CHP’nin bıraktığı izlenimden doğan iki yüzü var. Önce, “olması lazım gelen yüzü”, “halkın partisi” yani fakirin, işçinin, çalışanın, orta hallinin yanında, onların koruyucusu, demokrasinin fedaisi.
Sonra, “olan yüzü”, halkı, fakiri hakir gören, okumuşun, aristokratın, seçkinin, zenginin, köyün değil şehrin, işverenin partisi. Peki bu farklı görünüş yıllardan beri yok mu?
Var. Ve onun için CHP iktidar olamıyor. Yalpalayıp duruyor. Bir öyle, bir böyle...
Kimi temsil ediyor, belli değil.
* * *
İşte CHP’nin “olan yüzü” yıllarca eleştirildi, zaman zaman bu yüzün, görünüşün terkedildiği de oldu. Ben de bu nedenle ümitle yıllarca CHP’ye oy verdim.
Ama değişim bir türlü kalıcı olarak gerçekleştirilemedi.
Nihayet günümüzde “yeni CHP” diye değişim isimden başladı. Yani, “CHP”, “Yeni CHP” oldu. Yeni CHP’ye uygun kişi ise Gürsel Tekin’di.
Yeniliği, haklı veya haksız, yeterli veya yetersiz Tekin temsil ediyordu. Şimdi Gürsel Tekin CHP’de parti başkan yardımcılığından istifa etti.
Yani “CHP”, “Yeni CHP” olmaktan geri adım attı.
Yine klasik “CHP”, bildiğimiz CHP oldu. Veya o yolda...
* * *
Bunun, dıştan bakınca halk üzerinde menfi etkisi var.
Yani, “bir türlü birbirini yemekten, parti içi mücadeleden vazgeçip, kendi düzenini kuramayan ve koruyamayan CHP, memleketi mi idare edecek?” Bu soru akla gelmez mi? Türkiye’nin önünde Anayasa yapma süreci var. Askerler, gazeteciler, bazı aydınlar hapiste.
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor ve süresi tartışılıyor.
Atatürk’le ilgili diye bazı bayramların kutlamaları kaldırılıyor. Yerel seçimlere az kaldı. Başkanlık mı, yarıbaşkanlık mı? PKK ve terör...
Dış politikada yalpalamalar.
Eğitimde değişiklikler... Ve daha, daha...
Ülkenin problemi çok.
Ama muhalefet yok. Bunları görmüyor bile. İşte CHP’nin çelişkisi burada. Güçlü ve ülke için umut olan projeler, yeni görüşler üreten bir “yeni CHP” gerek...
* * *
CHP’nin ülke problemlerini çözme projelerini halk dört gözle bekliyor. Ve beklemekten bıkmıyor.
Oysa CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bütün bu problemleri görümüyor onlara çareler üretmiyor, en son, AKP’nin Türkiye’nin bütün ilkokullarında çocuklara dağıttığı sütü eleştiriyor. Yani kolayını yapıyor. Ucuz işlerle uğraşıyor. Oysa muhalefetin ağırlığından iktidar ezilmeli, ama nerede? Bunun neresi “Yeni CHP”? CHP bir türlü, “o da”, “bu da” olamadı. Yazık...
SİVİL BAYRAMLAR!
Her şey sivilleşiyor. Erken mi?.. Bilmem... Resmi bayramlar, kurtuluş günleri bu sivilleşmenin başında yer alıyor. 23 Nisan: Çocuklar devlet büyüklerinin koltuğuna oturmayacak. 19 Mayıs: Gençlik Spor Bakanlığı, sokaklarda kutlayacak.
30 Ağustos: Törenler Başkomutan Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde kutlanacak. Resepsiyon da artık Köşk’te.
29 Ekim: Tek milli gün olarak kutlanacak.
Yani “asker milletiz” lafı gerilerde kaldı. Çünkü resmi geçitler de yok artık.
Asker “rap rap” geçerken gözyaşı dökenler artık yalnız teröristler tarafından öldürülen genç askerlerimizin cenaze törenlerinde gözyaşı dökebilecekler.
Bakalım bu millet daha neler görecek?
SOL BİRBİRİNİ Mİ ÖLDÜRDÜ?
Yeni bir münakaşa çıktı: “1 Mayıs’ı soldaki çatışma yarattı.”
Bazısına göre o günlerde, 1977’de de sol bölük pörçüktü.
Maocular vardı, Arnavutluğu örnek alanlar vardı, Moskovacılar yani Stalinciliği rehber görenler ve diğerleri, vardı. Sol dernekler çeşit çeşitti.
“Ve Taksim’de bunlar çatıştı, ölümler bunların çatışmasından oldu”. İşte bunu ortaya alanlar var. Hem de bunlar tanınmış, solcu.
Bir de Cumhuriyet’te ve Milliyet’te iki yazı çıktı, “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarını Turgut Özal istemişti” diye. Turgut Özal şöyle diyordu: “Komünistlerin, neyin peşinde oldukları şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu? Örfi idare hıyanetlerini meydana çıkardı. Fakat endişem var: Tarihten, tecrübeden ders alacak mıyız, yoksa sözde bir acıma duygusuyla, Türkiye’yi yıkmak isteyenlere bir şans daha mı vereceğiz?”
Evet, çeşitli bilgiler, gün geçtikçe yer değiştiriyor değil mi?
OH NİHAYET
Genelkurmay konuştu
Genelkurmay Başkanlığı sustu sustu ama geçen hafta kızgınlığını gösteren bir konuşma yaptı. Ve bu konuşma iki siyasi lideri de konuşturdu.
Genelkurmay başkanları eskiden konuşur, açıklamalar yapardı. Uzun süredir, daha doğrusu Necdet Özel Genelkurmay’ın başına geçtikten sonra ses seda kesildi. Bunun için, “iyi oldu, dünyada da böyledir. Siyasiler dururken askerler konuşmaz” diyenler var.
Ama öte yandan “Türkiye’nin özel şartları var. Türkiye dünyaya benzemez. Bir kere parti içi demokrasi yok. Yani siyasiler başkanın kulu gibi... % 10 barajı da var...” diyenler mevcut.
Yani Genelkurmay başkanlarının yeri geldikçe, yani bu ortamda konuşmasını normal bulanlar var. Genelkurmay, Bekir Coşkun’un “Paşa” başlıklı yazısına, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ın da sözlerine karşı çıktı. Ve bunları “tahrik” olarak vasıflandırdı.
Astsubaylar da sanki başkaldırdı.
“Yüzlerce subay hapse atılırken seyreden, bunların bazıları hapse atılmadan da yargılanabilir demeyen Genelkurmay, susmakla tarafsızlığını ortaya koyduğunu zannederken, bir gazeteci ve bir avukata bizi tahrik etmeyin diye veryansın ediyor”, diyenler oldu.
Haksılar mı?
BAŞARIDA VAR
Başarısızlıkta yok
Küçük büyük, yaşı ne olursa olsun, herkes yaptığı işte başarılı olmak ister. Rakiplerini yenmek ister.
Zaten bunu düşünmeyenler, bu rekabeti dikkate almayanlar, o hırsla ve o hızla çalışmayanlar, işlerinde başarılı olamazlar. Bunları niçin söyledim. Antalya’da Akdeniz Üniversitesi hastanesinde 2 kol ve 1 bacak nakleden doktor Profesör Ömer Özkan için.
Ve doktor ispat etti ki insanda hırs kadar tecrübe de olmalı. Çünkü tecrübe bilgi demektir.
Benim takıldığım bu değil. Çünkü bunlar o doktorda vardı.
Benim takıldığım, bu nakli yapan doktorun başarısına eşinin de ortak olması. Her resimde görünmesi, TV’lerde eşinin yanında yer alması.
Ama şimdi ne oldu. Kol nakledilen hasta öldü ve doktor hanım da resimde görünmez oldu.
Başarı varken en başta ol, başarı başarısızlığa dönüştüğünde yok ol. Bu tasvip edilebilir mi?
Edilemez. Bu şanssız sonucun açıklaması yapılırken o doktor hanımı da gözler aradı...
ÇIKARCI
Her devrin adamı
“Doğruya doğru, eğriye eğri” diyen kaldı mı? Kaldıysa çok az kaldı. “Dün benimdi, bugün de benim olmalı” diyenler ekseriyette. “Ben her devrin yıldızı olmalıyım.”
Dün yazdıklarıyla, söyledikleriyle “aferin” alanlar, dünkü yazdıkları hatırlanmıyormuş gibi bugün de her türlü iktidar mensuplarına, güç sahiplerine yağcılık yapıyorlar.
Artık uzun süredir her şey “çıkar” için. Bu çıkar, mevki olur, para olur, şöhret olur, her şey olabilir. Peki bu toplum bu ikiyüzlüleri tanımıyor mu?
Tanıyor. Tanıdı.
Onlar “her devrin adamı” ama onlara her devirde kıymet veren var ki veya onlardan istifade edenler var ki, onlar yaşamaya ve çoğalmaya devam ediyor.
Ama unutulmasın ki, “son gülen iyi güler” ve son gülenler “doğrucular” olacak
|