Şimdi biz de bunları söyleyince yargıya saygısızlık mı etmiş olacağız? İyi ama Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da “konumunu, bulunduğu mevkiin önemini, hata yapmaması gerektiğini” hiçe sayarak” bu sözlerle tüm milletin zekasına, bilgisine, demokrasiye, Anayasa’ya karşı saygısızlık etmiş olmuyor mu?
Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunun 50’nci yıldönümünde yaptığı konuşmada “Anayasa Mahkemesi millet iradesini temsil edenlere çelme takma yeri değildir” demiş. Hangi nedenle ve kime karşı, kim için söylenmiş bir sözdür bu? Eğer Haşim Kılıç daha önce söylediği “yargıya siyasi müdahaleye izin vermeyiz” anlamındaki konuşmasını affettirmeye çalışıyorsa (ki zaten kendisinin bu sözü cesaretle söyleyebilmesi haklı bir hayret yaratmıştı) böyle olmaz.. Belki affettirir ama bir Anayasa Mahkemesi başkanının bu tür açıklama yapma hakkı asla yoktur.
AYM’YE GİDENLER MİLLİ İRADE DEĞİL Mİ?
Neden yoktur, bakalım.. Burada kastettiği “Ana Muhalefet Partisi’nin çıkarılan ama yanlış olduğuna inandığı kanunları AYM’ye götürmesi”dir. Ve Haşim Kılıç “bunun yapılmaması gerektiğini, milli iradenin seçtiği iktidar partisi (veya iki parti) ne isterse o kanunun çıkacağını, Mahkeme’nin bunu engelleme yeri olmadığını” anlatıyor. Demek ki “çoğunluğun istediği herşey milli irade demek olduğu için” kabul edilmeli.. Peki çıkarılan kanunlara itiraz için Anayasa Mahkemesi’ne gidenleri kim seçmiş, onların “milli irade olmadığını” nasıl söyleyebiliyor?
MAHKEMENİN KURULUŞ AMACI BU!
Ama işte öyle değil.. Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hukuk bilgisi vermek zorunda kalmak da hoş değil ama ne yapacaksınız ki bizim görevimiz de bu, onlar meclisleri basın hepsini bir anlamda denetleyecek..
Anayasa Mahkemeleri “Hitler’in arkasında milli irade ve meclis varken, çoğunluğu ele geçirmişken neler yapabildiği” görüldükten sonra, “parlamentoların yapacağı hatalar üzerinde bir denetim gücü olması” amacıyla kurulmuştur ve demokrasilerde “çoğunluğun her istediğini yapmasını” engellemek, denetlemek görevidir. Ana muhalefet partileri (bazen diğer partilerle birlikte) her iktidar döneminde çıkarılan kanunları AYM’ye götürme hakkına sahiptir, bu anayasal haklarıdır.
ÇELME TAKMAK NE DEMEK?
Burada örneğin CHP ne yapıyor; doğru bulmadığı bir yasayı, bir yanlışı tespit ediyor, uyarıyor, “hukukun üstünlüğü”ne inanarak, hukuk devletinin imkanından yararlanarak konuyu devletin erki olan Anayasa Mahkemesi’ne götürüyor. Ortada durumla ilgili bir yanlış var mı, yok..
Oysa Haşim Kılıç’ın bu sözlerinde birden fazla yanlış var.. Öncelikle sanki “bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’ne muhalefet partileri tarafından yapılan müracaatların yanlış olduğu” vurgusu var.. Sonra AYM’nin “bu müracaatları kabul etmesinin ‘iktidara çelme takmak’ sayılacağı” anlamı var. Sonra “AYM’nin, dolayısıyla yüksek yargının bağımsızlığına gölge düşüren, mahkemenin kuruluş nedenini de anlamayan” bir hava var.
KÖTÜ DEĞİL İYİ ALIŞKANLIK
Aslında Başbakan Erdoğan’ın “CHP’nin sık sık Anayasa Mahkemesi’ne gitmek gibi bir kötü alışkanlığı var” sözü de aynı hatanın başka versiyonu.. Zira AYM’ye başvurmak, ülke için hata ihtimallerini azaltan, bu nedenle demokrasi açısından kötü değil “iyi bir alışkanlık”tır, anayasa mahkemeleri her ülkede bu amaçla kurulmuştur.
Demokrasilerde hukukun üstünlüğünün sağlanması, o demokrasinin “demokrasi olarak kalabilmesinin” ilk şartıdır, bu nedenle yargı erki aslında diğer iki erkin (yasama ve yürütmenin) de üstünde sayılır.
YARGI GÖREVİNİ YAPMAZSA..
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski Yargıcı Rıza Türmen’in daha önce yaptığı şu açıklamaya dikkat etmek gerekiyor; “Yargının; demokrasiyi, hukuk devletini, anayasal düzeni koruma gö-revini yerine getiremediği durumlarda siyasi iktidarların otoriter bir yönetime kayma ihtimali her zaman vardır. Yargı da bu görevi ancak siyasal iktidara bağımlı olmazsa yapabilir.” Toplumun yargısının tepesinde bulunan Haşim Kılıç “siyaset düşünerek konuşma hazırlayacak” konumda değildir, tabii böyle ciddi hatalar onu ilgilendiriyorsa!
*****
Suriye’nin bize sarılması!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dün Meclis’te yaptığı “Suriye” konulu konuşması iktidarla muhalefet partileri arasında büyük tartışmalara neden oldu.. Bunda da şaşıracak bir şey yok, çünkü “bir savaş ihtimali” durumunda bile yapılan konuşmalarda muhalefet partilerini aşağılama, onları kötüleme gibi “bir kötü alışkanlık” devam ediyor (“kötü alışkanlık” deyimi burada doğru..)
Mesela Davutoğlu “Ak Parti’nin Suriye halkının yanında olmasını herkesin takdir etmesi gerekir. Kudüs’ün sokaklarına çıkın, ‘Türkiye’nin Suriye politikası hakkında ne düşünüyorsunuz’ diye sorun, size sarılacaklardır” dedi.. “Bizim için önemli olan Suriye, Şam, Hama, Humus’un bizi anlamasıdır” dedi. Ve bunları söylerken; “Türkiye’de darbeyi savunanlar Orta Doğu’da dikta rejimlerini savunacaklardır” demeyi unutmadı.
BAKANLAR DA AYNI TEPKİDE..
Şimdi, yıllardır devam eden bir soruşturmada insanları da yıllarca cezaevlerine tıkmaktaki yanlışlığı, yapılan yargı hataları vs’yi anlatmak “darbeyi savunmak” anlamına gelmez. Gelmeyeceği için de bunun yanlışlığını kendi partisinden bakanlar, Başbakan Yardımcısı Arınç, Meclis Başkanı Çiçek de vurguluyor. Ayrıca bunları söylerken karşı tarafın “Suudi Arabistan, Sudan, kısa süre öncesine kadar Suriye, uzun süre Kaddafi ve Libya ile, en azılı diktatörlerle yakın ilişkiye giren biz miydik. 28 Şubat’ta MGK kararının altına imzaları biz mi attık. 27 Nisan muhtırasının sorgulanmasını istemeyen biz miyiz” diyebileceğini düşünmek lazım.. Bu nedenle söylenenlerde çok haksız suçlamalar var.
AH O TRİBÜNLER!
Diğer tarafta “ortada Türkiye’nin bir savaşa girmesi, kendi içinde çıkacak ‘Kürt devleti projesiyle ilgili çatışmalar’ gibi bir çok kez uyarıldığımız nedenler” varken Suriye halkının bizi kucaklamasından önce düşünülecek konular da var demektir. Bizim için “Şam, Hama, Humus”tan önce kendi halkımızın, ülkemizin güvenliği gelmelidir. Bu konularda muhalefetin mutlaka iktidarla aynı görüşte olması beklenemeyeceğine göre Davutoğlu’nun onları hedef alması da yine “tribünlere oynama” gibi görünüyor ki hiç değilse “savaş” konusunda yapılmamalı!
|