CHP İstanbul’daki 34. İl Kongresi’ni yarın yapıyor. Genel Merkez için adeta bir “ölüm kalım meselesi” haline gelen İl Kongresi’nde iki aday yarışacak.
Mevcut İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı’nın karşısında daha önce de il başkanlığı yapmış Ali Özcan var.
Genel Merkez, bütün gücüyle Oğuz Kaan Salıcı’nın kazanması için baskı yapıyor.
Başta Erdoğan Toprak olmak üzere, Aydın Ayaydın ve Süleyman Çelebi’nin bütün ilçe başkanlarını “adayımız Oğuz Kaan Salıcı’dır” diye imza vermeye zorladıklarını öğrendim.
Bunun dışında bazı ilçe başkanlarına ve delegelere bazı cazip vaatlerde bulunulduğu da kulağıma gelenler arasında.
Peki Genel Merkez “Yarış demokratik olacak, Genel Başkan kimseyi işaret etmeyecek, çarşaf liste yapılacak” dediği halde, bu baskının nedeni ne?
Öğrendiğime göre Oğuz Kaan Salıcı’nın rakibi Ali Özcan’ın Alevi olması Kılıçdaroğlu’nda ve Genel Merkez’de rahatsızlık yaratmış.
Söylenenlere göre Kılıçdaroğlu “Ben Aleviyim, Genel Başkan Yardımcılarından bazıları Alevi, İstanbul gibi büyük bir metropolün il başkanının da Alevi olması partimizi sıkıntıya sokar” demiş.
Bu görüş de, partiye çok uzun yıllar hizmet etmiş olan ve son seçimlerde Elazığ’da CHP’ye oy patlaması yaptırmasına rağmen çok küçük farkla seçilemeyen Ali Özcan’ın karşısında bir Genel Merkez barajı çıkmasına neden olmuş.
CHP’li bazı yöneticiler, özellikle AKP’nin inançlar konusundaki istismarını bildiklerinden bu konuda çekingen olabilir ve bu partideki bazı kesimler tarafından “mantıklı” bulunabilir.
Öte yandan da laik, demokratik, çağdaş bir çizgide olduğunu söyleyen partinin inançlar konusundaki bu tür baskılara boyun eğiyor gözükmesi de affedilir gibi değildir.
Eğer Kılıçdaroğlu AKP’nin inanç istismarından o kadar rahatsız oluyorduysa, parti yönetimini oluştururken bunu düşünmek zorundaydı.
Kendi ekibini kurarken Alevilik konusunu hiç önemsemeyen (çok haklı olarak) Kılıçdaroğlu’nun, şimdi İstanbul’da inanç üzerinden siyaset yaparak parti demokrasisine darbe vurması akıl alacak gibi değildir.
Genel Merkez’in baskı ve tehditleriyle İstanbul Kongresi’ni Oğuz Kaan Salıcı kazanabilir, ama bu durum parti içinde önümüzdeki dönemde çok ciddi sancılara da neden olacaktır.
*****
Artık gerçek bir Twitter hesabım var
Türkiye’de henüz pek kimse bilmiyordu, bir arkadaşım “Twitter diye bir şey çıktı, haberin var mı?” diye sordu. Nereden olacak, yoktu tabii.
“Nedir?” dedim. Anlattı; “Bu yeni bir mesajlaşma türü, üstelik cepten attığın mesajlar gibi paralı da değil.”
Ben de “Eee neden paralı değil, telefon şirketi neden böyle bir şey yaptırsın ki?” diye sordum.
“İşe öyle bakma” dedi ve sürdürdü;“Artık her şey internet üzerinden yapılacak. Şu anda kimse farkında değil ama bu böyle, Twitter bedava gibi görünüyor oysa internet üzerinden yapılacağı için bir süre sonra bütün cep telefonları internete bağlanmış olacak, şirketler internet servisi satarak para kazanacak” dedi.
Birkaç dakika içinde Twitter hesabımı açtık ve ilk mesaj olarak da “Yakında yayındayım” yazdım.
Sonra arkadaşımı uzun süre görmedim, ben de henüz alışkın olmadığım için ikide bir Twitter’a girip mesaj atmadım, derken şifreyi de unuttum ve belki de Türkiye’de ilk Twitter hesabı sahibi gazetecilerden biri olarak girişimim sonuçsuz kaldı.
Geçen süre içinde birçok gazeteci, yazar, sanatçı, siyasetçi, devlet adamı, akademisyen Twitter üzerinden mesajlaşmaya başladı. Kimilerinin takipçileri 100 binleri aştı.
Bu arada ilginçtir, kimi okurlar “sizin takipçiniz oldum” demeye başladı. İyi de ben mesaj atmıyorum ki.
“Olur mu?” dediler “Senin birden fazla Twitter hesabın var.” Twitter’a üye bir arkadaşımın bilgisayarından Twitter’a girdim, gerçekten de bir değil birkaç “Can Ataklı” hesabı var. Üstelik kiminde 8 bin kiminde 3 bin, kiminde 500 takipçi var.
Kendimi bu dünyada yok sanıyorum ama varmışım meğer.
Sonunda Vatan internet sitesinin müdürü Aylin Duruoğlu “Size gerçek bir Twitter hesabı açıyoruz, bundan böyle hem yazı başlıklarınızı buradan göndereceğiz hem de siz takipçilerinize istediğiniz mesajı gönderebileceksiniz” dedi.
Hızla bir hesap açıldı, ilk mesajımı da attım, şimdi takipçileri bekliyorum artık. Twitter’da benim gerçek hesabım, gazetenin üzerindeki resmimi gördüğünüz hesaptır. Diğerleri benim değil. Benim adıma iyi niyetle de olsa hesap açtıran kimi okurlarımdan ricam, artık oradan mesaj atmayı bırakın lütfen.
*****
Bir mahzun cami
Küçükbakkalköy’deki büyük Carrefoursa’dan TEM’e sapıyorsunuz. İlerliyorsunuz, sağınızda Ataşehir var, devam edin, Ankara ayrımından sonraki köprünün altından geçtikten sonra sola bakın.
Orası yaklaşık bin dönümlük bomboş bir arazi. Hafif engebeli.
O bomboş arazinin tam ortasında sıvası henüz yapılmamış, koca bir cami ve hemen yanında 6 katlı yine sıvasız bir bina var.
Camiyi ve binayı tam ortaya koyarsanız en yakın yerleşim yerine en az 750 metre var.
Cami ibadet için halkın toplanma yeri olduğuna göre, etrafında tek konut bile olmayan bomboş bir arazinin tam ortasında bir cami ne arıyor olabilir?
Cevabı basit aslında.
O boş arazi Finans Merkezi olarak planlanıyor. Arsa değerleri çok arttı. Belli ki bir süre sonra orada dev binalar yükselecek.
İşte o cami, alelacele yapılıyor ki, binalar inşa edildiğinde, İstanbul’un en değerli yerinde en yüksek rantı getirecek bir gayri menkul elde bulunmuş olsun.
Çünkü artık camiler sadece cami olarak yapılmıyor. Altına çok sayıda iş yeri hatta alışveriş merkezi yapılıyor, yanına bir de cami görevlileri için lojman adı altında yine çok katlı yüksekbir bina dikiliyor, buradan da rant sağlanıyor.
Yaşar Nuri Hoca’nın ısrarla söylediği “Allah ile kandırmanın” bir yöntemi bu da.
Twitter'da iki sakınca
Twitter’a uzun süre girmememin “ihmalkârlık ve şifreyi unutma” dışında birkaç nedenini sıralamak istiyorum.
Birincisi gözlediğim kadarıyla anormal bir bağımlılık da yaratıyor. Kimi yazarları görüyorum, başını bilgisayardan kaldırmıyor, kim ne demiş, kaç takipçisi olmuş, kim kime nasıl saldırmış, onları izliyorlar.
Hatta kimileri TV tartışma programlarında bile kendinden geçiyor, orada konuşulanları dinlemiyor ve tabii anlamıyor.
İkincisi bana göre bu olay çağın buluşu. Çünkü insanlara 140 karakter ile bir fikri empoze edebiliyorsunuz. Zaten tembel ve bilgisiz olanlar, kime inanıyorsa onun yazdıklarını doğru kabul ediyor ve bu görüş onda kalıcı hale geliyor. İki üç cümle ile fikir sahibi olup onu her yerde satmaya kalkanları gördükçe hem üzülüyorum hem öfkeleniyorum.
Üçüncü konu da, özgürlük adı altında her türlü terbiyesizliğin, seviyesizliğin de sahnelendiği bir alan haline geldi Twitter.
Bir hesap açtıran kendini bilirkişi sanıp istediğini yazmayı hak olarak görüyor.
|