TAHA Akyol, Umur Talu ve ben. 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı patronumuz Aydın Doğan’a baskıda bulunuyor, üçümüzün gazeteden (o sırada Milliyet) atılmamızı istiyor. Aydın Doğan kabul etmiyor, direniyor. Direnmeyen başka gazete patronları var.
Kendimi 28 şubat mağduru sayabilirim. Ama, bu satırları asla mağduriyet duygusu ile yazmıyorum. Son söyleyeceğim, aslında ilk söyleyeceğim söz:
Yaşasın, darbelerle hesaplaşıyoruz, davulları en tehlikeli rövanşist duygular. Bundan uzak durmak gerek, yoksa toplumda yıllara uzanacak derin uçurumlar doğar.
HALKA GENİŞLEYEBİLİR
Bir gün önce Meclis’te “Darbeleri Araştırma Komisyonu” kurulması kararlaştırılıyor, dün sabah 28 Şubat darbesini soruşturmak için düğmeye basılıyor. Sorumlu olduğu öne sürülen çeşitli rütbelerdeki general, subay ve astsubaylar gözaltına alınıyor. Beklenen gelişme.
Gözaltına alınanlar Batı Çalışma Grubu (BÇG) üyeleri gibi. 28 Şubat’ı fiilen yürüten, stratejisini çizen, iktidardaki Refahyol Hükümetini devirme girişiminde bulunan gurup. Bu ilk halka. Muhtemeldir ki, halka önümüzdeki günlerde genişleyebilir.
HAS OLMAYAN DUYURU
Dünkü aşamaya gelirken önemli dönemeç, Numan Kurtulmuş’un liderliğindeki HAS Parti suç duyurusu. İş adamlarını, gazetecileri kapsayan duyuru. Seçimlerde hiç bir kıymet-i harbiyesi olmayan bir partinin işgüzarlığı. İşte, rövanşist duygu bu.
Hatta, çalınan bazı davullara bakılırsa, dönemin siyasetçilerini bile yargılamak gerek. O sırada Başbakan Necmettin Erbakan. Tanklar Sincan’da yürüdüğünde, bazı DYP’li bakanlar Erbakan’a gidiyor, tankları yürüten generalin derhal emekliye sevkedilmesini öneriyor. Erbakan’ın yanında
bugün çok yüksek siyasi makamda bulunan bir siyasetçi de var. Ne var ki, Erbakan tepki vermiyor, kimse emekliye sevkedilmiyor.
Kendisine darbe yapılan siyasileri yargılamak gibi, saçma sapan öneri yapanlar buna ne diyecek?
Siyasiler, işadamları ve gazeteciler darbenin ortağı değil. Hesaplaşmayı genişletmek rövanşist duygunun ta kendisi.
Bugün adı en çok geçen emekli orgeneral Çevik Bir 28 Şubat için “demokrasiye balans ayarı yapıyoruz” demişti.
Şimdi 28 Şubat’a balans ayarı ile karşı karşıyayız.
Bakan Bayraktar gerçekçi
“GELİŞMİŞ ülke olmak için kentsel dönüşüm şart. Kentler gelişmezse, toplum da gelişmez”.
Çok doğru. Gelişmiş ülke olmanın koşullarından biri kentler. Şu kadar ihracat, bu kadar üretim elbette önemli ama, gelişme kendini kentlerin yapısında gösteriyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar politikaya sapmadan, “ama, fakat” demeden, gelişmişlik ile kentler arasında doğrudan bağ kuruyor. Bayraktar’ı dün Hürriyet Emlak Eki için Hürriyet’te düzenlenen toplantıda dinliyorum.
Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre, dünyada kentleşme oranı yüzde 55, Türkiye’de yüzde 80. Buna rağmen, bizim kentlerde çok ciddi altyapı sorunları var. Çevreye uyumlu ya da afete dayanıklı konutlar ayrı bir eksiklik. Bayraktar bu tür konutların son yıllarda üretildiğini belirtiyor, sayısı beş milyon. Oysa, kentlerdeki konut sayısı yirmi milyon. Bayraktar kentsel dönüşümün belli bir program çerçevesinde 2, 5, 7, 10 ve 20 yıllık periodlarla gerçekleştirileceğini söylüyor. Ve önemli bir bilgi aktarıyor:
“Kentsel dönüşüm açısından kırk yıl önceki İspanya düzeyindeyiz. Kişi başına gelir 15 bin doları geçince, istenen kentsel dönüşüm başlamış oluyor”.
Bana göre, hükümetteki en önemli bakanlıklardan biri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Bakan Bayraktar önemin farkında, günlük politika tuzağına düşmeden gerçekleri vurguluyor.
Darbede kapatılan STÖ’lerin varlıkları
ÇEŞİTLİ yönleriyle darbelerle hesaplaşırken unutulan bir nokta var. 12 Eylül’de kapatılan
sendika ve sivil toplum örgütlerinin (STÖ) mal varlıkları. Darbeyle birlikte STÖ’lerin mal varlıklarına el konuyor ve bugüne kadar geri verilmiyor.
Madem hesaplaşma, CHP Afyon milletvekili Ahmet Toptaş verdiği yasa önerisiyle, kapatılan STÖ’lere ait mal varlıklarının geri verilmesini istiyor. Hesaplaşma sadece darbede ismi geçenleri yargılamak değil, darbenin yaraları bu tür mağduriyetleri giderdiği ölçüde kapanabilir. Yerinde bir öneri.
Yok sayılan fabrika ve sendikal yetki
ANKARA’da Coca Cola fabrikasında çalışan işçilerin büyük çoğunluğu Tekgıda-İş Sendikası üyesi. Coca Cola işletmelerinde toplu sözleşme yetkisi bu sendikaya ait. Tekgıda-İş’e göre, “belgeler, veriler bunu açıkça gösteriyor”.
Buna rağmen, Çalışma Bakanlığı sürpriz biçimde Coca Cola işletmelerinde toplu sözleşme yetkisini Özgıda-İş’e veriyor, Ankara’daki fabrikayı dikkate almıyor. Neden? Tekgıda-İş bu hükümete uzak, daha önce çeşitli eylemleri var. Çaykur’da ya da Tekel işçilerinin direnişinde olduğu gibi. Bakanlığın kararına büyük tepki duyan
Tekgıda-İş hukuk yoluna başvuruyor
|