Bir zamanlar Orta Asya... Türklerin yaman hükümdarı Mete Han, zor durumdadır; Çinliler malum kalabalık ve güçlü, Türkler ise “üç çocuk teorisi” henüz icat olunmadığından cılız ve zayıf. Fesat Çin imparatoru maraza çıkarmak için sırf gıcıklık olsun diye haber gönderip Mete’den atını ister. At dediğin ne ki, kavga çıkmasın diye Mete verir atını. Bu kez çıtayı yükseltir Çin imparatoru ve savaşa bahane olsun diye Mete’den “eşini” ister. Mete, zorlanır elbet ama ordu zayıf, durum vahim, katlanır buna da ve gönderir eşini imparatora. İmparator’un üçüncü provokatif talebi ise aslında daha basittir; ta uçlarda bir yerde olan üç beş dönümlük taşlı çorak bir arazi vardır, bu kez de onu ister. İşte dananın kuyruğu da tam orada kopar. “Bi dakka” der Mete Han, “Hoop, o kadar uzun boylu değil! At benimdi, verdim. Kadın da benimdi, onu da eyvallah, verdim. Ama işin suyunu çıkarma; toprak benim değil, onu veremem.” Bir savaş bir kıyamet, kopsun kelleler, dolsun mezarlar!
Hikaye aynen böyle... İnanmayan varsa, açsın 1970’lerin lise tarih kitaplarının “okuma parçaları”nı kendi gözüyle görsün. (Ayrıca günümüzün ırkçı sitelerinde de hikaye hâlâ mevcut.) Hatta ben derste imparatorun ikinci talebiyle ilgili bir şey söylemiştim de solcu öğretmenim kulağıma eğilip “Lan oğlum bi sus, başımı belaya sokma benim” demişti, neyse.
Şimdi efendim, mesele şu: Paşabahçe Tekel fabrikasının denize sıfır arazisi sizlere ömür! İhale sonuçlandı, Torunlar GYO 355 milyon lirayı bastırıp malı götürdü ve otel yapacağını açıkladı. İyi de oldu! Deniz kenarına fabrika mı yapılır? Sen fabrikayı kurarsın, çulsuz işçiler de da tutar boğaza nazır gecekondular yapar, sonra sökebilirsen sök!
Ali Sami Yen stadının arazisi derseniz, o çoktan gitti. Gitti de kavgası bile çıktı. Şu “Torunlar” kimin torunuysa artık orayı da götürdü; ancak Torunlar ve Kapıcıoğullarının üçüncü ortak Aşçıoğullarını kazıkladıkları iddiası şimdi mahkemelerde. Torun, Aşçı, Kapıcı... Ayşecik filmi gibi...
Bunlardan umudu kestik zaten, benim naçizane önerim, üçüncüsüyle ilgili: Şişli’deki İETT arazisi. Geçen yıllarda Dubai Şeyhi El Maktum’a satıldı, fakat satış iptal edildi. Topbaş’ın deyimiyle “Bir A4 kağıdına dilekçe yazan” münafıklar olmasa iş çoktan bitmişti. Şimdiyse, hukuk “halledildi” ve arazi yeniden satışa çıkarılıyor.
Efendim, ben şahsen gittim yerinde gördüm. Sabancı ve İş Bankası kulelerinin gölgesinde 46 dönüm kuzu gibi yatıyor. Görür görmez de Mete Han’dan etkilenip bir proje geliştirdim izninizle. Aslında basit bir proje. Önce, iş makineleriyle bütün asfaltı, betonu kırıp atıyoruz; sonra Trakya’dan mis gibi toprakları yükleyip geliyoruz. Döşeyip sürüyoruz, düzlüyoruz. Sonra ortada yer bırakacak şekilde bölümlere ayırıp, domates, biber, patlıcan, mısır, taze fasulye, Allah ne verdiyse ekiyoruz, dikiyoruz; kenarları da çocuklar hırsızlık etsin diye erik ağaçlarıyla kaplıyoruz. Öyle uyduruktan ‘kazık marka’ organik değil, bildiğimiz organik tarım. İhale mihale de yok! Devlet manavlık yapar mı? Yapar! Roboski’de kasaplık yapan manavlığı neden yapamasın? Ama ille de olmaz derseniz, memlekette kafayı ekolojiye takmış divane çok; verirsiniz onlar yapar.
Bitmedi; 4. Levent tarafına değil, Çeliktepe yönüne doğru, bir de prefabrikten koca bir satış yeri yapıyorsunuz, Çeliktepe, Gültepe, Sanayi Mahallesi, kim varsa işte vatandaş geliyor, mis gibi sebzesini meyvesini satın alıp gidiyor.
Yetmedi, ortaya, tarlaların arasından incecik bir yolla gidilen bir çay bahçesi ve park yapıyorsunuz. Elli kuruşa çay, bir liraya sade gazoz, vatandaş geliyor yeşil yeşil yorgunluğunu atıyor; hatta Taksim’den kovalanan müzisyenler de gelip havayı renklendiriyorlar iyice. Sabahları kahvaltı, akşamları fasıl, üstüne domates biber patlıcaaan!
Netice itibarıyla, hep “vatan” başkasının “daş” bizim olacak değil ya! Vatandaş olarak, arazi bize ait; El Maktum “İstiklal Harbi”ne filan mı katılmış da bizden daha avantajlı oluyor? Biz, kendi malımızı istiyoruz ve kule olarak değil, bahçe olarak istiyoruz; altmış bilmem kaçıncı kata bakarken boynumuzu ağrıtmak değil, bol domatesli bahçede nargile içerken ayağımızı dinlendirmek istiyoruz. Çılgın Türkler kimdir bilmeyiz; biz efendi, sakin insanlarız; çılgın filan olmayan, Mete Han’a yakışan makul projemiz budur ve bundan ibarettir.
Olmaz mı? Neden ki? Daha verimsiz iklimi olduğu halde Ankara’da hıyar yetişiyor ya
|