Beyzbol şapkalı bi kemancı, Washington metro istasyonunda Bach’tan parçalar çalıyordu.
Önünden 1097 kişi geçti, sadece yedi kişi durakladı, onlar da birer ikişer dakika dinleyip, gitti. 45 dakikalık konserin sonunda, bahşiş için yere açtığı mendili topladı, üç-beş sent’lerle biriken 32 doları cebine koydu, taksiye bindi, Washington’ın en ünlü konser salonuna gitti, sahneye çıktı, biletlerin en ucuzu 100 dolar’dı ama, tıklım tıklım doluydu. Çünkü o... Grammy ödüllü Joshua Bell’di. Kemanı da, 300 senelik, 3.5 milyon dolar değerindeki Stradivarius’tu.
*
“İmaj” böyle bi şeydir.
*
Ne olduğu değil.
Nasıl sunulduğu...
Nasıl göründüğüdür.
*
Bu kapsamda...
Hiç düşündünüz mü acaba, teee kırk yıllık “Esad” ne oldu da, oluverdi “Esed?”
*
Başbakanımızın kardeşiyken, kankamızken “Esad” değil miydi yahu? Bi sabah uyandık ki, a-aaa, başta Anadolu Ajansı ve TRT olmak üzere, yandaş medyada aniden “Esed” oluvermiş.
*
Çünkü...
Esad Esad’ken, mahallenin çocuğu, komşunun oğluydu, tanıdıktı, adeta bizden biriydi, hatta, tam Türk işi, Esat bile deniyordu. Rüzgar bi döndü kardeşim, işin rengi bi değişti, ha imaj mühendisleri devreye girdi, kaşla göz arasında, Esad Esed’leştirildi.
*
Kırk yıllık kani...
Olmuştu yani!
*
Bir harfle... Dilimize, algımıza, duygularımıza yabancılaştı.
Ötekileşti.
*
Bir kelimeyle... Obama’nın bu topraklarda Hüseyin’leşmesi gibi.
*
Yakında, Mahmud Ahmedinejad’a Manfred Ahmadinejack filan demeye başlarlarsa, sakın şaşmayın gari.
|