Ankara sokakları başta olmak üzere her tarafta devlet terörü var. AKP en küçük itiraza bile tahammül gösteremiyor. Demokratik bir hakkı kullanma özgürlüğü bile yok artık. Sendikalar teslim alınmak, toplum esas duruşa geçirilmek isteniyor. AKP, 4+4+4 yasasının da içinde bulunduğu torba yasayı gözünü karartmış halde, neye mal olursa olsun çıkarmak istiyor. Havada, karada kuşatılmış bir demokrasi içindeyiz. İçişleri Bakanı daha birkaç gün önce, kaidelere, kurallara uymayanları tükürükle boğmaktan söz etti ama şimdilik gazla, suyla, polis panzeri, tomalar, kalkan ve coplu sürdürüyorlar demokrasiyi. Tükürüklü kısmını arkaya sakladıkları anlaşılıyor!
Ama her türlü araç yol ve yöntem mubah! AKP iktidarında yok, yok!
Bu dili böyle cüretli konuşmanın yolunu Başbakan Erdoğan açtı. Bir başbakan ağzına geleni konuşursa, bir bakan da böyle konuşur! Yani, imam ve cemaate ilişkin söylenen sözleri hatırlatan bir durumla karşı karşıyayız.
İçişleri Bakanı kendi üslubunca, birikimi ve potansiyeli elverdiğince, açılan yolda yürümeye çalışıyor! Bir başbakanın, 34 kişinin ölümüne neden olan operasyonu gerçekleştiren TSK mensuplarına teşekkür etmesi normal mi? Yine 37 kişinin hayatına mal olan, 34 kişinin ateşe verilerek katledildiği ‘Sivas Katliamı Davası’nın zaman aşımıyla sonlandırılması karşısında “vatana, millete hayırlı olsun” demesi anlaşılır bir şey mi? O halde, bir bakanın karşısındakileri fare görmesi, aslan kükremelerinden söz etmesi, fare aslan benzetmesi ile tehditler savurması, tükürükte boğdurmaya kalkması da gayet normal!
Bir başbakanın tek partili sistem denemelerini giderek egemen uygulama haline getirdiği, darbeyle iş başına gelmiş “sivil hükümet” gibi hareket ettiği koşullarda, bir İçişleri Bakanı’nın yurttaşlarının bir bölümünü kendinden, bir bölümünü karşısında görmesi ve yanında saydığı çoğunluğu, karşısında gördüğü azınlığa karşı tükürükle boğma harekâtına hazırlamasında, çağırmasında şaşılacak bir şey yok! Ne ana muhalefet, ne muhalefet, ne sendika, ne aydın, ne akademisyen, ne kadın, ne genç, ne Alevi, ne Kürt tanıyan, itiraz eden her kişi ve kesimi düşman ilan eden bir başbakanın yönettiği ülkede tüm bu olup bitenler gayet normal!
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Newroz kutlamalarının savaş alanına çevrilmesi, ölüm, yaralama, kırma dökme sahnelerinin yaşanmasını kendi icraatlarının bir sonucu olduğunu gizlemek için bin dereden su getiriyor. Yasakçı, faşizan uygulamaları sorgulamak yerine, devlet terörüne karşı direniş göstererek sokağa çıkan halkı, yurttaşları suçluyor. İlan edilen sıkıyönetime uyulmamasını, parçalanmasını hazmedemiyor. Darbelere, darbecilere, 28 Şubat’a demediğini bırakmayanlar, kendi uygulamalarının askeri uygulamalarla, faşist yönetim tarzıyla ilişkisini kurmak istemiyorlar.
İçişleri Bakanı, sokağa çıkan yüz binleri hedefe koyuyor. Aynı zamanda, halkı karşı karşıya getirecek, yurttaşı bir birine karşı kışkırtacak bir üslup kullanıyor. Sokağa çıkanları, demokrasi ve özgürlük diyenleri karşı güçler, düşman güçler, halktan olmayanlar olarak kategorize ediyor ve onları tükürükle boğabileceğine ilişkin mesajlar veriyor. Tıpkı, Taksim Meydanı’nda “Hocalı Katliamı” gerekçesiyle estirilen kin ve nefret söylemine benzer bir tutum alarak, bunu yapıyor.
“Bazen bir fare bir aslanı rahatsız edebilir. Ama aslan kendisine dokunanın bir uyuz fare olduğunu fark ederse bu aslan için vız gelir tırıs gider. İşte Türkiye bunu başarır, başarmıştır.”
Bir bakan ülkesinde yaşanan, onbinlerce insanın ölümüne, milyonların yaşadığı acıya neden olan ve hâlâ sürmekte olan bir sorunu, Kürt sorununu nasıl çözerim diye düşünmek yerine, kedi, fare, tükürük gibi tanımlamalarla nasıl konuşabilir! Hükümet mensupları hakaret ve ithamla, kin ve nefrete neden olabilecek fikirlerle çözüm önerebilir, düşünce açıklayabilir mi? Bir bakan, daha bir hafta önce bir Kürt vekilin yüzüne bir polis tarafından yumruk atılmışken, nasıl “silaha da, yumruğa da gerek yok” diyerek, onları meşru ve kullanılabilir araç olarak olumlayabilir!
Bir bakan, (hangi hesapla 75 bin rakamını çıkardığına akıl ve sır erdirilemez ise de) yurttaşı olan 75 bin kişiyi nasıl böyle hedef haline getirebilir! Onları tükürükle boğabileceklerini söyleyebilir!
“…Şu bilinsin ki 75 milyon vakur ve sessiz yığının silahına da, yumruğuna da gerek yok, sadece birer tükürüğü o 75 bin haini yok etmeye yeter ve yetecektir.”
Suçluluğu sabit olsa, en demokratik mahkemelerde yargılanıp cezalandırılmış olsa bile, bir bakan yurttaşları hakkında böyle konuşabilir mi? Bir bakan böyle konuşursa, bir başbakan sessiz kalırsa, hükümetten tek bir kişi bile “hooop ne oluyoruz, bu da ne demek?” sorusunu sormazsa, bu mesele TBMM’de bir soruşturma, konuşma, tartışma konusu yapılmazsa, bunun sonun nereye varacağını tahmin etmek hiç de zor değil!
“Biz her şehit verdikçe bu toprakların daha çok vatanımız olduğu düşüncesinde ve inancındayız .Her şehit kanının düştüğü bu vatan toprağı daha çok vatan oluyor bizim için. Daha çok seviyoruz, daha çok sahipleniyoruz” diyen bir bakan, bu ilhamı, daha bir hafta önce TBMM’de şehitlik ve gazilik üzerine söylevde bulunan, maddi ve manevi teşvik anlamına gelecek konuşmalar yapan bir başbakanın, kabinesinden bir bakanın böyle konuşmasında şaşılacak bir şey yok!
Ancak bu gidiş, gidiş değil. Bu tehlikeli gidişi bozacak tek güç ise, kışkırtmalara prim vermeyecek , demokrasi, eşitlik ve özgürlükte ısrar eden işçilerin, emekçilerin ve halkın tutumu olacaktır
|