KEMAL Aktaş. BDP milletvekili. KCK’dan tutuklu. Seçildiği halde serbest bırakılmayan sekiz milletvekilinden biri. Utanç verici deyimle, “tutuklu milletvekillerinden” biri.
Kemal Aktaş 2006’da suç işlediği iddiasıyla tutuklanıyor. 2008’de tutukluluğu mahkumiyete dönüşüyor, iki yıl bir ay ceza alıyor. Mahkum olduğu halde, 2011 Haziran seçimlerinde aday oluyor ve BDP’den milletvekili seçiliyor.
Yargıtay Eylül 2011’de mahkumiyetini onaylıyor, cezası kesinlik kazanıyor.
Asıl pandomim şimdi kopacak. Yakında, Meclis’te.
DÜŞECEK
Yasaya göre:
Bir milletvekili herhangi bir nedenle bir yıldan fazla ceza almış ve bu ceza kesinleşmiş ise, o kişinin milletvekilliği düşüyor.
Bunun Türkçesi, Kemal Aktaş’ın milletvekilliği düşecek. Nasıl olacak?
Hatta, Meclis’te oylamaya bile gerek görülmeden, sadece Meclis’e bilgi verilerek, Kemal Aktaş’ın milletvekilliğinin düştüğü ilan edilecek.
Bu mümkün mü? Bizdeki hukuk nasıl bir hukuk ise, hukuk açısından mümkün. Oylamaya gerek yok.
ALTI PROFESÖR
Bunun yöntemi ile ilgili olarak Meclis Başkanlığı bir araştırma yapıyor.
Sağ, liberal, sol dünya görüşüne sahip altı ayrı Anayasa Hukuku profesöründen görüş alınıyor. Oylama yapılır mı, yapılmaz mı, sorusuna karşılık aranıyor. Altı hoca da, aynı konuda birleşiyor:
“Aldığı ceza bir yılı aştığı için oylamaya gerek yok, milletvekilliği otomatik olarak düşer ve bu durum Meclis Genel Kuruluna bilgi olarak sunulur”.
BOZBEYLİ ÖRNEĞİ
Bu biçimde milletvekilliğinin düşürülmesi ilk olmayacak.
Örneğin, 1960’larda, Nuri Beşe olayı var. Beşe’nin aldığı cezanın kesinleşmesi üzerine milletvekilliği, Meclis’te oylama yapılmadan düşürülüyor. İtirazlar yükseliyor. O sırada Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli kürsüden açıklıyor:
“Nuri Beşe’ye yargı ceza vermiştir. Burası yasama organıdır. Oylama yapılması kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır”.
Ve oylama yapılmıyor.
Benzer olay 1995’te Bahattin Şeker örneğinde yaşanıyor. Askerliğini yapmadığı için askere alınan Şeker’in milletvekilliği düşürülüyor.
İSTİSNALAR ÜLKESİ
Ben yine de Kemal Aktaş’ın milletvekilliğinin düşürülmesi olayı Meclis’e geldiğinde, konunun bu örneklere bakarak, bir çırpıda kabullenileceğini sanmıyorum. En azından BDP’nin şiddetli itirazı olur, diye düşünüyorum.
Tutuklu milletvekilleri skandalında Kemal Aktaş şimdi başka bir örnek. Kopacak kıyameti şimdiden duyar gibiyim.
Neden hep böyle ters, hukuku zorlayan olayları biz yaşıyoruz? İki nedenle. Bir, arkadan dolaşıp iki puan almak üzere, hukuk dışı yolları deniyoruz. İki, evrensel hukuk mantığına uzak bir ülkede yaşıyoruz. Hep istisnalarla yaşayan bir ülke.
Buna otoriter yönetim eklendiğinde, soruna dönüşmeyen tek olay yok.
Çiçek’in elindeki ip çözüme yetmiyor
“BENİM görevim sadece temsil etmek. Açın Meclis İçtüzüğünü, 14. maddede Meclis Başkanının yetkileri belirtiliyor. Benim yetkilerim belli, tutuklu milletvekillerinin sorununu çözmeye yetmiyor”.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek dün sabah üzüntülü ve dertli bir sesle arıyor. Tutuklu milletvekilleri sorununa gönderme yaparak:
“Bu problemi ben çıkarmadım, benim elimdeki ip de, bu problemi çözmeye yetmiyor ama, herkes çözümü benden bekliyor. Mecliste dört parti var ve anlaşamıyorlar, bu ortamda Meclis Başkanı nasıl devreye girecek?”
Çiçek’i çok eski yıllardan, ANAP döneminden tanıyorum. Deneyli bir siyasetçi. Ancak, Meclis Başkanı seçildikten sonra, muhalefete göre, “Başkan AKP’nin izinde gidiyor”. Bu kanıdan hareketle muhalefet sık sık Çiçek’i hedef alıyor. O da bundan fena halde alınıyor. Çiçek dün telefonda:
“Tutuklu milletvekilleri sorununu çözmek için iki yol var. Biri yargı. Ancak, yargı tahliye etmiyor. İkinci yol, ilgili yasayı değiştirmek. Bunun için özellikle Meclis’te çoğunluğu bulunan AK Parti’nin evet demesi gerek, AK Parti evet demeden bu iş çözülmez. Benim girişimimle partiler bir araya geldi, iktidar partisi daha sonra “yargıda çözülsün” diyerek, çekildi. Yirmi, otuz, elli defa açıkladım, her türlü girişimde bulundum ancak, partiler anlaşamıyor, iktidar partisi de evet demiyor. Ben daha ne yapabilirim”.
Sorunu ya yargı çözecek, tahliye edecek ya da yasa değişecek. Sekiz milletvekili dört ayrı mahkemede yargılanıyor ve yargı tahliye etmiyor.
AKP de her zaman vurguladığı “milli iradeyi” görmezden geliyor ve yasal değişikliği engelliyor.
Zaman zaman, hatta dün ben de eleştiriyorum ancak, Cemil Çiçek haklı. İşi yokuşa süren AKP. İşine gelince “milli irade”, işine gelince, “hangi milli irade” diye arkasını dönen AKP.
Böyle 17’nci ekonomi olmaz
DAHA bir feribottan çıkış yolunu gösteren işaretler yok. Sonuç, dört kişi ölüyor.
Daha bir kayak pistinde koruyucu tel örgü yok. Sonuç genç kayakçı ölümleri.
Daha sokaklarda rögar kapakları düzgün kapanmıyor. Sonuç sık sık rögara düşüp hayatlarını kaybeden insanlar.
Daha, daha, daha gibi pek çok örnek var. Bir yılda 1.354 işçi iş kazalarında can veriyor.
Burası sözde dünyanın 17’nci büyük ekonomisi. Hangi 17’nci ekonomi? Kağıt üstünde bir kaç rakam. Sosyal sorunlarını çözemeyen, şiddetin kol gezdiği, en basit gündelik olayların üstesinden gelemeyen, kağıt üstündeki o rakamların tabana yayılmadığı bir ülkede “dünyanın 17’nci büyük ekonomisi” diye böbürlenmek çok anlamlı gelmiyor.
|