Oldu işte... Gündem yine, Başbakan’ın tek cümlesiyle değişti! Bir gün önce “Uludere üzerine daha fazla konuşmamak” üzere medyayı uyarmıştı... Ama bu lanet gazeteciler de susmuyor birader! Madem öyle, ver yeni bir malzeme, atlasınlar üzerine...
Hoş, eskiden daha dikkatli seçerdi gündem değiştirme başlıklarını. Çatılacak konular, gruplar, kişiler de mi azaldı, ne? Favorilerden biri askerdi, eh şimdi kendi seçtiği ve onayladığı Genelkurmay Başkanı’ndan şikayet edecek hali yok... Memleketin en sağcısından en solcusuna, seçilmiş milletvekilleri dahil, neredeyse bütün muhaliflerin sesi kısıldı veya hapiste... Beyaz Türk, çağdaş veya laikler denen gruplara çemkirmenin de anlamı kalmadı, ne de olsa güç onlarda değil artık.
En kolayından “kadın-doğum” konusuna girilir, oldu bitti! Yalnız bir yerde kafam karıştı:
“Kürtaj cinayettir, Uludere’dir” mantığına göre Uludere’de yaşananın bir cinayet olduğunu kabul etmiş olmuyor muyuz?
Bu arada çocuk yapma hususunda Kazaklara konuşurken zam yapmasına da alındık valla. Neden onlara beş de bize üç çocuk? Olsun, sayın bakanları şimdiden beş çocuğa çıkardı çıtayı, hem de peşi sıra “yengeye selam söyle ” diyerek... Kahvede söylense kavga çıkartır!
Ayşe Önal’ın kitabı
Evet, kadın konusuna girmek kolay; başörtüsünden bekaretine, evliliğinden namusuna, doğurma biçiminden kaç tane doğurması gerektiğine... Maşallah erkeklerimiz bu konularla o kadar ilgili ki, Freud’un teorilerini bile ters yüz edip “rahim özentisi”ne girdiklerini düşüneceğiz neredeyse...
Madem kadınla, cinayetle madem bu kadar ilgileniyorsunuz, buyrun size Türkiye’deki kadın cinayetleriyle ilgili yazılmış en etkili, başarılı kitap...
Ayşe Önal’ın “Namus Cinayetleri” adlı kitabı, dört yıl önce İngiltere’de basıldı, 27 ülkede yayımlandı, nihayet İKÜ Yayınevi baskısıyla Türkiye’de... Yazarın kızını, kardeşini, anasını öldürmüş erkeklerle konuşarak yazdığı bu “gerçek” hikayeleri okumak, bir cinayetin nasıl bir ortamda, soğukkanlılıkla planlandığı hakkında bilgi vermekle kalmıyor...
Okura, bu toplumdaki dengelerin, hakim kültürün aslında ne olduğunu en sarih haliyle anlatıyor. Önal’ın kitabı, sadece büyük bir gazetecilik başarısı değil, bu toplumun röntgenini çekebilen nadir bir güncel eser. Buna rağmen, basında kitaptan pek de bahsedilmemesi, hala medyada bazı tabuların olduğunu, “namus ve cinayet” kelimeleri yan yana gelince herkesin nasıl ilgisizleştiğini de kanıtlıyor.
Mahallenin dünya görüşü
Önal’la kitabı vesilesiyle yapılmış az sayıdaki röportajlardan birine, Posta gazetesinin Pazar ekinde rastladım. Yazar, kitabın Türkiye’de bu kadar geç yayımlanmasına şu açıklamayı getirmiş: “10 cezaevi dolaşıp 50 mahkumla konuşmuştum, aynı turu yeni baştan yaptım.
O tur da bir yıl sürdü. O sırada Hrant (Dink ) öldürüldü. Kitabı tamamen unuttum. Bütün haklarımı isteyerek ve bilerek İngiliz yayıncıya devrettim. Çok ağır bir travma altındaydım ve hiç ilgilenmedim, bir daha da ilgilenmeyeceğimi düşündüm.”
Röportaj, “Namus değil mahalle cinayeti ” başlığıyla verilmiş... Önal, namus cinayetleri hakkında şöyle diyor:
“Mahalle bunu Allah’ın emri diye algılıyor. Bunu kadın hakları için mücadele eden dernekler durduramaz. Çünkü oradaki kadınların herhangi bir tavsiyesi mahalleyi etkileyemez. Bu mahalle dünya görüşünü camiden alıyorsa, bunu caminin durdurması gerekiyor.
Bilimin, toplumları kontrol etmesiyle dinin kontrol etmesi arasındaki büyük savaşın sonucu işleniyor kadın cinayetleri. Kimsenin de umurunda değil. Çünkü kim bunlar ki zaten. Yaşayıp yaşamamaları bu ülkeyi yönetenlerin umurunda olmayan insanlar.
Tayyip Erdoğan namus cinayetleri ile ilgili seçmen kitlesine tek bir mesaj bile vermedi. Eğer hükümetin karizmatik liderleri ağızlarını açsalar bu cinayetlerin oranı düşer.”
Kadın ve cinayet kelimelerini aynı cümlede hazır ağzımıza almışken, bu ülkede kadınların niye ve nasıl öldürüldüklerini, neden siyasilerin bu konuda mesaj vermediğini sorgulasak ya... Ayşe Önal’a, bu müthiş çalışması için teşekkürler.
Not: İzninizle bir haftalığına yazılarıma ara veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.
İKİSİNİ DE ÖLDÜRÜRDÜM
Namus Cinayetleri’ndeki ilk öykü , aile meclisi kararıyla öldürülmekten kılpayı kaçıp Avusturya’ya sığınan ve ancak birkaç yıl sonra “kaza” sonucu hayatını kaybeden Remziye’ye ait...
Öykünün sonunda Önal, Remziye ve birlikte kaçtığı kocası İsmail’le konuşmasına yer vermiş. İsmail’in “Senin kardeşin kaçsaydı , bunca tecrübeden sonra onu vurur muydun?” sorusuna verdiği tereddütsüz cevap, her şeyi anlatıyor:
“Kaçmaktan kaçmaya fark var. Kaçtığı şahıs benim gibi nikah yaparsa ne ala; ama herhangi bir kötü amacı varsa elbette ikisini de öldürürdüm.”
Öldürmek, cinayet... Bu kelimeler, erkeklerin ağzından nasıl da kolaylıkla dökülebiliyor
|