Geçen hafta bu köşede Fransa ve Yunanistan’daki seçimler dolayısıyla yer alan yazıda, Avrupa’da solun yeniden bir yükseliş sürecinde olduğu üzerinde durmuştuk.
Ne var ki; Avrupa açısından söz konusu olan bu durum, kıtanın en büyük ülkesi Almanya’da tersi yönde.
Yani “Avrupa gider Mersin’e, Almanya gider tersine” misali.
Bir süredir düşüş içinde olan Almanya’daki Sol Partinin bu durumu, pazar günü 13 milyondan fazla seçmenin çağrılı olduğu Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki parlamento seçimlerinde bir kez daha tescillendi.
İki yıl önce yapılan seçimlerde yüzde 5.6 (435 bin 627) oy alarak büyük bir çıkış yapan, meclise 11 milletvekili gönderen, bu nedenle artık Batı Almanya’nın da kalıcı partisi görülmeye başlanan Sol Parti, son seçimlerde aldığı yüzde 2.5 oyla (194 bin 539) tam anlamıyla hezimete uğradı. Dahası bu oy oranı, Sol Partinin önceli durumundaki partilerin toplam oyununun da altında. Rakamlar kaybın ne kadar fazla olduğunu yeterince ortaya koyuyor. Bu nedenle durumun vahametinden çok neden bu hale gelindiği üzerinde kafa yormak gerekiyor.
Sonucun eyalet meclisinde bulunan milletvekillerinin ve meclis grubunun çalışmasıyla alakalı olmadığı ortada. Çünkü; elini vicdanına koyup konuşan herkes, erken seçim kararı alındığı güne kadar meclis grubunun iyi bir performans sergilediğini, bazı kazanımların elde edilmesinin önünü açtığını kabul ediyor.
Ayrıca seçimler “eyalet seçimi” de olsa asıl olarak oylar genel çizgiye göre veriliyor.
Bu nedenle, ağır yenilginin kaynağı eyalet çapında sürdürülen politikalardan çok genel olarak partinin izlediği politika ve sorunlara karşı göstermiş olduğu, daha doğrusu gösteremediği tutumla yakından alakalı. Dolayısıyla ağır yenilginin asıl sorumlusu, genel olarak parti merkezinin yürütmüş olduğu muhalefetle ilgilidir. Hıristiyan Demokratların ve Liberal Demokratların federal düzeyde hükümette olduğu bir ülkede eğer ilericilik adına ortaya çıkan bir parti, bu hükümeti eleştirecek, karşısında ciddi bir muhalefet örgütleyecek gerekçeler bulamıyorsa o zaman öncelikli olarak dönüp kendine bakması gerekiyor.
Acaba neden?
Hükümet her şeyi yerinde yapıyor da eleştirilecek bir yanı mı yok, yoksa kendisinin hükümeti eleştirecek, karşısına toplumsal muhalefeti örgütleyecek mecali ve niyeti mi yok...
Doğrusunu sorarsanız Almanya’daki Sol Parti için ikincisini söylemek daha doğru olacaktır.
2009’daki genel seçimlerde elde edilen yüzde 11.9’luk başarıdan sonra yönetim kademesinde başlayan çekişmeler, yeni hedefler ilan edememe ve emekçilerin var olan sorunları yerine kendisiyle uğraşma, gelinen aşamada yükseliş içinde olan Sol Partiyi dibe çekmiş görünüyor.
Halkın sorunları yerine kendisiyle uğraşan bir partinin seçimlerde başarı elde etmesi zaten garip de olurdu.
Şimdi bütün gözler, umutlar 2005’ten itibaren Almanya’da solun yükselişinde, birleşmesinde önemli bir rolü bulunan SPD Eski Genel Başkanı Oskar Lafontaine’de.
1999’de Eski Başbakan Gerhard Schröder ile girdiği mücadele sonucunda “Kalbim solda çarpıyor” diyerek parti başkanlığı ve Maliye Bakanlığından ayrılan Lafontaine, hafta başından beri, yeniden partiyi yükselişe geçirmeye hazır olduğunu söylüyor.
Sistemin içinden gelen birisi olarak kolay bir şekilde marjinalize edilemeyen Lafontaine hiç şüphesiz sistemin ve onun baş savunucularının çelişkilerini teşhir etme ve bunları sıradan emekçiye anlatmada güçlü bir aktör.
Bu bakımdan halihazırda Lafontaine dışında partiyi harekete geçirmesi, geniş kitlelerin dikkatini yeniden partiye çevirmesini sağlayacak bir aktör yok.
Ama; iki yıldır federal politikadan ayrılan Oskar Lafontaine, tek başına partiyi yeniden yükselişe geçirebilir mi?
Mevcut koşullarda zor görünüyor. Çünkü; SPD ve Yeşiller’le federal ve eyalet düzeyinde koalisyon kurmak için can atan eski “demokratik sosyalistler” sürekli Lafontaine’yi frenlemeye, söylediklerini yumuşatmaya çalışıyorlar.
Katıldıkları her toplantıda, televizyon programında saldıran, teşhir eden, daha ileriden tutum alma yerine, mevcutlardan farklı olmadıklarını, bu düzen içinde egemenler ve onların partileriyle barış içerisinde gül gibi geçinmek istediklerinin mesajını veriyorlar.
Yani; ne kadar sağa kayıp, sosyal demokratlaşırlarsa o kadar fazla oy alacaklarını sanıyorlar.
Oysa, hava tersinden esiyor. Bugüne kadar mevcutlar içinde “en farklı” göründüğü için çok sayıda insanın “protesto oyu”nu alan Sol Parti, gelinen aşamada aynı zamanda diğerlerinden farkını göstermediği için kaybediyor.
Farklı, aykırı ve düzenin yaramaz çocuğu görünümündeki Korsanlar Partisi ise tam da bu yüzden kazanıyor.
Bütün bunlardan ötürü Sol Parti, ancak mevcut düzenin sınırlarını zorlayarak, ezberleri bozarak, radikal çıkışlar yaparak, söylediklerinin arkasında durarak yeniden geniş kesimlerin dikkatini çekebilir.
Ve bu elbette, dayandığını ileri sürdüğü geniş kesimlerin özlemlerini ve taleplerini eğip bükmeden, açık ve net bir şekilde savunmaktan geçiyor. Bunun içinse parlamentodan çok sokakta kendini göstermesi, sokağın sesine kulak vermesi gerekiyor.
Yunanistan’da, Fransa’da sol, asıl olarak sokakta verilen mücadele üzerinden yeniden yükselişe geçti. Bu nedenle de Almanya’da da solun yeniden yükselişi asıl olarak parlamento dışındaki toplumsal muhalefeti hükümete, sisteme karşı büyütmekten geçiyor. Gerisi laf-ı güzaf.
|