

GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SEZGİN TANRIKULU (2):

Mine ŞenocaklıAcının sıradan hale gelmesi, acının ortaklaşmaması Kürtler ve Türkler arasındaki ayrışmayı hızlandırıyor. Artık herkes kendi dünyasını okuyor sadece. Kendi acısını yaşıyor. Aslında Kürtler hâlâ birlikte yaşamak istiyor. Hatta Türklerden de fazla... Ama eşit, özgür, kendi kültürleri ve kimlikleriyle... Sorun da buradan çıkıyor zaten. Komşusu, “Madem bunları talep ediyorsun, ben seninle komşu olmam” diyor...

- Dünkü konuşmamızda, “Meclis’te olmazsa camide musalla başında toplanacağız” demiştiniz... Dün bazı okurlarımız arayıp, “Toplansalar ne olacak? Başbakan, ‘Bizim kapımız herkese açık’ diyor, gitsinler. Niye gitmiyorlar?” diye sordu. Ben de size sorayım. Toplansanız ne olacak?

Bakın, Başbakan Rize’de açıklama yaptı, dedi ki “Bizim kapımız herkese açık!” Şimdi bu üslup sorunu çözme niyeti olan Başbakan’ın kullanabileceği bir üslup değil. Biz niye gidelim? Gittik bir sefer. Sonra biz AKP’nin şubesi ya da Başbakan’ın memurları değiliz ki, biz gidelim AKP Genel Merkezi’ne! Ayrı bir siyasal partiyiz, Meclis’te grubumuz var. Bizim ortak bulunacağımız kapı, Meclis kapısıdır! Bir kere kendisinin bugüne kadar gelmesi lazımdı bize. Sadece CHP’ye değil, MHP’ye, BDP’ye de gitmesi lazımdı. Kapılarını çalması lazımdı. Hatta çözüme katkı sunacak Meclis dışındaki partilerin, diğer etki alanına sahip siyasi aktörlerin, sivil toplum örgütlerinin de kapısını çalması lazımdı. Ama Başbakan’a sorsanız diyor ki, “Ben her şeyi yaptım. Dolmabahçe’ye çağırdım, herkesi dinledim. Artık kimi dinleyeceğim?” Bizim sorunu tarif etme ve çözüm yöntemimizle, Başbakan’ın anladığı çok farklı. Dolmabahçe Sarayı’na sanatçıları, aydınları çağıracaksın, üç saat görüşeceksin, “Ben dinledim bunları” diyeceksin, olacak bu iş! Olmaz. Meclis’te bu sorunun çözümüne katkı sunacak, hatta sorun bitene sürekli çalışacak bir komisyonun kurulması lazım. Türkiye’nin bunu görmesi, örgütün de Meclis’te böyle kararlı bir irade olduğunu, silaha, şiddete, teröre karşı siyasi partilerin birlikte çalıştığını görmesi lazım. Toplumun da bundan güç alması lazım. Ancak bu şekilde Meclis’in çalışmasıyla örgüt siyasal ve toplumsal meşruluğunu kaybeder ya da toplumdaki bu etkisi en aza iner. Ama bu Meclis bunu yapmadı bugüne kadar. Hükümet de bu konuda yardımcı olmadı. Zaten üslubu ortada Başbakan’ın, ayrıştırıcı, öfkeli... Siyaset anlayışı da hızla demokrasiden uzaklaşıyor... Mesela Antep’teki cenaze tablosunda bir yanlışlık vardı ama kimse onun üzerinde durmadı...



Antep’teki cenazede bir yanlışlık vardı ama kimse üzerinde durmadı

- Hangi tablo?

Cami avlusundaki tablo... Başbakan Erdoğan, CHP lideri Kılıçdaroğlu, MHP lideri Bahçeli ve bakanlar yan yana duruyorlar... Başbakan’ın oğlu da ön sırada protokolün arasında...

- Benim de dikkatimi çekmişti, beyaz gömleğiyle...

O tabloyu Başbakan’ın siyaset anlayışı bakımından söyleyeyim; kendisini kral gibi görüyor. “Her şeyi ben yaparım, ben bilirim, ben bu halktan çok büyük destek aldım” diye bir ego şişkinliği içinde Başbakan. Kendisi dışında kimseyi görmüyor. Şimdi ailesi de giderek o noktaya geliyor. İşte eşinin, Esma Esad için üstten konuşmalarını gördük...

- “Ona kalbimi açtım. Benim için büyük hayal kırıklığı” demişti Emine Erdoğan... O sözlerde sizi rahatsız eden ne var?

Bu dil gerçekten de normal siyasetçilerin dili olmaktan çıktı artık. Şimdi Antep’te musalla taşı önündeki o fotoğrafa bakıyorsunuz protokol yan yana dizilmiş... Başbakan, CHP lideri, MHP lideri, bakanlar... Ve aralarında Başbakan’ın oğlu... En önde... Arkasında da milletvekilleri. “Ne olacak, bunda ne var?” demeyin. Mütevazı bir adam olsa ne yapar? Eğer cenazeye gitmişse, arkada bir yerde durur, cenaze namazını kılar. Ama o öyle mi yaptı? Hayır. Hem niye oraya gitti Bilal Erdoğan? Antep için mi gitti? Babasının uçağına bindi, teyzesinin cenazesine gidecek. Uçak Antep’e indi, oradan Rize’ye gidecekler beraber. Tamam gitsin babasının, Başbakan’ın uçağına binsin, kimsenin itirazı yok ama cenaze için gitmediği belli Antep’e... Bari mütevazı olsun, arkada dursun. Başbakan eskiden belki böyle değildi, bilmiyorum. Ama şimdi ne kendisi ne de ailesi hiç mütevazı değil. Kimse gidip Bilal Erdoğan’ın kulağına fısıldayamaz, ne koruma müdürü, ne protokol müdürü, “Ya senin yerin burası değil, arkada dur” diye... İşte bu tabloda yanlış olan bu. Bu, alıştıra alıştıra hükmetmenin, artık aile olarak hükmetmenin bir fotoğrafıdır. Tıpkı Ortadoğu’daki diğer liderler, krallar gibi... Onlara özeniyor Başbakan... O yüzden de Kürt meselesini demokrasiyle, özgürlüklerle, gerçekten toplumun mutabakatını sağlayarak çözme konusundan çok uzaklaştı. Öyle bir niyeti yok artık. Bu yüzden MHP’leşiyor. Bu yüzden 2005’te Diyarbakır konuşmasında, “Bu ülkede Kürt sorunu vardır, bu sorun benim de sorunum” diyordu, 2011’in Mart ayında Muş’ta, “Artık Kürt sorunu yok, benim Kürt kardeşlerimin sorunu var. Açık söyleyeyim, Apo’yu peygamber gibi görenlerle benim işim olmaz” dedi. Kucaklayıcı bir dilden, ayrıştırıcı, milliyetçi ve ırkçı bir söyleme geçti. Bu gidiş ürkütücü. Hâlâ da bunu sürdürüyor.

Türkiye çözülüyor

- Antep’teki saldırıyı öngörmüş müydünüz peki?

Mayıs ayından itibaren böyle bir tablo oluşabileceğini aşağı yukarı herkes öngörebiliyordu.

- Amerikalılar aylar önceden senaryoları bile yazmışlar...

Evet. Biz de aşağı yukarı konuşmalarımızda, sohbetlerimizde bunları dile getiriyorduk. Sonuçta bu yaz aylarının çok sıcak geçeceğini, Türkiye’nin metropollerinde eylem olabileceğini, örgütün buna hazırlık yaptığını, belli yayınları takip ettiğiniz zaman anlıyorsunuz. Dolayısıyla biz biraz da o nedenle Başbakan’a gittik, “Meclis’te bir Mutabakat Komisyonu kurulsun” dedik. Eğer o zaman kurulmuş olsaydı bu komisyon, çalışmalarına başlasaydı, siyasette bir ortaklaşma olsaydı belki de bugünleri yaşamayacaktık. Ama Başbakan bir irade, bir birlik tablosu ortaya koymadı. Şimdi camide bir araya gelmişler gözyaşıyla ortaklık arıyorlar. O gözyaşları sahte gözyaşları.

- Çok ağır bir itham bu...

Gerçekten sahte. Çünkü iki gün sürüyor. Biz Antep’te ölen çocukların ismini hatırlayacak mıyız? Hatırlamayacağız! Uludere’de PKK’lı diye öldürülen çocukların ismini peki? Hiç öğrenmedik bile! İki gün gel, orada gözyaşı dök, ondan sonra devlet ana, devlet babalığa bürün, “Acı benim acımdır” de, ama insanlar ölmeye devam etsin! Bu doğru bir yöntem değil. Başbakan, sürdürülebilir çatışma politikasından, sürdürülebilir çözülme politikasına geçti. Türkiye çözülüyor çünkü.

- Nasıl?

Bu sorun çözülmediği sürece Türkiye ayrışıyor, çözülüyor.

- PKK nasıl oluyor da böylesine bir ortamda 15 yaşındaki kız çocuklarını dağa çıkmaya ikna ediyor?

Gençlerin katılması açısından hiç iknaya, özel bir propaganda yapmaya gerek yok. 28-30 yıldır devam eden bir çatışma, 36 bin de ölüm olayı var. Bunun üzerinden 2-3 milyon insanın yerinden edildiği bir ortam var. Yüz binlerce insanın gözaltına alındığı, tutuklandığı, serbest bırakıldığı bir ortam var. Bu ortamların yarattığı mağduriyet ve travma zaten örgütün kaynağı, yeni bir şey yapmasına gerek yok ki! Bir de bunlar tamir edilmemiş, bu travma ortadan kalkmamış henüz, devam ediyor. Kürt gencin ağabeyi, amcaoğlu, dayıoğlu dağda. O da gidiyor. Gidelim Ankara Emniyet Müdürü’ne soralım, kaç üniversite öğrencisi Ankara’dan gidip örgüte katılmış, soralım. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden çocuklar gidiyor, örgüte katılıyor. Şırnak’tan, Batman’dan, Diyarbakır’dan gelmiş ODTÜ, Hacettepe gibi üniversiteleri kazanmışlar. Kazanmak kolay mı? Sonuçta sokakta dolaşan çocuklar da değil bunlar. Zeki gençler. Onlar da gidiyorlar. Dolayısıyla bunun için bizim hem dağdan inmeyi sağlayacak hem de dağa çıkmayı önleyecek bir meşruiyet alanı yaratmamız lazım. O yüzden ısrarla Meclis’te toplanmalıyız diyoruz. Bu gençleri dağdan indirmek için sihirli adım budur. Bizler Meclis’te o iradeyi göstermeliyiz ki artık Kürtler sadece ‘Bizim çocuklarımız’, Türkler sadece ‘Bizim çocuklarımız’ demesin...

- Peki niye böyle? Niye insanların yüreklerine dokunmuyor başka ölümler?

Şimdi kabul edelim ki Kürtler örgüte karşı bir irade ortaya koymuyorlar. En azından sessiz kalıyorlar, yapılanları onaylamasalar bile... Bunu dışarıya dönük söylemiyorlar. Ama biliyorsunuz 2008’de biz yapmıştık. Hem de etkili bir şekilde. Diyarbakır’da 5’i çocuk 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan PKK eyleminden sonra sivil toplum kuruluşları olarak toplanıp, bu terör eylemini protesto etmiştik. “Diyarbakır halkı derin bir üzüntü içindedir ve yaşananlar halkımızda bir öfke yaratmıştır. Bu olayı biz terörist bir olay ve vahşet olarak değerlendiriyoruz. Diyarbakır’ı vahşete teslim etmeyeceğiz. Bu olayı kınıyor ve bir daha olmasını istemiyoruz. Terörün adlandırılması konusunda bir sıkıntımız olmadığının da bilinmesini istiyoruz. Diyarbakır her türlü teröre karşıdır” demiştik.

- Hatırlıyorum, o açıklamayı yapanlar arasında Diyarbakır Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya, Diyarbakır Tabipler Odası Başkanı Adem Avcıkıran, Diyarbakır İHD Başkanı Ali Akıncı da vardı. O günlerde bu açıklamayı yapmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Zira bir süre sonra Diyarbakırlı işadamı Raif Türk’le bir söyleşi yapmıştım. “Bu ülkeye tek bayrak yeter” demişti. Sonra madenleri basılıp yakıldı...

İşte biz o ortamda tepkimizi bir araya gelip ortaya koyduk Diyarbakır’da...

- O olaya Aysel Tuğluk’tan da tepki gelmişti. Tuğluk, “Çocuklar öldürülürken ne söylenebilir? Göğsünde çarpan bir yürek taşıyan hiçbir canlı bunu kabullenemez. Böyle bir acının bir daha yaşanmaması için elimizden geleni yapacağız, karşısında duracağız” demişti. Ama sonra yaşananlar ortada. O sözler çoktan unutulmuş gibi görünüyor...

Evet. O zaman ilk defa öyle bir şey oluyordu... Peki şimdi öyle bir şey görüyor musunuz? Aradan 5 yıl geçti kimseden bir ses duyuyor musunuz? Bu sadece sivil toplum örgütlerinin kabahati mi peki?

- Sizce bunun sebebi ne?

Bir sürü şey oldu. Başbakan da bu hükümetin bakanları da sivil toplum örgütleriyle olan temaslarını sistematik bir biçimde azalttılar, hatta bitirme noktasına getirdiler. Bununla da kalmadılar, Başbakan sivil toplum örgütlerini aşağıladı, başkanlarını azarladı. Sonra kendi bakanlarını bile azarladı. Sivil toplum örgütlerinin görevi ne? Ne yapacaklar? Bir taraftan ne olmaması gerektiğini söyleyecekler, diğer taraftan da devlete “Sen de bunları yapma ya da yap” diyecekler. Böyle olur ancak. Ama Başbakan “Siz nasıl bana bir şey söylersiniz?” diye bütün sivil toplum örgütlerini dışladı. Sadece bir bildiriye imza attı diye bir sivil toplum örgütünün yöneticisini kaç AKP’li milletvekili ve bakanın aradığını ben biliyorum. “Oradan imzanı çekeceksin yoksa mahvederiz seni” diye...

- O sivil toplum yöneticisi ne yaptı?

Sustu... Şimdi bir bildiri, bir açıklama ya da kitlesel bir karşı koyuş duyuyor musunuz? 3-4 tane siyasallaşmış aktör devrede oluyor sadece, onun dışında ses yok. Toplum vicdanını harekete geçirebilecek sivil toplum örgütlerini kaybettik. O zaman ne yapmalıyız? O etkili çalışmayı Meclis’te göstermeliyiz. Çünkü bunun üzerine Kürtler yavaş yavaş diyecekler ki, “Tamam kardeşim, sen bizim adımıza silah kullanma, kullanmamalısın!” Bunu diyecek bir ortama gelmeliyiz. Ancak o zaman örgüt kendi tutumunu gözden geçirir. Ama şimdi o ortam yok. Eskiden hiç olmazsa sivil eylemlerle bir karşı duruş oluyordu. Şimdi sivil eylemlerle de toplumun bir karşı koyuşu maalesef yok.

- En azından Gaziantep’ten sonra Hrant Dink’in cenazesindeki gibi bir yürüyüş olmasını bekledim... O da olmadı. Kürt ve Türk kadınlar bir araya gelseler, güçlü bir şekilde “Yeter artık çocuklarımız ölmesin” deseler keşke... Ama bakıyorum, öyle bir şey de yok...

Toplumda sinmişlik, kabullenmişlik var. İşte o yüzden şiddet sıradanlaştı diyorum. Sıradan hale geldi, insanlar kanıksadı. Her gün her yerde cenaze var ya! 50 bin insanın ölümünden bahsediyoruz. Koskoca Bask meselesinde ölen insan sayısı sadece 800! Bu kadar kanıksadık ölümleri, olağan hale getirdik. Bu çok tehlikeli bir gidiş.

Güçlendirilmiş yerel yönetimle bir arada yaşamak mümkün

- Yıllar önce “Artık Kürtlerle Türkler evlenmiyor, ayrışma başladı” demiştiniz. Sonra bir araştırma yapıldı ve gerçekten de evlenmedikleri ortaya çıktı. Şimdi nasıl bir ortam görüyorsunuz?

Ayrışma süreci alttan alta hızlanıyor. Spesifik olaylar var. Mesela İstanbul’da, Ayazağ’da Kürt işçiler bir kız meselesi yüzünden orayı terk etmek zorunda kaldılar. İstanbul’un merkezinde oldu bu. Dalyan’da olan olayları biliyoruz. Ufak tefek Türkiye’nin çok değişik yerlerinde böyle olaylar var. Uyuşmazlıklar artıyor. Ama diğer taraftan da şunu görelim; yapılan araştırmalar da gösteriyor zaten, Kürtler daha fazla birlikte yaşamak istiyorlar. Halen o oran, yani komşulukları sürdürme istekleri Türklerden daha fazla. Bir arada yaşamak istiyor Kürtler...

- Peki nasıl? Bu şekilde mi yaşamak istiyorlar? Yoksa adını koyalım, federasyon mu, özerklik mi istiyorlar?

Kendisini, kimliğini Kürt diye tanımlayan insanlar Türkiye’nin her yerinde yaşıyorlar şu anda. Ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu’da ama Türkiye’nin her yerinde... Yaşadıkları yerde de artık kimlikleriyle, kimliklerinden kaynaklanan haklarla yaşamak istiyorlar. Yani kendilerini tanımladıkları şekilde, kültürleriyle, eşit ve özgür yaşamak istiyorlar. Ama diğer taraftan böyle bir taleple karşı karşıya kalınca tepki gösteren, en azından yadırgayan yaygın bir kesim var Türkiye’de. “Madem bunları talep ediyorsun, ben seninle komşu olmak istemem” diyen bir karşıt algı var.

- Türkiye çözülüyor demiştiniz az önce... Bunu mu kastetmiştiniz?

Türkiye çözülüyordan kastım şu; bu sorun çözülmediği sürece Türkiye ayrışıyor ve kutuplaşıyor. Kürtler eşit, özgür ve kendi kimlikleriyle yaşamak istiyor. Tabii ki Kürtlerin içinde başka talepleri olan yurttaşlarımız da var. Hatta Türklerin içinde de, “Kürtler ayrı yaşasın” diyenler var. Ama benim gördüğüm, Kürtlerin esaslı talebinin Türkiye’de bir arada yaşamadan yana olduğudur. Tabii eşitlik temelinde.

- Eşitlik temelinden kastınız ne peki?

Yurttaşlık hakları... Kendilerini bu cumhuriyete bağlı hissedebilecekleri bir anayasal ortam, bir demokratik ortam istiyorlar. Bana göre güçlendirilmiş yerel yönetim sistemiyle mesela Avrupa Konseyi yerel yönetim şartlarının hayata geçirilmesiyle bu mümkün. Ağırlıklı olarak Kürtlerin talebinin bu olduğunu görüyorum. Ama farklı düşünenler olabilir. Her demokraside olduğu gibi...

Hâlâ bozulmayan bir DNA’sı var bu toplumun

- Şehit olan gencecik askerler Kürtler üzerinde nasıl etki yapıyor?

Acının sıradan hale gelmesi, acının ortaklaşmaması aradaki mesafeyi açıyor.

- Okumuyorlar mı, televizyonda izlemiyorlar mı onları?

Çok az okunuyordur. Herkes kendi dünyasını okuyor sadece. Maalesef öyle.

- Yani o şehit haberleri, Antep olayı, Diyarbakır’daki halk arasında yaşananlar?

Konuşsanız, kınayacaklar, üzülecekler ama o kadar. Daha ötesi yok ki! Bunu yapanlara karşı bir kitlesel hareket, bir karşı çıkış yok.

- Mesela beni Uludere’deki kazadan sonra yaralanan askerin yardımına koşan Kürt kadın çok etkilemişti...

Evet... Oğlu 6 ay önce Uludere’deki faciada yaşamını yitirmiş, ama o askere koşuyor. Onu dizlerine yatırıyor. Yani hâlâ bu toplumun bozulmayan bir DNA’sı var bir bütün olarak. Bin yıldır devam eden bir kardeşlik bağı var. Bu yüzden ben Kürtlerin ekseriyetinin bir arada yaşamadan yana olduğunu düşünüyorum hâlâ. Ama bu imkanı giderek elimizden kaçırıyoruz. Bir araştırma yayınlandı, 2009 ile 2011 yılları arasında çok korkunç bir değişim var Türkiye’de... Kürtler ve Türkler negatif değişimler yaşıyor. Dolayısıyla Türkler’deki ve Kürtler’deki bu negatif değişimi, bir arada yaşama arzusunu azaltan değişimi bizim ne yapıp ne edip durdurmamız lazım.

- Ama birliktelik giderek zorlaşıyor diyorsunuz...

Gerçekten zorlaşıyor. Bu politikalarla zorlaşıyor. Ortadoğu’daki gelişmelerle zorlaşıyor. Ama gördük işte, Çorum’da bir köylü ne yapacaksa belki daha fazlasını Uludere’deki insanlar yaptılar, sırtlarında taşıdılar askerleri... Kürt kadın dizinde son sözünü söyletti askere. Bunlar da var. Ama belki 1-2 gün yazıldı Uludere’deki tablo, birkaç gazetede manşet oldu... Bizim bu örneklerin üzerinde daha fazla durmamız, onları daha fazla işlememiz, onlara daha fazla değer vermemiz lazım. Batı’daki acıyı da aynı şekilde Doğu’ya göstermemiz lazım. Ancak böylece ne olup bittiğini birlikte anlayabilir, acının boyutlarını birlikte kavrayabiliriz.

BDP ve PKK kucaklaşması doğru bir fotoğraf değildi!

- Peki, BDP PKK buluşması, kucaklaşması... Nasıl yorumluyorsunuz?

O fotoğraf doğru bir fotoğraf değil. Karşılaşmış olabilirler ama o tarzda bir fotoğraf doğru değil... Bu fotoğraflar, bu tablolar bu ortam içinde BDP’nin siyasi işlevini ve Türkiye kamuoyu nezdindeki inandırıcılığını azaltıyor. Oysa BDP’nin kendi siyasal işlevini koruyan bir tablo ve fotoğraf içinde olması gerekir. -BİTTİ

Kaynak : Mine Şenocaklı /VATAN

Yazarlar

AKP ‘darbeyi’ kapatacak

25 Ekim 2016 Salı, 12:14


AKP ‘suç ortağı' arıyor

Mustafa Ünal /ZAMAN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:28


Koalisyona ‘derin devlet’ dokunması!

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Haziran 2015 Cuma, 09:21


Cumhurbaşkanı azınlık hükümetini engelleyemez

Erhan BAŞYURT/BUGÜN

12 Haziran 2015 Cuma, 09:16


Ya Koalisyon ya Başkanlık...

Eren Erdem/YURT

12 Haziran 2015 Cuma, 08:58


Kırılma noktası!

Güngör Mengi/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:45


AK Parti’yi Kürtler neden terk etti?

İbrahim Kiras/VATAN

12 Haziran 2015 Cuma, 08:42


Ali İsmail…

Bekir Coşkun - Sözcü

23 Ocak 2015 Cuma, 09:34


Bu memleketi çiftliğiniz mi sandınız?

Mehmet Kamış/ZAMAN

14 Ocak 2015 Çarşamba, 09:39


Charlie’ye saldırı Bursa’da protesto edildi

Can Ertan /HABER

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:57


Kobane'den Paris'e emperyalizm ve laiklik

Özgür Şen

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:17


AKP’nin IŞİD çıkmazı

Hüseyin ALİ/Özgür Gündem

14 Ocak 2015 Çarşamba, 08:10


Siyasi etik yasası çıkarılmalı

Serpil Çevikcan/Milliyet

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:37


MİT’in sicili

Gültekin AVCI/BUGÜN

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:17


İslamofobi ve provokasyon

İhsan ÇARALAN /Evrensel

12 Ocak 2015 Pazartesi, 09:11


Seçimi böyle kazandık: “VİCDANEN RAHATSIZIM”

Hüseyin Özay/Taraf

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:32


AKP’nin erkek aklı özgür kadından korkuyor

Zilar STÊRK/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:25


Barışı, ancak özgürlükler besler

Hüda KAYA/Özgür Gündem

12 Ocak 2015 Pazartesi, 08:14


Bilim siyasetin elini öptüğünde...

Cüneyt Ülsever/YURT

11 Ocak 2015 Pazar, 10:19


Sabri Uzun da “cadı avı”na katıldı

Nazlı Ilıcak /BUGÜN

11 Ocak 2015 Pazar, 10:18

Son 20 Yazım

CHP, NEDEN İKTİDAR VE UMUT OLAMIYOR, 7 HAZİRAN VE 1 KASIM SEÇİM SONUÇLARI


AHMET İSVAN, CUMHURİYET ÇINARI VE EFSANE BAŞKAN


GERÇEK VE NAMUSLU SOLCULAR GÖREV YİNE SİZE DÜŞTÜ.


ÇARŞAFI ÇIKARDI, PEÇEYİ ATTI VE GÖZLERİNİ YUMDU!..


12 Eylül Faşizmi unutuldu mu?


Yıllar önce Yasin El Kadı'yı yazmış ve uyarmıştım:KEFİL OLANA KEFİL MİSİNİZ ?


Yıllar önce yazmışım \\\\\'ÇANKAYA SIRAT KÖPRÜSÜ!\\\\\'


Tüm Dostlara Teşekkür…


Erdoğan, haysiyet cellatlığı yapıyor: Bağırdıkça korkuttuğunu, hakaret ettikçe sindirdiğini sanıyor!


Gülen Cemaatinin ‘Altın Nesil’ hedefi:


Endişeliyiz, Kaygılıyız, Hatta Kırgın ve Öfkeliyiz, Ancak Çözümsüz ve Umutsuz Değiliz...


Ülkelerin ve Toplumların Uygarlığı Çocuklarına Yaptığı Yatırımla Anlaşılır.


Kardeşlik Kanla, Barış Sözle Olmaz...


Sayın Başbakan, ‘Marjinal’ değilim ama isyanlardayım


CHP Milletvekilleri Gezi’de Gökkuşağı çocuklarının yanında…


Çapulcu Halkın Okuduğu Şiir!


“İNSANLAR İHANETE TUTSAK” Diyerek Yeniden Merhaba…


Dost Okurlarımdan Kısa Bir Süre İzin İstiyorum.


Sadece İnsan Olmak!


Annemin de Başını Ezerler mi?

Takvim

Pt Sl Çr Pr Cm Ct Pz
123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
282930
info@bursabagimsiz.info.tr

Bursa Bağımsız adlı, www.bursabagimsiz.info.tr adresinde yayınlanan işbu web sitesi içerisinde yayınlanan yazınsal ve görsel içeriğin her hakkı saklıdır.

Site içerisinde Güler Buğday dışında yazınsal ve görsel içeriği yayınlanan konuk yayıncıların eserlerinin her türlü hukuksal sorumluluğu konuk yayıncıya aittir. Güler Buğday işbu içerikten ötürü sorumlu tutulamaz.

Copyright © 2025 Bursa Bağımsız