KARŞI karşıya oturduğu toplantıda, ayrıca yazılı olarak benzer istemde bulunuyor CHP milletvekili Atilla Kart. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e tutuklu milletvekilleri ile ilgili soru yöneltiyor:
“Tutuklu milletvekilleriyle ilgili olarak milli irade kavramıyla bağdaşmayan bir hal söz konusudur. Meclis Başkanının halkın iradesine sahip çıkmak anlamında tutuklu milletvekillerini kucaklaması gerekirken, soyut ve şekli söylemlerle bu süreci geçiştirdiği görülmektedir. Milli iradenin temsilcisi olan Meclis Başkanı demokrasi ve toplumsal barışımız adına harekete geçmelidir”.
Bu görüş sonrasında Atilla Kart, Cemil Çiçek’e, bugüne kadar tutuklu milletvekillerini neden ziyaret etmediğini soruyor. Kart’ın yazılı sorusunu Çiçek, Başkan Vekili aracılığı ile yanıtlıyor, “Meclis Başkanı görev ve yetkilerini Anayasa ve içtüzüğe göre yürütmektedir” diyor. Doğrudan bir yanıt vermiyor.
TARHAN-TÜRMEN
Gerek Başbakan Erdoğan, gerekse AKP sözcüleri her fırsatta milli irade kavramını vurguluyor. Ne güzel. Erdoğan Atatürk’ün Büyük Millet Meclisi’ne vurgu yaptığı telgrafını okuyor. Ne güzel. Dört gün sonra 23 Nisan, Ulusal Egemenlik Bayramı. Ne güzel.
Ancak, sekiz milletvekili, yani milli irade on aydır tutuklu. Bu durumda milli irade demek, boş laftan öteye gitmiyor. O boşluğu doldurmak için CHP’den Emine Ülker Tarhan ve Rıza Türmen Aralık ayında tutuklu milletvekillerinin serbest kalması ama, yargılamanın yine devam etmesini öngören bir yasa önerisi hazırlıyor.
CHP’nin bir başka önerisi de Eylül ayına ait. Her ne kadar AKP sözcüsü Hüseyin Çelik “CHP bu konuda hiç bir şey yapmıyor” dese de, o öneriler aylardır Adalet Komisyonuna bağlı alt komisyonda bekliyor.
Sorun AKP’nin harekete geçmesiyle çözülebilir. Çünkü çoğunluk AKP’de. Seçimlerden on ay sonra hala bu konuşuluyorsa, AKP adım atmadığı için. Hapiste bir AKP milletvekili olsaydı, on ay beklenir miydi, sanmıyorum.
ÇÖZÜM VAR
Şimdi sanki bir hareket var. Gerçi, haberler birbiriyle çelişiyor ama, milli irade ayıbı artık ayyuka çıkmış bulunuyor.
Yasal çözüm için bir kaç seçenek var. Tarhan ve Türmen dışında, Atilla Kart’ın da önerisi var. Kart Milletvekilliği Seçim Yasasının 11. maddesine ek yapılarak, çözüm yolu gösteriyor.
Dört gün sonra göz yaşartıcı, demokrasi aşkıyla dolu milli irade nutukları dinleyeceğiz. Milli irade tutuklu iken, bu nutuklara karnımız tok.
Avrupa’da zor müze gezeriz
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Hollanda ziyareti nedeniyle gündeme çok farklı bir konu geliyor.
Programa göre, Gül’ün Hollanda’da bir müzeyi gezmesi öngörülüyor. Ancak, müzede Osmanlı’yı kötü gösteren bir resim var. İddiaya göre, Gül’ün ziyareti sırasında Ankara o resmin indirilmesini istiyor.
Benzer bir talep bundan sonraki resmi gezilerde yine gündeme gelirse, korkarım, büyüklerimiz Avrupa’da zor müze gezer, ünlü Louvre başta olmak üzere. Çünkü çoğunda, hele de Louvre’un çeşitli katlarında bize hoş gelmeyecek sanat eserleri bulunabilir.
Resim, heykel sonuçta sanat. Sanatı resmi bir ziyarette soruna dönüştürmek uygarlığa epey uzak düşüyor. Anlaşılan Ankara’nın işgüzar bürokratları yine istim üstünde.
Grup Yorum’u kimler kurdu
GEÇEN gün yazdığım Grup Yorum’la ilgili bir uyarı var. Grup Yorum’u kuranlar kimler? Buna dönük bir düzeltme.
Bir kaç kaynaktan araştırdığımı sanıyorum, genellikle aynı isimlere rastladım, Google dahil. Oysa, halen Hürriyet’te birlikte çalıştığımız arkadaşım Ali Dağlar başka bir bilgi aktarıyor:
“Grup Yorum bugün önemli bir noktaya gelmiştir, köklerine ilişkin doğru bilgi verilmek istenirse, Grup Yorum’u biz dört arkadaş kurduk. Metin Kahraman, Orhan Emek, Raşit Çitim ve ben Ali Dağlar”.
Dağlar devam ediyor. Bu dört arkadaş 1985’de Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu öğrencisi. 1987’de gruptan ayrılmalar oluyor. İlk adımı atan dört kişiden sadece biri profesyonel müzik yaşamını sürdürüyor, diğerleri bugün farklı sektörlerde çalışıyor.
Attıkları temel sağlammış ki, Grup Yorum almış başını gidiyor. Ali Dağlar’a teşekkür ediyorum.
Fırtına
TÜRKİYE’yi kasıp kavuran fırtına bir anda bütün olayların önüne geçiyor. Çok normal. Çünkü pratik yaşamın ta kendisi.
Hortum, kasırga, deprem gibi benzeri doğal yıkım dünyanın her tarafından görülüyor. Gelişmişlik düzeyi, kentlerin altyapısı ne olursa olsun, doğal yıkım her yerde felakete yol açıyor.
Çevre ve çevreciliğin önemi böyle durumlarda çok daha iyi anlaşılıyor. Kentlerde nefes alacak alanlar bırakmanın değeri artıyor. Her önüne gelen yere AVM’ler dikmek tehlikeyi daha da büyütüyor.
|