DEVLET karar veriyor, herkes en az üç çocuk sahibi olacak. Ulusal bayramlar şöyle kutlanacak.
Devlet karar veriyor, içki içilmeyecek. Gençler parklarda el ele dolaşmayacak. Lokantalardan tuzluk kaldırılacak. Sigara içilmeyecek.
Devlet karar veriyor, TV’lerde şu diziler oynatılacak, bu diziler oynatılmayacak. Okullarda dindar gençlik yetiştirilecek.
Devlet karar veriyor, gazetelerde şu yazarlar yazı yazacak, şunlar yazmayacak.
Devlet karar veriyor, şu heykel yıkılacak. Şu kitap toplatılacak, bu kitap yayınlanacak.
Devlet karar veriyor, şu sendikanın başına bu kişi, şu ticaret odası başkanlığına bu kişi gelecek.
Çünkü, devlet benim. Ben dersem, o.
İçeceğimizden yiyeceğimize
kadar, nerede, nasıl davranacağımız dahil, her şey ehil ellerde. Bizim ayrıca ilgilenmemize gerek yok.
Bize sadece uymak ve uygulamak kalıyor.
‘MÜSLÜMAN KEMALİSTLER’
Emir-komuta zincirinin sivil yüzünü yaşıyoruz.
Bugünkü iktidar ve onu destekleyenler Kemalizmi ve tek parti dönemini eleştiriyor. Devlet eliyle tek tip insan yetiştirmek eleştirilerin odak noktası.
Ya bugün? İktidarın ahlak anlayışına göre, tek tip insan çerçevesinde toplumu yeniden biçimlendirme adımları atılıyor. Hayatın bütün alanlarında.
Kemalizmi otokratik, tek parti dönemini ceberrut devlet olarak tanımlayanlar bugüne baktıklarında ne görüyor? Neşe Düzel’in dünkü Taraf’ta röportajında edebiyatımızın ünlü şairlerinden Hilmi Yavuz önemli bir tesbitte bulunuyor:
“Müslümanlar bilmeden Kemalist oldular”.
TEPEDEN İNME
Hilmi Yavuz nazik bir dille söylüyor. Tek parti döneminde tepeden inme ne yapılmış ise, şimdi kendi felsefesine göre aynısı yapılıyor. Değişen, sadece dünya görüşü ve inançlar. Yoksa, yöntem aynı yöntem, tepeden inme.
Bunlara karşı çıkanların vay haline.
İşinden olmak, okuldan atılmak dahil, hapisanelerde sürünmeye kadar uzanan korku imparatorluğunun tek parti döneminden farkı ne?
Her hafta, her fırsatta, hep birlikte “siz kimsiniz, despot aydınlar” tekdirleri cabası.
Yok mu tiyatro kuracak bir babayiğit
TAYYİP Erdoğan doğru ve fakat eksik söylüyor. “Devlet eliyle tiyatroculuk olmaz”.
Batıda iki uygulama var. Hem devlet tiyatrosu, operası, orkestrası var, hem de aynı alanda özel girişimler var. Özel tiyatrolar ya da genel anlamda sanatın devlet dışında desteklenmesi tarihsel bir temele dayanıyor. Burjuvazinin sanata sahip çıkmasına.
Türkiye’de Batı anlamında burjuva sınıfı var mı, yok mu, çok tartışmalı. Sermaye sınıfı var ama, o sermaye sınıfı burjuva mı? Sermayesinden sanata ve sosyal alanlara ne kadar pay ayırıyor? Batı sermaye sınıfı sanata yatırım yaptığı için sanatın her dalı gelişiyor. Bizde öyle değil. Öyle olmadığı özel tiyatroların yaşama mücadelesinden belli.
Şimdi belediye tiyatrolarını özelleştirmek tiyatroyu öldürmekle eş anlamlı. Toplumda zaten sınırlı olan tiyatro zevki ve alışkanlığı devlet ya da belediyenin desteğini çekmesiyle iyice dibe vuracak.
Tayyip Erdoğan yerli otomobil üretilmesiyle ilgili olarak, Türk sermayesine görev veriyor, “yok mu otomobil üretecek bir babayiğit” diyor ve otomobil üretimini özelleştiriyor. Şimdi madem ki, tiyatro özelleşiyor, Erdoğan sormalı, “yok mu tiyatro kuracak bir babayiğit?”
Sanata duyarlı ise, sanatçıya hıncı yoksa, özel tiyatronun altyapısını hazırlamak Erdoğan’a düşer.
Parlak Köyü’ne balık çiftliği
21 Nisan cumartesi. Bir gurup milletvekili Çeşme’de toplanıyor. Karaburun’da inceleme yapacaklar, toplantının amacı bu.
Karaburun Parlak Köyü birinci derece doğal SİT alanı. Buna rağmen, birileri burada balık çiftliği kurmak için harekete geçiyor. Milletvekilleri bu durumu araştırmak üzere Çeşme’de toplanıyor. Toplantıya hem balık çiftliğini kuracak olanlar, hem de köylerinde çiftlik kurulmasına karşı çıkan köylüler ve muhtarlar katılıyor. Milletvekilleri iki tarafı da dinliyor.
O toplantıyla kalmıyor, bazı AKP ve CHP milletvekilleri Parlak Köyü’ne gidip, olayı yerinde görüyor. Örneğin, AKP İzmir milletvekili İlknur Denizli, CHP İzmir milletvekili Musa Çam köylülerin derdini dinliyor. İlknur Denizli’nin girişimiyle çiflik kurulması bir süre erteleniyor.
Ne var ki, bir kaç gün önce Parlak Köyü’nde işlerin pek parlak gitmediği ortaya çıkıyor. Denize dubalar atılıyor, balık çiftliği kurma çalışması hızla ilerliyor.
Mavi koyların ölümü, SİT alanlarının tahrip edilmesiyle bir kez daha karşı karşıyayız. Bu balık çiftliğini kimler kuruyor ve kurma iznini nasıl alıyor?
|