Belli ki, Davutoğlu, diplomasiyi bilmiyor; Başbakan ise, tıpkı bir Arap şeyhi gibi her olayda, 7. yüzyılda olan biten mezhep ayrışmasına göre vaziyet alıyor ve bu iki kafa ülkeyi felakete götürüyor!
Suriye meselesi; ilkelliğin, tek adam olma hevesinin ve “rol modeli” olmamızın faturasıdır. Hiç kuşkum yoktur ki, bu mesele dönecek ve bir bumerang gibi bizi vuracaktır. Diplomasiden, tarih ve bölge gerçeğinden haberdar olmayan bu ikili, ülkemizi uçuruma doğru ittiriyor: hem de inat ve ısrarla…
Yargı ve yasama erki, bu tarihi süreçte devre dışı olmayı içine sindirmiş görünüyor. Erk sahipleri işlevlerine sahip çıkacak bilgi ve cesaretten uzaklaşmış, ülkemizi de içine alma istidadı gösteren bölgesel boğazlaşma kapımıza dayanmıştır.
Davutoğlu’nun tüm mesaisi, bölgenin mezhep haritasıyla ilgili. Mezhep dengelerini bozup bölgenin dini-etnik gerçeğini dizayn etmeye ve o arada ABD’nin taleplerini karşılamaya çalışıyor. İyi ama Dışişleri Bakanlığında, Davutoğlu’na ve Başbakan’a; “olmayacak duaya âmin demeyin, canlara kıymayın, anaları ağlatmayın, bu bölgede size aktör rolü vermezler” diyebilecek bir hariciyeci yok mu; devlet kavramından bu kadar mı uzaklaştık?
Dün “kardeş” olan Esad, şimdi can düşmanı! Başbakan Erdoğan’a göre, “Esad, azınlığın (Alevi) temsilcisiymiş; çoğunluğa tahakküm ediyormuş, bu nedenle yönetimi bırakıp gitmeliymiş.” Esad’ın yerine El Kaide militanları ve Müslüman Kardeşler denilen gericiler gelsin istiyor. Arzusu bu… Oysa bu argüman, dünyayı mezhep zemininden okuyan ve AKP’ye oy veren iç kamuoyunu ikna etmeye yöneliktir. Başbakan için inanç, sadece politik bir meta, bir gerekçedir. Gerçek, Pentagon’da kotarılmaktadır…
“Yeşil kuşak” hikâyeleriyle başlayan, oradan “BOP” kepazeliğine dönüşen, son olarak da “Arap Baharıyla” malul olan Pentagon siyasasının, bölgemizi yeniden dizayn etmek, İsrail’in güvenliğini sağlamak, İran “pürüzünü” temizlemek, enerji kaynaklarını ve yollarını güvenceye almak için bir “Türk Baharı’na” ihtiyacı vardı. Şimdi ısıtılan o…
ABD, Irak ve Afganistan deneyimlerinden yola çıkarak elini ateşe sokmak yerine, maşa kullanmayı yeğliyor. Taleplerini, kendi askeriyle değil, verdiği emirleri sorgusuz-sualsiz yerine getirecek kukla devletçiklerle karşılamak istiyor. Tayip Bey unutmasın; “beyaz adamın” ebedi dostları değil, ebedi çıkarları gerçektir…
AKP, Fetullah Gülen senaryosu…
Pentagon’dan bakıldığında, Suriye’de kullanmak için Türkiye’den daha işlevsel bir maşa yoktur. Ve o maşa, bu iş için teşne görünen AKP Hükümetidir. AKP’den on yıllık iktidarının diyeti istenecektir: Pentagona çağrılır, “Türkiye’de kendileri için tek iktidar seçeneğinin kendisi olmadığı, Fetullah Gülen gibi bir alternatiflerinin olduğu anımsatılır.” Fetullah seçeneğinin kullanılmaması için koşulları vardır; “Suriye’yi karıştırmaya angaje olmak…”
Tayip Erdoğan, bu koşul karşısında, daha dün “dost ve kardeş ülke” dediği Suriye’deki fitneye önderlik etmeyi kabul eder ve birdenbire Suriye karışır!
Zayıf halka Suriye mi?
ABD-İsrail ortaklığının menfaatlerinin karşılanması bakımından, çok olumsuz sicile sahip iki önemli bölge aktörü vardır: birincisi İran, ikincisi de Suriye’dir.
Bu iki ülke ABD sömürgeciliğini reddediyorlardı. Ayrıca ABD’nin bölgedeki hegemonyasına da karşı çıkıyorlardı. Bu yüzden burunları sürtülmeliydi! Suriye, İran’a göre daha kolay lokma olduğundan önce Suriye halkası koparılmalıydı.
AKP Hükümeti, daha dün ev gezmesine gittiği, ortak bakanlar kurulu toplantıları yaptığı Suriye’de, teamülleri bir yana bırakarak, nasıl fitne çıkaracaktı? Ayrıca da kendi bünyesinde koskoca bir PKK sorunu vardı… Ya Suriye de, PKK’yı yeniden desteklemeye başlar ve Türkiye’yi, zor duruma sokarsa ne olacaktı? Tayip Erdoğan bu ihtimalleri düşünmedi bile. İktidarı uğruna ülkeyi bile feda edebilirdi! “Dostluğu, kardeşliği, din birliği gibi kavramları geç; önce karıştır, sonra gerekçe üret” denildi…
Etrafta ne kadar it, uğursuz, kaçak, suç örgütü üyesi, mahkûm, katil varsa hepsini topladı, silahlandırdı ve meşru Suriye rejimine saldırttı… Elebaşlarını İstanbul saraylarında ağırladı: ne istedilerse geri çevirmedi; paraya-pula boğdu. Bu çapulcu alayına “Özgür Suriye Ordusu” adı verildi. Esad rejimi, ülkesinin birliğini korumak üzere savunmaya geçince de, Esad’ı suçladı: “Suriye diktatörlüğü kendi halkını katlediyor!”
Peki sen, PKK saldırıları karşısında, PKK’ya dönüp “elinize sağlık” mı diyorsun; ölenler, asker-sivil TC vatandaşı değil mi? PKK’nın talepleri farklı olabilir, aynı kategoriye konmayabilir ama buradaki suç, yasa dışı yöntemlerle hak almak veya rejimi değiştirmek üzere teröre başvurmaksa, birbirinden ne farkı var?
Gelelim Türkiye Alevilerine:
Öğretilerini yaşayamayan, her gece katledilmek üzere evleri işaretlenen, ibadethanelerine “ucube-cümbüşevi” denilen ve “yasa dışı” muamelesi gören, yanan- yakılan… Yakanlara ödül verilen, iktidar partisi tarafından bakan-milletvekili yapılan, çocuklarına istemedikleri mezhebin ritüelleri zorla öğretilen, bu derslerden sınava tabi tutulan… Bürokrasiden dışlanan, ötekileştirilen ve ezilen Alevilere…
Sn. Başbakan, sizce, hükümetinizin hasmane uygulamalarıyla karşı karşıya kalan Aleviler, haklarını almak için hükümetinize karşı, (daha ötesine dilim varmıyor) sürekli eylemlilik kararı mı almalı? Bu eyleme başvurduklarında, sizin Suriyeli çapulcuları desteklediğiniz gibi, herhangi bir ülke de Alevi eylemcileri desteklerse, o ülkeye dönüp; “doğru yapıyorsunuz, haklısınız, elinize sağlık mı” der misiniz?
Başbakanın görmek istemediği, ancak sokağın gördüğü, konuştuğu birinci büyük çelişki budur…
İran’ı hafife almak büyük yanılgıdır…
İran Devleti sömürge değil, özgür bir ülkedir. Yüzyıllardır çok iyi işleyen disiplinli ve sağlıklı devlet geleneği vardır. Sağlam temellere oturmuş bir dış politika izlemektedir. Bulunduğu coğrafyanın kadim halkıdır. Halk, geleneğine ve ülkesine sıkı sıkıya bağlıdır. İslami yönetim tarzına getirdiğimiz eleştirilere karşın, sistem, bizde olduğu gibi ülke içinde mağdurlar-ötekiler yaratmak yerine, tüm farklılıkları kucaklamak üzere azami çaba gösterir. Mezhepçi değil, ulusçudur.
Bölgesel hatta küresel bir güçtür. Antiemperyalist ve antikapitalisttir. Bu çerçevede bölgemizde kişilikli ve tutarlı politika izleyen, izlediği bilimsel diplomasiyle ABD’nin onurunu kıran, burnunu sürten tek devlettir.
Burada altı çizilmesi gereken gerçek şudur: İran; Kafkaslardan İran’a, oradan Irak’a, Suriye’ye ve Akdeniz’e ulaşan “hayat çizgisinin” kırılmasına izin vermeyecek, gerekirse savaşmaktan çekinmeyecektir.
Tayip Erdoğan, Saddam’ı unutuyor mu?
Türkiye’de iktidara, genellikle ABD’nin çocukları egemendir. Anımsayalım: “ABD’nin çocukları” olan Kenan Evren ekibinin Türkiye’de ihtilal yapmasından on gün sonra, 22 Eylül 1980 günü, arka planını çok az kişinin bildiği bir savaş başladı. Irak lideri Saddam, hiçbir uyarı yapmadan, “Humeyni’nin İran’a dönüşünü” bahane ederek İran sınırına saldırdı. Tıpkı Esad muhalifi çapulcu sürürsünün, Türkiye sınırından Suriye topraklarına saldırdığı gibi… 24 Eylül günü, İran’ın, Abadan'daki dünyanın en büyük petrol rafinerisi alevler içindeydi.
İran'ın eski devlet başkanı Beni Sadr'ın verdiği bilgiye göre, 1980 yazında, İsrail askeri uzmanları ve Iraklı subaylar Paris'te bir araya gelmiş, İran'a, Irak tarafından düzenlenecek olan saldırının planı hakkında gizli istişareler yapmışlardı. Oysa Saddam, anti-İsrail söylemiyle tanınırdı. Ortaya çıkan gerçek ise, görünen ve söylenenlerden çok farklıydı. Ve Saddam Hüseyin'in İsrail konusundaki muhalif tavrı, gerçekte sadece göstermelikti.
Tıpkı Tayip Erdoğan’ın, sahte İsrail karşıtlığı gibi… Tarihi anımsamak, hatırda tutmak ne kadar önemli değil mi?
Dün, ABD’nin, İran’a karşı kullandığı joker Saddam’dı. Saddam, İsrail, Fransa ve ABD’yle halkından gizli işbirliği yapıyordu ve ipleri emperyalizmin elindeydi. İran’a saldırmaktan başka seçeneği yoktu. Savaştan sonra aklı başına gelmiş, ABD karşıtı politika izlemeye başlamıştı ama artık çok geçti… ABD işbirliğinden dönmesi, İran’la yakınlaşması, Saddam’ı kurtaramadı. ABD ve AB ülkelerinin, “Saddam’ın elinde nükleer silah var” yalanlarıyla Irak’a saldırmalarından sonra, Saddam’ın kaderi de çizilmiş oldu.
Saddam, lağım çukurunda yakalandı!
Saddam, bir süre lağım fareleri gibi kanalizasyonlarda yaşadı. Halkına zulmeden her zalim gibi sonu hüsran oldu. Ne halkından çaldığı paralar, ne de İsrailli dostları Onu kurtaramadı. ABD askerleri tarafından kanalizasyondan çıkarıldığında b.k içindeydi! Yargılandı ve idam edildi…
Nedense Tayip Erdoğan’ı dinlerken, Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin’i anımsıyorum. Umarım, bizi bir kan deryasına sürüklemek için pek hevesli görünen Erdoğan’ın kaderi Saddam gibi olmaz…
Ama unutulmasın; tarih tekerrürden ibarettir.
***
Herkesin kafasına dank etmesi gereken gerçek şudur: nükleer silah gücüne ve büyük bir orduya sahip olan İran için Suriye’nin müttefikliği ve ayakta kalması hayat-memat meselesidir ve İran, Suriye’den asla vazgeçmeyecektir. Bu bir. İki; bu denge, Rusya ve Çin bakımından da aynı derecede stratejik önem taşımaktadır. Bu iki küresel güç, ne pahasına olursa olsun, bu enerji bölgesini ABD’nin hâkimiyetine terk etmeyeceklerdir.
AKP Hükümeti, mezhep hesaplarını ve ABD-İsrail menfaatlerinin jandarmalığını bırakıp, Türkiye’nin menfaatlerini korumalıdır. Suriye’ye saldırttığı teröristlere lojistik destek sağlamaktan vazgeçmeli, sınırlarımızdaki çapulcu sürüsünü, geri göndermelidir.
Arap Baharının, “Türk Baharına” evrilmemesi ve Tayip Erdoğangillerin geleceğini kurtarması için hala fırsat var.
|