Ya Kürtler de barışmak istemiyoruz derlerse!
Türkiye’de değişmeyen tek gündem var.
Dönem dönem kimi farklı gelişmeler yaşansa da temel gündem yıllardır değişmiyor: Kürt sorunu...
Özellikle son yıllarda “ileri demokrasi” adına kimi durumlar yaşanıyor. Balyoz davası, Ergenekon davası, 12 Eylül “yargılaması”, 28 Şubat’la “hesaplaşma” v.s v.s ancak hiçbiri temel gündemi değiştiremiyor. Her seferinde bu gerçeklik bir kez daha açığa çıkıyor ki, eğer Türkiye Kürt sorununu demokratik bir temelde çözmezse hiçbir sorun çözülmez, çözülemez. Bunu Kürt sorununun çıkış nedenlerini, Kürt halkının taleplerini, gelinen aşamayı asgari düzeyde de olsa doğru tahmin edebilen herkes çok rahatlıkla görebilir, görebiliyor da. Görmek istemeyen tek güç AKP iktidarı. Bu da ister istemez Türkiye’de yaşayan halkların daha fazla acılar yaşamasına ve kayıpların olmasına neden oluyor.
Kürtler tüm dünyanın gözleri önünde sorunun demokratik ve barışçıl yollardan çözümü için birçok kez fırsatlar sundu. Çözüm için en küçük bir umut ışığının varlığını bile kalıcı barışa evritmek için adımlar attı. Bunu biraz akıl ve vicdan sahibi olan herkes biliyor, görüyor.
Bir gazeteci olarak, birçok gazeteci gibi ben de oradaydım. Barış grubu gelmeden önce gelişmeleri, bölgedeki atmosferi bizzat yerinde gördüm, yaşadım, tanık oldum. En önemlisi de grubun geldiği andaki atmosferi, Amed’e gelinceye kadarki gelişmeler köy köy, ilçe ilçe, şehir şehir, adım adım izledim.
Kürt halkı yıllardır hep çocuklarının, yakınlarının cenazelerini, tabutlarını karşılayan insanlar bu kez çocuklarını, yakınlarını sağ olarak karşılıyordu. Eğer varsa barış adına bir umut kıvılcımı buna katkıda bulunmak, bunu büyütmek, çözümün Kürtlerin ne kadar yakın olduğunu göstermek için bir insan seli oluşturmuşlardı adeta. Eğer gerçekten bir insan selinden bahsetmek gerekecekse yada varsa böyle bir tabir işte tam da buydu! Kürtler bir nehir misali barışa akmışlardı. Kürdistan’ın, Türkiye’nin her bir yanından Kürtler ve bu topraklara barışın gelmesini isteyen insanlar Silopi’ye Habura akmışlardı. Beşikteki bebeğini alıp yollara çıkan kadınlardan tutalım, kendini ayakta tutabilen herkes oradaydı. “Barış elçileri” diye adlandırdıkları insanları karşılayıp, bu toprakların barışa ne kadar ihtiyaç duyduğunu, barışa susamışlıklarını ve ya barışa bir o kadar da yakın olduklarını göstermek için oradaydılar. Yürekler, beyinler, istemler tek bir şeye kilitlenmişti: Kutsal ve kalıcı bir barış!.. Konuşanların dilinde, konuşmayanların gözlerindeki parıltıda bu vardı. “Barışın elçileri” geldiğinde akıtılan gözyaşları bunun heyecan, coşkusu ve mutluluğu içindi. Kürtler barış için sağ olarak dağdan gelen ve yılarca kendi topraklarında ama mülteci olarak yaşayan evlatlarını karşılıyordu. Ve bu atmosfer giderek Anadolu insanının da yaşadığı acıların ne denli büyük olduğunu biliyordu. Habur’dan girişle başlayan Cizre, Nusaybin, Kızıltepe, Mardin ve sonrasında Amed’e giriş, onlarca yıldır yaşanmayan bir tablo yaşatmıştı, topraklarda.
Silopi halkının tümü Habur’daydı, yollara düşmüştü. Cizre adeta grubun içinde bulunduğu otobüsü kucağına alırcasına yürütüyordu. Nusaybin geceyi dışarıda sabahlamış, Kızıltepe’ye köyle uğurlamıştı onları... Sonra Mardin bağrına basmış öyle yollamıştı Amed’e Amed kelimelerin anlatmaya gözünün yetmediği bir karşılama hazırlamış öyle kucağını açmıştı onlara. Dört saat olan Habur ve Amed arasındaki mesafe ancak 24 saate alınabilmişti. Tüm bunlar Kürdün barışa olan inancı, barışa sunduğu şans içindi...
Ancak Kürtlerin bu adımı çok geçmeden aynı geleneksel inkarcı yaklaşım ve politika ile karşılık buldu. Grup üyelerinin attıkları her adım, ağızlarından çıkan her kelimeden dolayı incelemeler soruşturmaya, soruşturmalar davaya, davalar ise tutuklamalarına kadar götürüldü. Onlarca yıla varan ceza istemiyle yargılanır oldular. Ve sonuçta barışın özlemini çeken bu topraklara barış umudunu büyütmek için gelen insanlara “cezalar” verildi. Hemde onlarca yıllık cezalar.
İşte bu yaklaşım ve zihniyetle bir kez daha açığa çıkıyor ki bu iktidar, AKP hükümeti barış istemiyor. Kanın durmasını, acıların son bulmasını istemiyor. Bundan rahatsızlık duymuyor. Gencecik insanların yaşamlarını yitirmesi AKP için hiçbir şey ifade etmiyor. Öldürerek, soyunu kırarak yok etmek istiyor, bir halkı. Ama buna rağmen Kürtler hâlâ barış diyor, barışa inanıyor, bunun için sokaklara çıkıyor. Ancak eğer bir gün Kürtler “barışmak istemiyoruz” derse ne olur? Hani Başbakan Tayip Erdoğan 28 Şubata ilişkin “mazlumun ahı aheste aheste çıkar” demişti ya Kürtler de “ah” ederse ne olur?
|