Çok değil, bundan bir kaç hafta önce, çocuklarla el ele 23 Nisan kutlandı bu ülkede. Şimdi sırada gençlere armağan edilmiş 19 Mayıs var. Darağacına asılıp da nefessiz bırakılan üç fidanın acısı, aradan geçen 40 yıla rağmen ilk günkü gibiyken ve hesap sorduğu için içeri tıkılmışken yüzlerce öğrenci, o da kutlanacak elbet. “Umudumuz, geleceğimiz onlar” diyen, samimiyetsiz ve her şeyden önce anlamsız konuşmalar yapılacak. Tarihi, geleceğinin içine etmek üzere planlanmış olaylarla bezeli canım ülkemde, çocuk olsun genç olsun, yolu devletin eziyet odalarından geçmiş herkesin ‘kutlanacak’ bir günü olacak.
23 Nisan, özene bezene giydirip, öpe koklaya gönderdiğimiz çocukların bayramı sadece. Aksi olsaydı, Pozantı Cezaevi’nde yatan çocuklar da kutlardı. Ama, onlar çoktan unuttu. Üzerlerine kapanan o demir kapının altında bıraktılar çocukluklarını. Biz ses verecek gücü bulduklarında öğrendik olanları. Tecavüzü bir başkasının başına gelmiş gibi anlattılar, öyle mahçup. Utançtan gebermesi gereken bizken, onlar sıkıldı. Başlarına gelen şeyin sorumlusu da suçlusu da kendileriymiş gibi...
Memlekette adalet olmasa da bir bakanı var elbet. Olaya hemen el koyacağını duyurdu. Sanırsın ki, cezaevi yönetimi görevden alınacak, ciddi bir soruşturma başlatılacak, sorumlular ortaya çıkarılacak, tutuksuz yargılanmaları için önlerinde hiçbir engel bulunmayan çocuklar ailelerine teslim edilecek... Müdürler değil ceza almak, Ankara ve Van’daki cezaevlerine tayin oldu. Çocuklar, Adana Pozantı’dan Ankara Sincan’a taşındı. Haber bültenlerinde, tek kişilik otel odasıymış gibi takdim edilen hücrelere yerleştirildiler. Fakir aileler, kilometrelerce uzağa gönderilen çocuklarını görebilmek için gereken yol parasını nasıl denkleştireceklerini düşünmeye başladı kara kara.
Yaşadıklarından dolayı dünyaya ve insanlara karşı derin bir güvensizlik duyan; değil bir hapishane hücresine kapatılmak, desteğe ve dayanışmaya ihtiyacı olan; yaralı; aileleriyle bile konuşmakta zorlanan bu çocuklar için yapılabilecek en doğru şey onları evlerine göndermekti. Bunun yanında, hükümet bütün sorumluluğu kabul ederek, bu çocuklar için psikolojik destek sunmalı ve eğitimlerini tamamlamaları için her koşulu yerine getirmeliydi. Ama yok! İllâ hapiste kalacaklar. İllâ dayak yiyecekler! Bu Kürt çocukları illa ki eziyet çekecek!
Pozantı Cezaevi İnfaz Kurumu yetkililerine dayanarak verilen bilgilere göre cezaevindeki çocukların yüzde 80’i ve şiddeti ifşa edenlerin tamamı Kürt. Savaşın içine doğmuş, çocuk yaşta ölümlere, işkencelere tanık olmuş ve kendilerini ancak politik bir tavırla ayakta tutmayı öğrenmiş bu çocuklar için devletin çözümü hapse atmak! Oysa, dünyada her aklı başında olanın kabul ettiği üzere, çocuk suçluluğunu engellemenin yolu, onları girdiklerinden daha büyük bir kinle çıktıkları hapishanelere tıkmak değil; savaş koşullarını ortadan kaldırmanın yanında onlar için evrensel çocuk haklarına uygun çözümler üretmek. Ama çok zor değil mi? Yapılamaz! ‘Yılanın başını küçükken ezeceksin’ anlayışı her türlü evrensel ve bilimsel doğrunun önüne geçsin, nefret ve kin üretmekten başka bir şeye yaramayan ne kadar işkence varsa yapılsın bu çocuklara!
Pozantı’dan Sincan’a gönderilen çocuklar bakın ne diyor: “ ‘Başkanlar Odası’ denilen bir yer var. Oraya götürüp dövüyor gardiyanlar. “Bir daha konuşursanız Sincan’ı da Pozantı’ya çeviririz” diyorlar. Bir gardiyan üzerime masa attı, parmağım kırıldı. Doktor merhem verip yolladı. Çok acıyor, piril sürüyorum acısını dindirmek için. ‘Yumuşak Oda’ var bir de... her tarafı sünger kaplı. Odanın içinde bir vana var. Gardiyan vanayı açıp ıslatıyor bizi, kaçamıyorsun, dövüyor. Camı da açıyor ki soğuk olsun iyice. Suyun içinde şınav çektiriyor. Plastik sopalarla dövüyor. Sonra sabaha kadar orada bırakıyor. Pozantı için verdiğimiz şikâyet dilekçelerini geri çekmemiz için tehdit ediyorlar.” Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, çocukları ‘daha iyi korunacakları’ gerekçesiyle gönderdiği Sincan’da işte durum bu!
Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi’ne gelen bir ihbar doğrultusunda cezaevine giden baro avukatlarının çocuklarla konuşması sonucu ortaya çıkan bu yeni rezalet, devletin çocuklarına bitmeyen eziyetinin son ispatı. Ama bu kadar da değil, dahası var. Anlattıklarıyla Pozantı’daki işkence ve tecavüzü ortaya çıkaran çocuklardan biri olan, ancak ardından yeniden tutuklanan, ruh sağlığı bozulduğu için cezaevinde iki kere intihara kalkışan T.T için 26 yıla kadar hapsi isteniyor. Suçlama tanıdık; örgüt üyesi olmak, örgüt adına propaganda yapmak... Avukatının elindeki, T.T’nin intihara eğilimli olduğunu kanıtlayan hastane raporuna rağmen, mahkeme 8 Mayıs’ta yapılan üçüncü duruşmada da tahliyesine izin vermedi.
Bütün bunların önüne geçmek için yapılacak şeyler açık: Çocukları suça iten koşullar ortadan kaldırılmalı. Çocuk suçluluğunu engellemenin yolunun onları hapse atmaktan geçmediği; şiddet görmüş ve tecavüze uğramış çocukların yerinin tecrit değil, ailelerinin yanı olduğu anlaşılmalı. Cezaevi yöneticilerinin, sorumlu oldukları kurumda yaşanan şiddet, taciz ve tecavüz olaylarının hesabını, ciddi bir soruşturmaya tabi tutarak, vermeleri sağlanmalı. Cezaevi, akıl hastanesi, yurt gibi kapalı kurumların bağımsız izleme kurulları tarafından denetlenmesinin önü açılmalı. Kapalı kapıların ardı görünür kılınmalı. İşte ancak o zaman, bayramlar ülkenin bütün çocuklarına ait olur.
|