AK Parti ile CHP arasında 'kök' savaşları devam ediyor. Başbakan CHP'nin köklerini, tek parti dönemini, uygulamalarını didikliyor. Kılıdaroğlu karşı salvolarla, aslında sıkça sıkıntılı savunmalarla buna yanıt veriyor.
Bu tartışmalar ilk bakışta siyasi parti liderleri arasındaki bildik siyasi atışma görüntüsü taşısa da, aslında önemli başka bir işlev de görüyor.
Bu, yasakçı zihniyet ve geçmişi teşhir etme işlevidir.
Bu tarz olsa da, siyasetçi, hatta siyasi iktidar eliyle, 'hatırlatma ve bellek alıştırması'nın çok önemli olduğunu görmek gerek. Nitekim bunlar zihinlerde 'küçük' uyanmalar yaratma yanında, Dersim katliamı meselesinde olduğu gibi, 'büyük' işleri, örneğin özür dilemeyi de beraberinde getirebiliyor.
Bir süre önce Erdoğan'ın 'Tek parti döneminde kimi camiler ahır olarak kullanıldı' sözüne, Kılıçdaroğlu'nun göstediği tepki, 'Yok böyle bir şey' demesi, bir bakıma 'reddiyeci' bir dile sarılması da, en az 'hatırlatan dil', Başbakan'ın dili kadar kadar dikkat çekiciydi.
Acılı topraklar üzerinde yaşıyoruz. Müslüman, gayri Müslim, Türk, Çerkez, Kürt bu topraklarda çok acı çekti. Sürgünlerin, göçlerin, katliamların, ölümcül azınlık ve din politikaları kavurmadığı tek diyar, tek kimlik yok.
Buna rağmen bir ana muhalefet partisi başkanı, bir zulüm konusunda, ani bir refleksle, 'Hayır, olmadı, öyle şey, öyle şeyler' diyebiliyor.
Neden?
Manasız ve karşılıksız bir özgüven mi? Sığlık ve bilgisizlik mi? Yoksa CHP'de yaşayan 'tek parti geni'nin kanıtı mı?
Muhtemelen hepsi birden...
Ailemin bir tarafı 1700'lı yıllara geri yaslanacak şekilde Gelibolu Mevlihanesi şeyhlerine uzanır. Çocukluğumdan bu yana varlıklarını ve öykülerini bilirim, bu köke ilgi duyarım.
Ve bildiklerim arasında, Osmanlı toprakları üzerindeki en büyük asitane olan Gelibolu Mevlevihanesi'nin, bu ibadethanenin, tek parti döneminde, pek çok benzeri gibi, utanç verici bir şekilde 'askeri ahır' ve depo olarak kullanıldığı da vardır.
40'lı, 50'li yıllarda eşiyle birlikte Gelibolu Mevlihanesi üzerine ciddi ilk çalışmaları yapan Mualla Eyüpoğlu'yla yıllar önce uzun uzadıya görüşme fırsatım olmuştu.
Gelibolu Mevlevihanesi'nin 'acıklı hikayesi'ni önce ondan dinlemiştim.
Mevlevihanenin neden ve nasıl ahır yapıldığını, iç mimari açısından son derece değerli zemininin nasıl çürümeye terk edildiğini, çürüdükçe atlara, eşeklere nasıl yem olduğunu... Eski Mevlevi mezarlığı ve müştemalitanın tahrip kalıplarıyla yıkıldığını, o araziye bugün hâlâ orada bulunan askeri lojmanların yapıldığını, 1960 ihtilalinde o mezarlardan elde edilen mezar taşlarının kırılarak orduevi önündeki kaldırımlar için mozaik taşı haline getirildiğini...
Tüm bunları hüzünle anlatmıştı...
Aile büyükleriyle de konuşmuştum bu yaşananları...
Onlar ve Mualla hanım artık aramızda değiller...
Ne var ki, tek parti döneminin ve 'askeri vandalizm'in o izleri bugün hâlâ yerinde duruyor...
O tarihi kalıntıları, mezar taşlarını kırdıran dönemin kolordu komutanı ve belediye başkanı Tuğsavul'un adı hâlâ Gelibolu'nun en büyük caddesinin adını süslüyor.
Üç beş öncesine kadar mevlevihane askeri hastane bahçesinde tel örgüler arasındaydı, zar zor ziyaret izni aldığımda karşılaştığım, kuş ve insan pislikleriyle dolu korkunç bir manzaraydı. 'Tel Örgüler Ardında Bir Mevlevihane' başlığıyla bir yazı yazmıştım ve o günlerin Nokta Dergisi'nde yayınlanmıştı.
Sonra o tel örgülerin kalktığı günler geldi...
Bana bunları hatırlattı Kılıçdaroğlu...
Kimbilir millete neler hatırlatıyor...
|