Soner Yalçın, Silivri Cezaevi’nde yeni bir kitap yazdı: Samizdat.
Yalçın, Samizdat’ı şöyle anlatıyor: “Olağanüstü dönemlerde, baskıdan-sansürden kaçabilmek için kitaplar, tüm tehlikeler göze alınarak gizlice yazılıp, gizlice basılıp, gizlice dağıtılır. Ruslar bu tür kitaplara ’Samizdat’ adını koydu ve bu isim evrensel hale geldi.
Ayrıntılarını bugün yazamayacağım, elinizdeki ’Samizdat’zor koşullarda doğdu.”
Kitabın zor koşullarda doğduğu doğru ama içeriği pek yeni değil.
Mesela, Soner Yalçın, kitabında “Nazlı Ilıcak’ın Ergenekon Davası esnasında yaptıklarının sebebi oğlunun isminin de Ergenekon İddianamesi’nde geçmesi mi?” sorusunu soruyor ve iddianameden şu ifadeleri alıntı yapıyor.
“Tuncay Güney cemaat içinde itibarlı olunca, Samanyolu’nda bir ekiple hareket edip yönetimi almak istedi. Başaramadılar. Kovuldular. Bir süre işsiz kaldı sonra Akşam gazetesine geçti. Nazlı Ilıcak’ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak’ın sahibi olduğu Akşam’da çalışmaya başladı.” (s. 63)
Yine İddianamenin 160. sayfasından şu ifadeyi veriyor:
“Medyanın ele geçirilmesi ve kontrolü ile ilgili (Akşam gazetesi çalışanı) Tuncay Güney beyanlarında; Akşam gazetesi sahibi Mehmet Ali Ilıcak’ın Veli Küçük’ün kontrolünde olduğunu, gazeteye geçtikten sonra Veli Paşa’yla oturup, gazetede kimlerin tasfiye edileceğini konuştuklarını ve bazı kişilerin tasfiye edilerek gazetenin kontrolünü ele aldıklarını, Aslan Bulut, Alev Çukurkavaklı gibi bazı gazetecilerden de ekip kurduklarını, gazetede çıkacak birçok haberde Veli Küçük’ün onayının alındığını.”
***
Soner Yalçın, “Nazlı Ilıcak’ın Ergenekon iddianamesine bu kadar tapması ve cansiperane savunması, kendini, oğlunu korumak için mi? Ergenekon operasyonlarına yönelik eleştiri getirince, önüne bu belge mi konuyor acaba?” diye soruyor.
Peki Soner Yalçın, Tuncay Güney’in bu ifadelerinin işkence altında alındığını ve kendisine kayıttan önce suçlaması gereken gazetecilerin isimlerinin verildiğini bilmiyor mu?
Bilmiyor olamaz. Çünkü Tuncay Güney’in ifadeleri yayınlandığında, Soner Yalçın tutuklanmış değildi.
Tuncay Güney, kendi eliyle çizdiği şemada da Ertuğrul Özkök, Hüseyin Gülerce, Selahattin Sadıkoğlu, Enis Berberoğlu, Bekir Coşkun, Arslan Bulut hatta rahmetli Necdet Sevinç gibi gazetecilerin isimlerini de veriyor.
Üstelik bu ifadelerin işkence altında alındığı mahkemece de sabit görüldü. Hatta işkence anı da kaydedilmiştir. İşkence anında işkencecinin “sana daha önce verdiğimiz isimleri söyle” diye bir ifadesi var. Tuncay Güney de dayağı yedikçe bizim isimlerimizi veriyor.
Şimdi vicdan sahibi bir gazetecinin, iddianameden alıntı yaparken, bu açıklamaları da yapması gerekmez mi?
***
Bu konuyu daha önce bu sütunda yazmıştım. Beni hiçbir güç merkezinin kontrol altına alması mümkün değildir. Akşam gazetesine kimsenin talebi ile değil, işsiz kaldığım bir dönemde kendi girişimlerim sonucu ve Genel Yayın Müdürü olan rahmetli Behiç Kılıç’ın bana olan güveni sayesinde girdim. Alev Çukurkavaklı da aynı şekilde işe girmiştir.
Çalıştığım 2,5 yıl boyunca da Veli Küçük ile hiç karşılaşmadım. Telefonla dahi konuşmadım. Ben kimsenin kontrolünde değildim ama Tuncay Güney’in getirdiği haberler, benim kontrolümdeydi. Çünkü Behiç Kılıç, istihbarat servislerince yanıltılabileceğimizi biliyor, bu sebeple, mesleki açıdan titiz olduğumu bildiği için kritik siyasi haberleri benim değerlendirmemi istiyordu. Bana açıkça, “Sana güveniyorum, Senin uygun görmediğin hiçbir haberi yayınlamam” diyordu. Nitekim öyle de oldu. Başka kaynaklardan teyit edebildiğim haberleri yayınlıyor, çoğunu yayınlamıyordum. Bu arada haber metinlerini de düzeltiyordum. Hepsi bu... Güney’in getirdiği bazı haberler çok önemliydi. PKK kamplarında Amerikan subaylarının fotoğraflarını getiriyordu meselâ! İran aleyhindeki haberlerini ise kullanmıyordum. Aksine ABD’nin Türkiye ile İran’ı savaşa tutuşturmak istediğini görüyor, manşetten “İran’la savaş tezgahı” gibi kendi imzamla haberler yapıyordum.
Konuyu, Soner Yalçın’ın ve ilgilenenlerin vicdanına havale ediyorum
|