Ankara’daki 12 Eylül davasının belki en zayıf noktası sanıkların bir başına darbe yapma ile suçlanması oldu. Böyle olduğu içindir ki avukatları “Kurucu İrade” fikrini ortaya attı. Bunun anlamı şu: 12 Eylül darbesinin girişim olarak kalmadığı, devletin yeniden kurulduğu ve işte bu 12 Eylül devletinin, devletler hukuku çerçevesinde uluslararası hukukun güvencesi altına girdiği... Kısacası sadece darbe yaptıklarından dolayı sanıkların yargılanması ve mahkumiyet cezaları almaları sıkıntılı bir durum?
Şu bir gerçek, uygun bir toplumsal iklim doğduktan sonra herkes yargılanır. Yasa uygun değilse, toplumsal iklim ile yasa arasındaki çelişki bir şekilde çözülür. Ne var ki ortada bir toplumsal iklim yok. Egemen oligarşinin siyasi alana yansıyan çelişkilerinin yarattığı çatlaktan yürüyoruz. Üstelik 12 Eylül hukuku ile yönetilen bir ülkede, 12 Eylülcülerin yargılanması gibi bir garabete tanıklık ederek ilerliyoruz. MHP liderlerinin 12 Eylül mahkemesinde ifade ettiği ‘fikri iktidarda, kendi cezaevinde’ gibi bir durum yaşanıyor. Gerçi MHP yargılanmıştı, ama bundan demokrasi çıkmamıştı. Şimdi de darbeciler yargılanıyor, göründüğü kadarı ile bundan da demokrasi çıkmayacak. Bizim yaptığımız ‘Karşı Kürsü’ perspektifiyle 12 Eylül davasını olabildiğince olumlu yönde etkileme, tüketileceği tüketme çabası. Gerçekten bir başına darbe yapma ile sınırlı bir yargılama sıkıntılı bir durum. Üstelik 32 yıldır tüm hükümetler ülkeyi darbe yasalarıyla yönetmiş. ‘Mademki onlar darbe yapmakla suç işlemişler, siz ne diye darbenin tezahürü olan yasalarla ülkeyi idare ettiniz?’ sorusuna verilecek mantıklı bir cevapları yok. Çünkü mesele bir başına tarihteki 12 Eylül’ü yargılama değil, bir noktada bunun önemi de yok, süren 12 Eylül ve sürdüren 12 Eylülcülerle hesaplaşmadır asıl mesele.
Bu da davayı genişletme, hak ve özgürlüklerle ilişkisini kurma, yapılmadığı oranda hükümeti teşhir etme, alternatif adalet ve demokrasi arayışını zorunlu kılıyor. En önce de davayı genişletmeyi. 12 Eylül darbecileri ile 12 Eylül öncesi olaylar arasında ilişkinin kurulması gerekiyor. Çünkü 73’lerin başında nispi istikrar içinde olan bir toplumun istikrarsızlaştırması ile darbe arasında kurulacak somut ilişki ëKurucu İrade’ düşüncesine meşruiyet alanı bırakmaz. En önemlisi darbeden sonraki durumdur. Darbecilerin devlet olması onlara işkence yapma, insanlık suçu işleme hakkını vermez. Anayasanın Geçici 15. Maddesi ile koruma altına alınan cunta görevlileri bağlamında, Erdal Eren’in yaş meselesine rağmen asılması, Diyarbakır cezaevinde yaşatılan vahşet, Mamak, Metris, Erzurum, Elazığ Askeri cezaevleri, polis ve askeri birimlerdeki işkenceler, yargısız infazlar, kayıplar vb. insanlık dışı uygulamalarla 12 Eylül darbecileri arasında kurulan ilişki süreci bir ölçüde bütünler.
Buna karşılık mahkeme, yeterli belge sunulamadığı gibi gerekçelerle müdahil miktarını en aşağıya çekiyor. Darbe döneminde işkence gördüğümüze dair nasıl belge vereceğiz ki... İşkence gören insanlar doktora bile sevk edilmezdi. Doktorların rolü daha çok yara bere içinde kalmış olan bizleri yeniden işkenceye hazır hale getirmekti. Bunu geçelim, Erdal Eren içinde belge bilgi istenmez ki... Mahkemenin yapması gereken, 12 Eylül’de haksızlığa uğrayan herkesi dinleme, kayıtlara geçme, herhangi bir devlet biriminde bu yönlü kayıt, bilgi, belge varsa bunları toparlama, sadece mağdurları değil, mağdur edenleri de dinleme, netice olarak bir sonuca varma olmalı. Ayrıca mesele darbecilerin ceza almaları değil bir başına, toplumun olan bitenleri bilmesi, gerçekle yüzleşmesi ve hesaplaşması, aynı şeylerin bir daha olmaması için ne yapabiliriz, bu yönlü kolektif bir düşüncenin gelişmesidir mesele...
Anlaşıldığı kadarıyla 12 Eylül ile ilgili herhangi bir hazırlık yapılamadan mahkeme açılmış. Durum bu olunca, mahkeme kendi eksikliğini bizlerle gidermeye çalışıyor. ‘Müdahil mi olmak ve yargılatmak mı istiyorsun, belge getir’ mantığı bizim için yeni değil. 12 Eylül döneminde işkence altında kendi aleyhimize ifade verme, sözde karıştığımız olaylarla ilgili kanıt isterlerdi. İddianameler bu temelde hazırlanır, mahkeme kararları bu temelde verilirdi. Mantık aynı. Bu aslında hükümetin 12 Eylül yargılaması ile ilgili bir hazırlığının olmadığı gibi böyle derdinin de olmadığını ortaya koyuyor. Bu anlayış doğru değil, ama maalesef herkes kendi darbecisi ile uğraşıyor. Hükümetin derdi Ergenekon ve 28 Şubat. 12 Eylül sol’la ilgili ve sürekli kamuoyunun gündemine getirilmesi, Ergenekon ve 28 Şubat karşısında çift standart eleştirisi karşısında zorunlu olarak kabul ettiği bir şey, ama yargılama diye bir dert ve bir hazırlık yok. Biz yüklenmezsek biçimsel bir yargılama ile 12 Eylül işi bitirilecek, sonra ‘bak ben tüm darbecileri yargıladım’ denecek.
Öyleyse 12 Eylül davasını takip edelim. Belge bilgi yağdıralım. Müdahillik meselesini zorlayalım. Ardından Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin geldiğini, onda belge bilgi, tanıklık problemi olmadığını, Hakikat Komisyonu üzerinden bunun köklü bir şekilde çözüldüğünü, 12 Eylül yargılamasının asıl Diyarbakır’da olacağını bilen bir noktadan, Ankara’nın sonuçlarını Diyarbakır’a yansıtalım.
|