Günlerden bir gün, Türkiye’nin komşularından birisinin Dışişleri Bakanı şöyle konuşsa, dese ki; “Türkiye’nin Kürdistan eyalet sınırları içinde halk Erdoğan Beşşar rejimine karşı ayaklandı, Erdoğan Beşşar ayaklanan sivil Kürtlerin kentlerine ağır silahlarla saldırıyor. Bıçak kemiğe dayandı. BM’nin girişimleri sonuçsuz kalmamalı. Ve ‘Girişimin başarısı için 3 şartımız var; ağır silahların tamamen kışlaya çekilmesi, BM gözlemcilerinin ateşkese uyulduğunu teyidi, halkın barışçı gösterilerle düşüncelerini ifade edebilmesi...’”
Tırnak içine aldığım sözler Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na ait.
Türkiye, izlediği dışpolitika çizgisi ile, kendi geleceğinin de “senaryosunu” yazıyor. Kürt sorununu çözmek şöyle dursun, her türlü müzakere kapısını kapayan AKP hükümeti, yarın, bölgedeki ilk büyük değişiklikte, uğrayacağı müdahalenin önkoşullarını kendi ağzıyla yaratıyor.
Hükümet yanlısı yazarlar, Beşşar Esad’ın “sivil göstericilere” karşı şiddet uygulamasını “Tahrir Meydanı korkusuyla” açıklarken, kendi “korkularını” ve bu “korku” nedeniyle örneğin Newroz günlerinde ve Amara ziyareti gösterilerinde uygulanan “şiddeti”n gerçek nedenini de itiraf etmiş oluyorlar.
Bölge olağanüstü gelişmelere gebe. Şu sıralar nükleer enerji ve silahlanma konusuyla ilgili İran sorunu İstanbul’da tartışılacak. Türkiye şu sıralar halinden memnun. Ama tehlike onun tepesinde dolaşıyor.
AKP başları bölge pazarlarında rakip İran’la yürüttükleri rekabet ve çatışma sürecinde belli ki NATO’ya ziyadesiyle güveniyorlar. Güvenmesinler.
Dünyada güçlerin karşılıklı mevzilenmesi artık “soğuk savaş” döneminden farklı. Karşılıklı mevzilenme “katı” değil. Oynak. Farklı sınıfsal ve toplumsal yapılara sahip devletlerin arasında “kim kimi” sorusuna neden olan bir çelişki yok. Çelişki kapitalist sistem içi bir çelişki. Bugün düşman olanlar yarın can ciğer kuzu sarması olabilir.
Türkiye nedir?
Türkiye petrole muhtaç bir ülkedir. Petrol savaşlarında AB, ABD-İsrail ya da Rusya-Çin gibi merkezlerden birinin eteğine yapışarak, bu merkezlerden bir başkasının eteğine yapışan İran’a karşı heyheylenebilir. Suriye’ye “girdim giriyorum” havaları estirebilir.
Ama “oynak dengelere” güven olmaz.
Gün gelir bugün İran’a sefer düzenlemeye kalkanlar, İran’la anlaşabilir, onun petrolüyle koklaşabilir. İran da verdiği petrol karşılığında Türkiye’deki iktidarın “kellesini” isteyebilir. Şimdi İran’da iktidarın “kellesini” petrol için almak isteyenler, neden yarın Türkiye’deki iktidarın “kellesini” İran’ın koklattığı petrol yüzünden istemesin?
Bunun şakası yoktur.
Şaka maka olmadığını en başta Davutoğlu’nun kendisi biliyor. Ve şimdi bölgedeki türbülanstan, yaratılan anafordan bir an once kazançlı çıkmaya çalışıyor. Bunu yaparken de, yarın başkalarının kendisine dikte edeceği koşulları Suriye’ye dikte etmeye çalışıyor. “Ağır silahlar kışlaya, BM gözlemcileri Suriye’ye ve halk özgürce sokağa” diyor.
Suriye’de “Müslüman Kardeşler” sokakta.
ABD ve Batı nicedir İslam “terörizmi” ideolojisiyle yatıp kalkıyor.
Esad rejimi “laik”.
İran’da petrol var.
Gün ola Harman ola... Kürt sorununu çözmeden bölgeye nizamat vermeye çalışan Türkiye, göreceksiniz, az sonra, belki beş yıl, belki on yıl sonra, kendisine “nizamat” verilmesinin şartlarını yarattığını acıyla görecek. Ona diyecekler ki; “Amed’den, Dersim’den, Hakkari’den, Şırnaktan, Newroz gösterilerinin yapıldığı illerden ağır silahlarını çek, ‘Özgür Kürdistan Ordusu’yla çatışmayı durdur, ateşkesi BM gözlemcileri denetlesin, halkın Amara’ya özgürce gitmesine, Newroz’u, 1 Mayıs’ı özgürce kutlamasına ve düşüncelerini dile getirmesine izin ver”...
“Soğuk Savaş” yıllarında olsa, Sovyetlerle “anlaşma” şantajı yapmak, İsmet Paşa’nın tabiriyle “yeni bir dünya kurulur Türkiye’de orada yerini alır” diye rest çekmek mümkün olabilirdi. Ama bugün dünya eski dünya değil. İki karşıt sistem yok. Bütün devletler aynı capitalist iplikten dokunmuş.
Bugün İran’a ve Suriye’ye karşı, bilmem kaç milyon varillik petrol için Türkiye ile “birlik” olan, yarın Türkiye’yi aynı bilmem kaç milyon varillik petrole satar...
Türkiye “vazgeçilmez” bir ülke değil artık.
Güngörmüş bir Kürt alimi bana şöyle dedi: “Türkiye için biricik güvenilir dost ne Amerikanistandır, ne Rusistan; Kürdistandır, Bu, Kürdistan paçalarının bulunduğu bütün ülkeler için geçerlidir; İran için de, Irak için de, Suriye için de...
Dikkat: Açlık Grevcileri ölüme doğru yürüyor. Türk medyası susuyor. 28 Şubat “post modern” darbesi hakkında konuşuyor. Fırat’ın Batısında esen “demokrasi rüzgarlarının”, Fırat’ın Doğusuna zehir yüklü bulutları taşıdığını görmüyor. Strasbourg’da ve Türk zindanlarında ise “ölüm kokusu” var. Hükümeti uyarın. Tek kurşun atmadan, kendi canlarını başkaları ölmesin diye feda etmekte olan insanlar sizing için şanstır. Ama kurşun atmadan onları ölüme yolcu ederseniz, “kurşun atarak ölümleri” onaylamış olacaksınız... Ölümleri durdurmak için güçlü bir çıkış yapınız: ‘Öcalan’a özgürlük, tutuklamalara son, Kürt sorununda müzakere’ diye yola çıkınız ve sonra grevcilere, “görevi devralmamıza izin verin” deyiniz
|