Ülkücü Yazar Metin Kaplan, 1973/74 yıllarında Bursa İktisadî ve Ticarî İlimler Akademi’sine başlayıp kısa bir süre sonra Ülkü Ocakları Derneği Bursa Şubesi’ne İkinci Başkan olmuş. 1975 yılının 21 Temmuz günü, siyasî-ideolojik sebeplerle bir kişiyi öldürmek ve bir kişiyi de yaralamak iddiasıyla tutuklanmış.
M. Metin Kaplan sırasıyla Bursa, Üsküdar-Paşakapısı, Bursa, Eskişehir, Afyon ve Bartın cezaevlerinde on yıldan fazla hapis yatmış ve 1986 yılının 13 Ocak günü tahliye edilmiş.
Ben kendisini o günlerde tanıdım. Enteresan olan bulunduğumuz iş hanında kendi dünya görüşümüzü yansıtır gibi benim işyerim ve bürom solda Metin Kaplan’ın kitapçı dükkânı sağda bulunuyordu.
O günlerin siyasi atmosferinde birbirimizi ve siyasi çevrelerimizi olduğu gibi kabul edip arkadaş olabilmemiz oldukça zordu.
Ben ve Metin Kaplan bu zoru başardık.
Hiç kimse diğerine; savunduğu dünya görüşünden, yaşama biçiminden, inanıp inanmadıklarından, ideolojisinden ve siyasi tercihinden ödün vermeden ilk önce saygı çerçevesinde arkadaş olmaya çalıştık.
Biz bunu başarırken; çok hoşgörülü, hümanist, olgun ve sevgi dolu insanlar olduğumuz için başardığımızı iddia etmeyeceğim.
Belki de tam aksi duygularla bu sonuca ulaştık.
Objektif ölçülerle ikimize bakınca; egolarımızın yüksekliği, aşırı özgüvenimizin oluşu, inandığımız değerlere ödünsüz bağlılığımız ve kendi doğrularımızdan taviz vermez kişiliklerimizle bu arkadaşlığa başlamak ve sonunda dost olabilmek gerçekten imkânsıza yakın ölçüde zorluk teşkil ediyordu.
Biz Metin Kaplan’la bunu da başardık.
Şimdi düşünüyorum da kendi adıma şunları tespit edebiliyorum:
Ben her sözümde ve davranışımda gerçek bir sol düşünce insanı olarak karşı düşünceye ve yaşama biçimine saygılı olmam gerektiğini bilerek sabırlı, hoşgörülü ve anlayışlı olmaya gayret ettim. Yani bir anlamda solcu olmanın üstün özelliklerini kanıtlamaya çalıştım.
Yine kendi doğrularımı söyledim, düşüncelerimden asla taviz vermedim ama onun doğrularını da, düşüncelerini de, yaşama biçimindeki ve sosyal yaşamdaki tercihlerini de anlamaya ve saygılı olmaya çalıştım.
İnanç ve din konuları dışında her şeyi tartıştık.
Ben ülkemde barışın, sevginin, huzurun, kardeşliğin, hakça bölüşmenin, özgürce insan gibi yaşamanın, kadın ve çocuk haklarının, din, dil, ırk ayırmadan eşit yurttaşlar olarak mutlu olabilmenin, hakkın, hukukun ve çağdaşlığın ancak gerçek bir sol/sosyal demokrat anlayışın ve iklimin ülkemde etkin olduğu zaman sağlanacağına inanıp düşüncelerimi savunuyordum.
Metin Kaplan, benzer duyguların, Ülkücü Dünya Görüşü, Dokuz Işık ve şeriat esaslarına göre düzenlenen yaşam tarzıyla sağlanacağını savunuyordu.
İşte biz bu kadar zıtlıklar, farklılıklar içinde arkadaş ve dost olabildik. Çünkü her tartışmamızın veya konuşmamızın sonunda bir şeyi fark ettik:
İkimizin de tüm arzusu ve çabası ülkemiz ve halkımız içindi. Bağımsız ve özgür bir ülkenin onurlu yurttaşları olabilmek içindi.
Doğruları söylemekten korkmayan, inandıkları ve savundukları değerler için fatura ödemekten kaçınmayan, çıkar ve kişisel menfaatler uğruna eğilip bükülmeyen karakterlerimiz en gerçekçi ortak paydayı oluşturdu aramızda!
Bizler, farklı ideolojilerimize ve yaşam biçimlerimize karşın; bu ülkeyi soyanlara bu ülkeyi satanlara, cumhuriyetin tüm kazanımlarını kendi karanlık emellerine paspas edenlere, şerefli bir milleti korku imparatorluğuyla sindirip kullaştıranlara karşı aynı duygularla mücadele ediyorduk.
İşte bu değerli ortak payda diğer duvarları ya yıktı attı ya da görünmez kıldı. Belki geçmişte birbirimize daha iyi insan ve daha doğru siyasi tercih yaptığımızı göstermek için başladığımız sohbetler ve arkadaşlıklar bizi gerçek dostluğa götürdü.
Metin Kaplan, en zor anlarında, hatta tehlike içinde olduğu günlerinde hiç kimseyle paylaşamadığı sıkıntılarını benimle paylaştı.
Bana “Sıkıntım var Hocam, gelip beni alır mısınız dediği an sıkıntı ve sorunun ne olduğunu sormadan eşimle gidip kendisini aldık!
Velhasıl biz Metin Kaplan’la zor günlerin dostu olmayı başardık.
Ben can yoldaşımı, eşim Mehmet Buğday’ı, 3.5 ay süresince yoğun bakım kapısından hiç ayrılmadan bekleyip sonuçta kaybedip ciddi bir travma yaşadığım, hatta herkese kapımı kapattığım günlerde kendisi pes etmeden geldi ve beni o zor günlerde hiç yalnız bırakmadı.
Gelelim yazarlık serüvenlerimize:
Metin Kaplan, tanışmamızdan kısa bir süre sonra bana elinde bir tomar yazılı kağıt getirip “Hocam bunları okuyun ve bana kendi görüşünüze ve bakış açınıza göre değerlendirmenizi yapın” dediğinde çok şaşırdım.
Çünkü bana “Teşkilat ve İdare, Ülkücü Dünya Görüşü “ adını verdiği ilk kitap taslağını getirmiş ve okumamı istemişti.
Hayatımın bana göre okumayla, kitap değerlendirmesiyle ilgili en zor göreviydi.
Her şeyden önce kendisinin de ilk kitap denmesiydi. Dilini bile anlamakta zorlandığım bir doktrin kitabını nasıl eleştireceğimi bile bilmeden okumaya çalıştım. Aklımın yettiğince bir değerlendirme yaptım.
Metin Kaplan, benim bu gayretimi ve zorluğumu anlamış olmalı ki kitabında bana saygı dolu ‘Sosyal Demokrat Hocam” ifadesini kullanarak iltifat ve teşekkür etmişti.
Şimdi benim bu kısa bilgilendirmeleri neden yaptığıma gelince:
Metin Kaplan, yazar olmayı kafasına koymuş ve bugüne dek Teşkilât ve İdare, Ülkücü Dünya Görüşü, Matruşka/Kurşun Adres Sormaz, Corps/Sarı-Kırmızı-Yeşil, Desise/ Abdi İpekçi Suikastı isimli kitapları yayınlamıştır.
Şimdi de uzun bir süredir hazırlandığı ve nihayet basılıp okuyucusuyla buluşan Fent/ Orgeneral Eşref Bitlis Suikastı isimli kitabını bana getirdi.
Her koşulda okumam lazımdı.
Ancak gözlerimdeki sıkıntı büyüktü.
Sağ gözümü tamamen kapatan katarakta ve okurken çok zorlanmama karşın elimdeki iki kitabı yarım bırakıp okudum arkadaşımın yeni kitabını.
Ben burada kitap değerlendirmesi yapmayacağım. Ancak üç siyasi romanı basılmış on yıldır da köşe yazan ve iki yıla yakın bir süredir bir internet gazetesini okurla buluşturmaya çalışan bir insan olarak her şeyden önce bir kitap yazmanın ve bastırabilmenin sonuçta okurla buluşturmanın heyecanını ve zorluğunu bilen bir insanım.
Bu nedenle her şeyden önce Metin Kaplan’a emeğine ve eline sağlık diyeceğim.
Ve kendisine, “Yazmaya devam et dostum, elin hep kalem tutsun… Hatta gençler ve gelecek kuşaklar ders alsın, kimse gençliğinin en önemli kısmını demir parmaklıklar arkasında geçirmesin, ardında gözü yaşlı ana babalar bırakmasın diye kendi hikâyeni de cesurca yaz diye temennide bulunacağım.
Metin Kaplan’ı bir kez daha kutlarken yeni kitabı Fent/ Orgeneral Eşref Bitlis Suikastı’nın başında yazdığı şu sözler kitabın yazılış amacını da özetlemiş oluyor.
“Hangi dinden, mezhepten, tarikattan olursa olsun; hangi millete, ırka, soya, boya mensup olursa olsun; hangi dünya görüşüne, felsefeye, ideolojiye inanırsa inansın; Türkiye’yi sevenler ile Türkiye’yi korumak, yükseltmek ve yüceltmek için can verenler…” diye ithaf etmesi benim için ve biliyorum ki pek çok kimse için çok değerli ve anlamlıdır.
Metin Kaplan, kitabın arka kapağında şu tanıtım ve değerlendirmeyi yapmış:
Fent/ Orgeneral Eşref Bitlis Suikastı
Suikast, “bir kişiyi belirli bir amaca yönelik olarak planlı ve gizli biçimde öldürmek ya da ölümüne yol açmak” anlamına gelir. Jandarma Eski Genel Komutanı Eşref Bitlis, 17 Ocak tarihinde Diyarbakır’a gitmek üzere Ankara’dan havalanan uçağın, kalkıştan birkaç dakika sonra Yenimahalle PTT İşletme Binası önünde yere çakılarak infilak etmesiyle hayatını kaybetmiştir. Aynı gün, aynı havalimanından yedi uçak kalkmıştı. Bunların hiçbirinin teknolojisi Bitlis’in bindiği uçağınki kadar gelişmiş değildi buna rağmen hiçbiri buzlanıp düşmemişti… Genelkurmay Başkanlığı tarafından uçağın buzlanma sonucu düştüğü açıklandı. Ancak bilirkişi raporları bu açıklamayı yalanladı. Bu, aslında TEKNİK BİR SUİKASTTI! Ölümünden yedi ay önce Özal’a sunduğu mektubunda, Çekiç Güç’ün PKK’ya yardım ettiğini telsiz konuşmalarıyla ortaya koyup “Devreye girin, önü alınamayan risklerle karşı karşıyayız!” diyordu Orgeneral Eşref Bitlis. Kod Adı: Kale planı MGK’ya gelince ise rahatsızlıklar başlamıştı. “İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçakları, PKK’ya yardım dağıtıyor.” diyerek ülkemiz aleyhine gelişen olaylara seyirci kalmaması, isyan etmesi; dönen bazı dolapları engellemeye çalışması; devlet içindeki bazı unsurların terörden rant sağladığını vurgulayıp bu unsurların isimlerini vermesi; ABD tarafından Doğu Anadolu Bölgesi’ne konuşlu Çekiç Güç hakkında bilgi topladığı için Amerikan yetkililer tarafından Turgut Özal’a şikâyet edilmesi miydi varılan “ABD iş birliğiyle öldürüldü” kanısı?.. Şu hâlde, suikast: “bir kaza gibi görülmesi gereken, yapan ya da yaptıranların bulunması imkânsız olan, ardındaki güçler bilinse de bu konuda açıklama yapılmasına izin verilmeyen bir eylemdir!” Yaşasaydı belki de terör örgütünü ortadan kaldıracaktı…
Okuru bol olur temennisiyle
GÜLER BUĞDAY
|