İyi ki Adalet Ağaoğlu var
DÜN... Sabah saatleri...
Evimin en havalı köşesinde oturmuş, bol köpüklü orta Türk kahvesini yudumlayarak güne adapte olmaya çalışıyorum.
Önümde Pazar günleri, diğer günlere göre daha da kabaran bir tomar gazete.
Bıkkın, bezgin ve iştahsız bir şekilde bakıyorum gazete yığınına...
Hangisinden başlasam acaba?
Mazoşist bir dürtüyle önce “cemaat” ile “organik” ya da “inorganik” bağı olan gazetelere göz atıyorum.
Bizi “Bir kitabın daha basılmadan polis takibatına uğratılmasına” ikna etmeye çalışan haberler ve yazılar fışkırıyor sayfalardan.
İstiyorlar ki “Savcı haklıdır” diyelim.
İstiyorlar ki “Polis en doğrusunu yaptı” diyelim.
İstiyorlar ki “Ahmet de, Nedim de Soner de çok azılı birer silahlı terör örgütü üyesidir” diyelim. İstiyorlar ki “İşin içinde çok iş var” diyelim.
Bir umutsuzluk, bir karamsarlık çöküyor üstüme...
Kendimi resmen “vicdansızlığı doğallaştırma” eylemine maruz kalmış gibi hissediyorum.
Öyle bir bezginlik, öyle bir bedbinlik ki ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.
* * *
İşte tam bu sırada çaldı telefon.
Enerjik, bahar dolu bir ses gülümseyerek “Günaydın Ahmet Hakan” dedi.
Arayan Adalet Ağaoğlu idi...
Bir gece önce “Bir Düğün Gecesi” adlı şahane romanına, kim bilir kaçıncı kez göz attığım Türk Edebiyatı’nın en güzel çınarı...
Daha ben “Günaydın, bu ne güzel sürpriz böyle” falan diyemeden başladı konuşmaya:
“Önceki gün Ahmet Şık’ın ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabını bin imzayla yayınlayalım diye yazmıştın ya... Ben de varım. Ben de yayıncı olmak istiyorum. Benim ismimi de ekle.”
Sonra da şunu söyledi.
“Bin kişiyi Silivri’ye tıkamazlar demişsin... İsterlerse tıksınlar, ben hazırım.”
* * *
Adalet Hanım’ın eşi Halim Bey’in sağlık sorunları var. Bu yüzden Adalet Hanım’ın eşinin yanında olması gerekiyor.
Bunu hatırlattım kendisine...
“Doğru... Tek sorun bu... Eh, artık bu durumda Halim’e 17 yıl bakacak bir yardımcı bulmamız gerekir” diye espri yaptı.
“Neden 17 yıl?” diye sormaya gerek bile duymadım.
En kısa zamanda Bebek Oteli’nin terasında buluşmak için sözleştik.
Telefonu kapattığımda...
Bir de baktım ki:
Karamsarlıktan, umutsuzluktan eser kalmamış bende. Öyle bir temize çekilmişim, insanlığa karşı güvenim öyle bir artmış ki sormayın gitsin.
İyi ki varsınız Adalet Ağaoğlu... İyi ki...
Aydın Engin: Ben hazırım
BİZİM meslekte Aydın Engin gibisini bulmak zordur.
Gıybet etmez, hasetlik nedir bilmez, pusu kurmaz, hesap kitap yapmaz.
Emindir, itimat telkin eder.
Hiç çekinme, dön sırtını! Asla arkadan vurmaz.
Allem etmez, kallem etmez, lafı eğip bükmez, ne denmesi gerekiyorsa onu der.
Ben tanığım:
Susurluk’ta en öndeydi. 28 Şubat’ta söylenmesi gereken her şeyi söyledi.
Şimdi de insanlığının gerektirdiği yer neresiyse orada.
* * *
Ahmet Şık’ın kitabının bir kopyası kendisinde olduğunu işitmiştim.
Bu yüzden geçen günkü yazımda Aydın Engin’e bir çağrıda bulunmuştum.
Demiştim ki:
“Yayınlayalım şu kitabı... Bin imzayla... Aydın Engin, sen öncü ol...”
Çağrıma cevap geldi Aydın Engin’den...
Yazdıklarını noktasına, virgülüne dokunmadan yayınlıyorum:
* * *
“Sevgili Ahmet...
Okur önünde göreve çağırmışsın. Ben hazırım. Bin değil on bin ortak yayıncı bulmak da zor değil. Bu ülkede ‘sol memesinin altındaki cevahir’ kararmamış çok erkek ve kadın var. Eminim.
Lakin gözü kara bir yayıncı bulmak zor. Ayrıca yaklaşık 300 sayfalık bir kitabın kâğıdını, mürekkebini, cilt giderlerini karşılayacak ve bu parayı çöpe atmayı göze alacak cüzdanı kabarık birini bulmak daha zor.
Bu böyle... Çünkü kitap çıkar çıkmaz, hatta çıkmadan, eldeki mahkeme kararı uyarınca el konulacak.
Ama şuna eminim: Er ya da geç, şöyle ya da böyle okurlar bu kitaba ulaşacak
‘Kendilerine kitap taslağı ulaşanlar okumamış ya da yüzde bilmem kaçını okumuş’ diye not düşmüşsün.
Beni ayrı tut. Ben kitabı tümüyle, satır satır okudum.
Böyle yaptım, çünkü Ahmet Şık kitabı bana böyle yapayım, eleştireyim, eksiğini gediğini, hatasını, kusurunu göstereyim diye yollamıştı. Ben Ahmet Şık’ın hem ağabeyi, hem meslek ağabeyiyim. Benden istediklerini elimin ve aklımın erdiğince yaptım.
Bilgine ve ilgine... Selam ve sevgi...”
AYDIN ENGİN.
* * *
Aydın Engin’in yazdıklarını okuyunca...
“Galiba olacak bu iş” dedim.
Galiba bu sefer, sadece bir iki gürültü patırtı çıkarıp köşelerimize dönmeyeceğiz.
Galiba bu sefer, mesleğimiz için, demokrasi için, ifade edebilme hakkımız için, özgürlüğümüz için bir şeyler yapabileceğiz.
İstersen yüzde 99 oy al
BAZI “aşırı partici” arkadaşlar, “Sen yaz Ahmet Hakan... Seçim gecesi yüzde 50 oyu aldığımızda göreceğiz seni” diyorlar.
Bu tür laf çarpmaları okuyunca aklıma şunlar geliyor:
- Kemiyete değil keyfiyete bakılır.
- Hak ve adalet oylanmaz.
- Biz burada “Sen çok oy alamazsın” demiyoruz, “adaletten sapma” diyoruz.
- Dünya dönmüyor sözünü istediğin kadar oyla, sonuçta dünya döner.
- Özgürlük talebine isterse bir tane bile oy çıkmasın, o talep insanlık var olduğu müddetçe haykırılacaktır.
- Vicdana sığmayan bir olgu, isterse halkın yüzde 99’un oyunu alsın, yine de vicdana sığmaz.
Bir demet aday adayı
- AHMET VEFİK ALP: Bence birilerinin seçim süreçleri bitene kadar onu sıkıca bağlamasında yarar var. Çünkü onun aday olmadığı bir seçimi başka türlü göremeyeceğiz.
- AYNUR AYDAN: “Bakan düşüren kadın” unvanıyla AK Parti’den aday olması, AK Parti’nin şansının döndüğüne mi delalettir, bilemedim.
- BALIK AYHAN: Keşke milletvekili olsa... Keşke tartışma programlarına katılsa... Keşke “Biz muhafazakâr demokrat bir parti olarak...” diye cümleler kursa...
- HAKAN ŞÜKÜR: Takım arkadaşlarına küserdi, antrenörüne küserdi, takımda hizipçilik yapardı... Tayyip Bey! Aman dikkat...
- SIRRI SÜREYYA: Eğer seçilirse yemin ederken gülmeden nasıl duracağını merak ettiğim tek aday adayı... Ama meclis kulislerinin tarihinin, en muhabbet ehli bir adamla tanışacağından adım gibi eminim.
- PEKER AÇIKALIN: CHP’ye bir renk getireceği kesin. Tek sorun: Rengin biraz fazla kaçma ihtimali...
- TOLGA ÇANDAR: Ege türkülerini söyleyen bir sanatçının CHP’den aday olması biraz doğrudan mesaj gibi duruyor ama olsun.
- KEMAL ÖNCEL: Tamam... Kendisine “ananı da al git” denmesi yakışık almadı. Ama bu çiftçimizin, bu sözün zevkini bu denli çıkarması, hatta o sözden aldığı güçle CHP’den aday adayı olması sizce de biraz fazla değil mi?
- SİNAN AYGÜN: Silivri’ye girdi, çıktı... Sonra bir sustu, pir sustu... CHP’den aday adayı olmuş... Yani? Seçilirse yeniden konuşmaya başlayacak. Hadi hayırlısı...
- CENGİZ KURTOĞLU: Çok efendi bir sanatçı... Fantezi müziğin dede efendisi gibi bir şey... Ama ne zaman “demokrat” oldu, ne zaman “muhafazakâr” oldu, işte onu anlayamadım.
- METİN ŞENTÜRK: Lokman Ayva tek tabancaydı... “Görememek” üzerine yaptığı kaliteli esprilerle hep ilgi odağı olurdu... Ama şimdi Metin Şentürk gibi dişli bir rakibi var... Üstelik Metin’in düzey kaygısı da yok.
- HANDAN KAMİLE ŞAHİN: Türkiye’nin üç kadın bomba uzmanından biriymiş... AK Parti’den aday adayı olmasına şaşırmadım... Çünkü bombaların AK Parti’de değil, CHP’de patladığı bir dönemden geçiyoruz.
- MÜMTAZER TÜRKÖNE: Siyaseti bir tür “bayrak yarışı” olarak görüyor. Şimdi bayrağı eline alma sırası kendisinde... Ama bir kusurcuğu var Mümtazer’in: Bayrak yarışını sadece eşiyle yapıyor.
- İLHAM GENCER: “Bak bir varmış bir yokmuş” şarkısının sahibi... Gencer’lerin babası... Eğer MHP’den seçilirse Çankaya semalarının “Ey şanlı ordu / Ey şanlı asker” marşı ile dalgalanması kaçınılmaz.
- İBRAHİM TATLISES: Yıllarca aday oldu... Yıllarca didindi... Hatta Cem Uzan’ın partisine girdi... Olmadı, olamadı. Ama şimdi olacak gibi... Eğer olursa kendisine “o hain kurşunun zekâtı” ödenmiş olacak. Hem de Başbakan tarafından...
|