Diyanet TV'nin Ramazan'da yayına başlayacağı haberleri, başörtülü olarak çalışan birçok profesyonel televizyoncuyu umutlandırdı. Ancak işlerinde profesyonel olsalar da, başörtülü olmaları (prezantabl olmamaları!) orada da sorun olacağa benziyor. Yapılanma, planlama sürecine bile dâhil edilmemeleri de bunun en iyi göstergesi.
Medya sektöründe her türlü olumsuz koşula rağmen alanlarında profesyonelleşen birçok başörtülü televizyon çalışanı var. Hepsi de \'Başörtülü=prezantabl değil\', \'prezantabl değilse, profesyonel olsa da işe yaramaz\' yargısının sadece siyasi rejimle ilintili olmadığını yakından bilirler. Bu konunun şuurunda oldukları gibi olayla ilgili espriler yapacak kadar da mevzuyu da aşmışlardır.
En kötü koşullara rıza gösteren, mesleklerinde ilerlemek için olağanüstü gayret sarf eden, emeklerinin karşılığını ise hiç bir zaman alamayan, işlerinde ustalaşmanın kendilerine kariyer olarak geri dönemeyeceğini bilen, vs gibi bir çok özellikle tanımlayabileceğimiz başörtülü televizyoncuların prangalarını çözebilmeleri çok zor görünüyor. Bu tabloya önceki yıllarda tahammül daha kolaydı. Suçlanacak birileri vardı ve sonrası rıza makamıydı. Ancak bugün bu tablonun hala aynı kalması başörtülü kadınlara yukarıdaki soruyu sorduruyor.
\'Cennete de başörtülüleri alacaklar mı?\' sorusu sosyal medyada şöyle ortaya çıktı: \'@Ayşegülyk: imam-hatip mezunu bir televizyoncuyum, alt yapıdan diyanet için yetişmişim işte.\' Ben de kuruluş sürecini, başındaki isimleri bildiğim için durumun çok da umutlandırıcı olmadığını yazdım. Bunu üzerine \'@Ayşegülyk: İsmi diyanet olunca biz de neler düşünmüştük, Ayşe abla bilgin var mı, başörtülüleri öbür dünyaya alıyorlar mı?\' diye sordu. Ayşegül'e hala gülüyorum!
Başörtülülerin profesyonel oldukları alanlarda reddedildiklerinde çok sık karşılaştıkları bir cümle vardır. \'Başörtülü olduğu için işe almayız\' diyemezler, \'prezantabl değil \' derler. Başörtülü kadınlar bu engelle en çok iş müracaatlarında karşılaşırlar. Cismini gören, CV'sine bakmaz. Ayşegül'ün bu konuya isyanı da Twitter'da şöyleydi: \'Bir şey değil, hayatımda bir kez bile prezantabl olmadan ölücem ya, ona yanıyorum valla\'.
Aslında başörtülü televizyoncular toplumsal değişimin ana dinamiklerinden birisiydi. Değişimin en içinde, içeriğini sırtlayarak yer aldılar. Seküler kesimin prezantabl olmayan görünümlerini aşağılamalarına meydan okuyarak isimlerini bilmesek de en çok izlenen programları onlar yaptı. Türkiye'nin en tartışmalı günlerinde alternatif medya zihniyetini erkeklerden çok daha üst bir bilinçle taşıdılar. Topluma köprü olan çok programda onların alın terleri vardır. Bu kızlar aynı zamanda kendi mahallerinde her türlü tutuculuk içeren, acımasız eleştirilere de direndiler. Belirtmek isterim ki burada kamera ve kamuoyu önündeki başörtülülerden değil, isimlerini sadece bitiş jeneriğinde gördüğümüz televizyon emektarlarından söz ediyorum.
Toplumsal değişim için kendi dar medyalarında büyük emekler vermiş, ama bu değişimin prangalarını çözemediği kadınlardan söz ediyorum.
Diyanet TV meselesine gelince, bu konuda başörtülü televizyoncuların çok katkısı olacağına inanıyorum. Ancak izlediğim kadarı ile ne yapılanma sürecinde, ne yönetiminde, ne de bir fikir almak için dahi bunlardan hiç birisi davet edilmemiş olması \'burada da mı prezantabl vizesi\' sorusunu sorduruyor. Oysa isimlere ulaşmak hiç de zor değil. Çok izlenen dini programların jeneriklerine bakmaları bile yeterli. İletişimci kadınların oluşturduğu \'Medyasofa\' isimli gruptan da birçoğunun adreslerine ulaşabilirler.
Diyanet TV daha işin çok başında. Ancak başörtülü kadınlar işin başında sürece dâhil edilemiyorlarsa, sonra hiç edilemiyorlar. Buradaki tespitim, yeni medya süreçlerine tanık olmaktan gelen tecrübe ve gözlemlere dayanıyor. Sürekli aynı duvarı yeniden tırmanmak zorunda bırakılan başörtülü kadınların bu konuda söyleyecek sözleri olmalı elbette. Ben de bu konudaki sözümü öncelikle konunun muhatabına ilettim. Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez'e bir mektup yazdım. Kadın ayırımcılığına karşı son derece hassas olan Sayın Görmez cevaben aradı ve daha işin başında olduklarını, henüz ortada hiç bir şey olmadığını ve bunu dikkate alacağını söyledi. Ancak Diyanet TV'nin açılış haberlerini izlerken fark ettim ki, yine ortada kadın yok.
Sayın Görmez'e yazdığım mektuptan küçük bir alıntı ile bu konuyu bitirmek istiyorum: \'Bu işlerin prim yapmadığı zor zamanlarda medyada var olma mücadelesi veren ve işlerinin ehli, dindar kadınların bu süreçlerde hatırlanmaları belki muhafazakâr diyarlarda bile kendilerini \'öteki\' hissetmelerine mani olur.\'
KOMPLEKS Mİ DESEM, ÇARESİZLİK Mİ?
Son günlerde fark ettim ki kadın odaklı konuşmalar artık bunaltı veriyor. Ataerkil sistemin siyaset üstü egemenliği bir tarafa, bu meselelerin savunuculuğunu yapan kadınların tutumu da çok daha fazla eleştiriyi hak ediyor.
Gittiğim birçok Doğu ülkesinde sık duyduğum ve nefret etiğim bir söylem vardır: \'Bizde hiç sorun yok...\' Her şeyi inkâr... Bunun tam tersi de aynı şekilde tepkimi çekiyor. Az gelişmiş ülke aydını, gazetecisi, iş kadını, STK temsilcisi... Bu zihin yapısı, bir ecnebi otorite gördüğünde hemen devreye giriyor. Karşınızdaki kişi ülkeniz hakkında iyi şeyler söylüyor, sizi tanımak istiyor ama siz hiç bir gelişmeden söz etmeyip, iyi tabloları bile, duygusal reaksiyonla sunuyorsunuz.
\'Bu tutum acaba karşı tarafça nasıl görülüyor, kendi ülkenize bir yabancı gözüyle bakmanızı nasıl değerlendiriyorlar?\', bilmiyorum.
Bu soruların cevapları kadar \'bu söylem, sahiplerine nasıl bir fayda getiriyor?\' sorusunun cevabını da merak ediyorum. Çocukluktan beri batılı eğitim alsalar da batılılaşamamış, ayrıca kendine de yabancı kalmış haller acaba nasıl aşılır?
Kendinden nefret dilinin uluslararası toplantılarda nice yazarlar tarafından büyük bir iştah ile dile geldiğine çok şahit olmuşumdur. Abisine mahalledeki çocuğu şikâyet eder gibi ülkesini şikâyet eden sözde aydınları da çok gördüm. İş dünyasında da benzer tutumu görünce değerlendirmelerim farklı oldu tabii ki...
Rasyonel akıl, nesnel bakış, dengeli değerlendirmeler ve özgüvenli konuşmalar için galiba daha çok yol kat etmemiz gerekiyor. Hala bir batılı bulunca \'kurtar bizi bunlardan\' kıvamında, şikâyetçi üsluptan vazgeçemiyoruz. Çocukça bir tutum ama kocaman insanlar yapıyor bunu, inanın. Sorunları eğrisi doğrusu ile konuşmak ile şikâyet etmek arasındaki ayırımı fark edemeyenlerin hem iş dünyasında, hem de sivil toplumdaki temsil güçlerinin yeniden sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. \'Her şey mükemmel\' deyip sorunları inkâr edenler kadar, bunlar da sorunlu bir zihniyeti temsil ediyorlar.
|