16 Mayıs 2012 tarihi itibariyle ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşmıştır. Yasa, kamuoyuna yansıtıldığı gibi ülkemizin gerçek ihtiyacı olan kentlerin afetlere karşı duyarlı sakınım içerikli planlanmasını, denetimsiz ve mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın engellenmesini sağlayacak bir düzenleme olmaktan uzaktır.”
Bu cümlelerle başlayan bir bildiri geldi e-posta kutuma. Bildirinin gerekçesi şöyle açıklanıyor: “Yaklaşık 10 yıldır Türkiye’de, özellikle büyük kentlerin gündeminde olan “kentsel dönüşüm”; “afet ve deprem riski” adı altında meşrulaştırılarak, son derece antidemokratik, merkeziyetçi, bilimsel temelden yoksun, Anayasa ve uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı bir yasa ile uygulamaya konulmuştur.”
İmza listesi epey kalabalık: TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi, 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, gibi uzmanlar da var, Adana Barınma Hakkı Meclisi, Ankara Dikmen-Mamak-Altındağ Barınma Hakkı Meclisleri, Ayazma Mağdurları, Bakırköy Çevre Dostları Derneği, Bebekliler Derneği, Beylerbeyililer Derneği, Beyoğlu Bedrettin Mahallesi Derneği , İzmir Kuruçeşme Halk Girişimi, Kadınlarla Dayanışma Vakfı benzeri halk örgütlenmeleri sözün kısası mahallelerden özürlülere bir örgütlenme ağı.
Bildiriyi okuduğunuzda uzman olmayanların bile saptayabilecekleri gerçekle yüzleşiyorsunuz: “Bir yandan riskli yapı ilan edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin bir getirim aktarım alanı haline dönüştürüldüğü”. Bugüne kadar “kentsel dönüşüm” adı altında yapılan tüm uygulamaları hatırladığımızda ( Dikmen, Sulukule, Ayazma, Tarlabaşı…) bölge halkının yıllardır yaşadıkları yerlerden zorla boşaltılmalarının, işlerini kaybetmelerine nasıl yol açtığını, yeni binalar için borçlandırılmalarının yol açtığı sosyal, ekonomik ve kültürel hak ihlallerini daha iyi kavrıyoruz.
“İnsanca yaşama hakkı”nı amaçlamayan, özellikle inşaat sektörünün gelişmesini gözeterek hazırlanan bu yasa ve uygulamalarını kabul etmek olanaksız. Görünen odur ki, kamunun elinde kalan son araziler, orman, tarım, mera, kıyı ve koruma alanları da boşaltılan tüm bu yerlerle birlikte rant için paylaşılacak lüks konut ve alışveriş merkezleri yapılarak; inşaat şirketleri, yerel ve merkezi idareler tarafından paylaşılacaklar. Çünkü yasada insanların hak arama yönündeki hukuki kanallarını tamamen ortadan kaldıran birtakım hükümler de yer alıyor.
Ortadaki asıl korkutucu durum “afet riski” adına seferberlik ilan edilen yasayı çıkarmadan önce deprem adı altında yıllarca toplanan vergilerin duble yollara harcanışı, “kentsel dönüşüm” projelerinin toplumun çok küçük bir kısmının aşırı derecede zenginleşmesine yol açarken toplumun büyük çoğunluğunun yoksullaşmasına, evsizleşmesine, kent çeperlerine sürgün edilmesine neden oluşudur. Bu durum şehirlerin siluetlerinin yitiminden, çocukların şehir, şehrin güzellikleri, eğlence ve yaşama adına yalnızca alışveriş merkezlerini tanımaları, üstelik bu AVM’lerin karşılaştırması reklamlarının, çocukların rol aldığı filmlerle yapılması kadar vahimdir.
|