İstanbul, Ankara, İzmir’de olaylar...
Biber gazları, protestolar...
Milletvekilleri arasında kavgalar...
Bunca hayhuyun içinde 4+4+4 ile ilgili tek bir şeyi merak etmekteyim!..
İlkokul neden beş yıl değil de dört yıl?..
Neden altı yaşında değil de beş yaşında ilkokula başlayacak çocuklar?..
***
Ortaokulda isteyen ailelerin çocuklarına din eğitimi aldırmasına karşı değilim, tabii buluyorum...
Babam üniversitede 40 yıl boyunca Arapça öğretti...
Bir öğrenci ailesinin çocuklarına Arapça öğretmek istemesine de karşı çıkacak halim yok...
Arapça öğretmek isteyen ailelere “Hayır, illa ki İspanyolca öğreneceksiniz” demeyeceğim herhalde...
Yazık oldu babama...
Bu sistemde “dokuz yaşındaki çocuklara dershane açar, malı götürürdü...”
O sadece üniversiteye talim etti...
Allah uzun ömür versin, 80 yaşını geçen annem şimdi başının etini yiyordur...
-”Sana demiştim, biraz daha geç emekli olmalıydın...”
***
Kabul;
28 Şubat’ta ‘sekiz yıllık temel eğitim’ dediler, fakat amaçları, İmam Hatip’lerin ortaokullarını kaldırmaktı...
Erbakan’ın “Oralar bizim arka bahçemiz” sözüne takmışlardı...
Biliyorum; İmam Hatip mezunu arkadaşımın, “Sizin okullardan CHP’ye doğru düzgün oy çıkar mı?..” soruma verdiği “Çıkmaz abi” cevabını...
Anladım;
Seçilmiş iktidar demokratik tercihidir...
“Ortaokullarda fiili olarak kaldırılan din eğitimini, tercihli olarak yeniden geçerli kılmak istemek...”
Buna da bir itirazım mevz-u bahis değil...
***
Ancak onca biber gazı, protesto, yürüyüş, Tandoğan’da Grup toplantısı, sıkılan su ve nümayiş arasında, sorulmayan, cevaplanmayan ve bir türlü açıklığa kavuşmayan sadece iki ufak nokta bulunuyor.
- “Niçin ilkokul altı değil de, beş yaşında başlıyor?..
Niye dünyanın her tarafında beş yıl olan ilkokul, bizde dört yıla indiriliyor?..”
Yoksa amaç, daha önce kesintiye uğratılan din eğitiminin tercihli olarak dokuz yaşından itibaren mi başlamasını sağlamak?..”
Eğer öyleyse, niye ilkokul sonrası tercihli din eğitimi yeterli gelmiyor da dokuz yaşına kadar indirilmesi öngörülüyor?..
Bunca hayhuy...
Bunca protesto...
Bunca nümayiş...
Bunca biber gazı, Tandoğan’da Grup toplantısı, katılanların bir türlü saptanamayan sayısı ve nümayiş arasında tek merakım şu...
- “Bizim çocuklar daha yeni doğdu... 60 ayı doldurunca, sadece beş yaşına vardıklarında niye apar topar ilkokula başlayacaklar bu veletler?..
Henüz dokuz yaşına vardıklarında niye ilkokulu bitirmiş sayılacaklar bu yavrucaklar?..
Dünyada 9 yaşında çocukların ilkokulu bitirdiği bir eğitim sistemi mevcut mu?..
Benim Milli Eğitim Bakanı’ndan öğrenmeyi arzuladığım bu... Gerisi, her topluma ara sıra gerekli bir; “demokratik gargara!..”
*****
EREN KAYA’NIN YAŞADIĞI IZDIRABIN FOTOĞRAFI...
Yazı bir dostundan, arkadaşından ya da yakınından geliyor besbelli...
İsmini vermeyeyim, önce okuyalım Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında Kuğu Gölü Balesi’nin müziğini bilemedi diye, sosyal medyada dalga konusu yapılan ÖSS dördüncüsü Eren Kaya’nın yaşadıklarını...
“Sayın Reha Muhtar,
Eren Kaya’yı da içeren 27/03/2012 tarihindeki köşe yazınızı okudum...
İlk defa bir köşe yazarına mesaj yazıyorum...
Size en içten teşekkürlerimi ve tebriklerimi iletmek istedim...
Eren Kaya’yı okulumuzdan tanıyorum...
Günümüzde az bulunur bir iyi ruha sahip bir insan...
Onu nasıl tanımlayabileceğimi bilemiyorum...
Sadece, yardıma muhtaç insanlar için yaptıklarıyla bize örnek olması bile onu çok seviyor olmamız için yeterli...
Basının tanımadan, bilmeden, bir yarışma sorusunu bilemedi diye ona böylesine insafsızca saldırması bizi şoke etti...
Müthiş bir tiksinti uyandırdı...
Basının zalim ve akılsız yönüne yakinen şahit olmanın şokunu yaşadık...
Duygularımızı tarif etmem mümkün değil...
O yüzden sizin yazınızı okuduğumda kalbimde oluşan sevinci anlatamam...
Eren’in içten içe çok çok etkilendiğini hepimiz hissettik ama o yine de çok çok olgun ve efendi bir tavır gösterdi...
Bu da ona olan sevgimizi daha da arttırdı...
Bu güzel yazınızın bizim üzerimizdeki ferahlatıcı etkisini bilmenizi istedim...
Sizin de güzel kalbinize, vicdanınıza ve aklınıza şahit olmuş olduk...
Tekrar tekrar teşekkür ediyorum...
En içten dileklerimle ve saygılarımla...”
***
Şimdi o yarışmanın promosyonunu yapabilmek uğruna Eren’i sosyal medyanın insafsız dalgalarının ortasına atan yapımcı aktörüne sesleniyorum...
Çok yakınınızdaki birisi, yarışmaya katılıp, Kuğu Gölü Balesi’nin müziğini bilemedi diye, daha 17 yaşında böyle insafsızca linç edilseydi, siz ne hissederdiniz?..
Yarışmanın promosyonunu yaparak kazanacağınız paraları harcarken, Eren’in “kırılan gururu” aklınıza gelecek mi şimdi?..
Sakın, “yarışmaya biz onu zorla sokmadık, kendi isteğiyle girdi” demeyin...
Onun girdiği bir yarışmaydı...
Bilemediği Kuğu Gölü Balesi’nin müziğinden linç edilmek değil...
*****
BİLGENİN 7 HAYAT ÖĞRETİSİ...
Bir bilge, kendisine yirmi beş yıl öğrencilik yapan öğrencisine, sohbet ederken sorar;
- “Kaç yıldır benim yanımdasın?
- Yirmi beş yıldır efendim.
- Bu zaman süresince benden ne öğrendin?
- Hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim.
- Ömrüm seninle geçtiği halde topu topu yedi gerçek mi öğrendin?
- Evet!
- Söyle bakalım öyleyse, neler öğrendin?
- Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor...
Ancak, bunların hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor...
Ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım...
Ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime...
Ki, onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmış insanoğlunun hiç tükenmeyecek gıdası ve en gerçek dostlarıdır...
- Çok güzel, ikincisi ne bakalım?
- Baktım ki, insanların birçoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor...
Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor...
Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O’na satıp, gönlümü yalnız O’nun sevgisine açtım...
- Devam et!
- İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm...
Ancak birçoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu...
Bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlakça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım...
- Evet!
- Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine...
Bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm...
Ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum...
- Sonra?
- Nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu...
Böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu...
Oysa insanın başına ne geliyorsa, kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu...
Bunu bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım...
- Doğru!
- Baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar...
Hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar...
Oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde, dünya nimetleri insanlara yeter de artar bile...
- Ve yedincisi nedir evlat?
- Yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar... Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine...
Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak iğreti desteklerdir...
Ben ise yalnız O’na sığınıp yalnız O’ndan yardım diledim...
Ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu...
- Seni tebrik ederim evladım...
Ben de yıllar yılı bütün din kitaplarını inceledim...
Hepsinin bu yedi gerçek etrafında toplandığını tespit ettim...”
Ortalık toz duman...
Bu öykü Burçin Alpacar’dandı...
Bilgeliklerle dolu hayatınızda keyifli yolculuklar...
|