Kirvem,
Şu kırtıpil âlemde ; içi, tıpkı çürük bir ceviz gibi “kof”, içeriği her bakımdan yavan-yağsız bir çorbadan farksız kimi konuların etrafında dolap beygirleri misali ha babam de babam aynı minvalde dolanıp durup, sonra da incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit bu tür olayların üzerini sabit kalemle hiç üşenmeden çizip rafa kaldırmak yerine, tam aksine kim bilir hangi hince, cince, sinsice “hesap”lar peşinde koşuşturup, dolayısıyla dünyayı kendimize zindan ederken, beri yandan da yeryüzünün en “akıllı” mahlukları diye noterlikten tasdikli “insan” kimliğimizle övünüp duruyoruz ama, nafile!
Nafile, zira kimisi dolikosefal, kimisi brakisefal, ama eninde sonunda her biri sanki başlı başına birer yampiri yumurtadan farksız kafataslarımızın tepesindeki koltuğunda çöreklenip oturmuş, “akıl küpü” niteliğindeki boz bulanık beyinlerimizin, son zamanların moda deyimiyle “global”leşip giderek küçülen “dünya”mızın hemen her köşesine, her bucağına ihraç ettikleri hemen her şey, bayat “keçiboynuzu” kıvamında!
İşin yoksa bir gıdım bal için çiğne çiğne, sonra da “batsın bu dünya!” şarkısı eşliğinde posasını tükür dur!
Nitekim şu kıçı kırık, şu cavalacoz, şu kavanoz dipli dünyada özellikle şu sıralar Suriye’de yaşayan insanların bir kısmı,kendi ülkelerindeki kaza ve belalardan kurtulmak için doğru yolun, illa da şu bizim Mersin’den geçtiğine herhalde inanmış olacaklar ki, akın akın rotalarını buralara yönelttikleri halde, bizler burnumuzun dibindeki değil, tam aksine bizatihi Misakımızın dikenli tellerle çevrili millisindeki Mersin’den sanki bihaber, “ters” yollara sapıp, mesela kimilerimiz Roboski’yi, kimilerimiz Madımak’ı mesken tutmuşuz, ne garip!
Garip marip, yine de gerçek olan şu ki, bu coğrafyada yaşayan sürüsüne bereket halklar, “kerpiç kerpiç üstüne” şarkısıyla yan yana beraberce döşeyip, ya da sırt sırta verip kurduğumuz kireç badanalı evlerimizin kümeslerinden, kırık dökük “pin”lerinden eşinmek için dışarıya çıkan tavuklarımız, “Prangalar Eskittim” kitabıyla ünlü, Kürt şair Ahmet Arif’in şiirlerinden birinde dediği gibi “birbirlerine karışıp” geçinip gitmişler ama, beri taraftan gel gör ki, aynı çöplükte eşinip, aynı çöplükte gıtgıtlayan tavuklar kadar belki de akıldan yoksun olan bizler, daha sonraları sudan bahanelerle sadece tavuklarımızı değil, keza birbirlerimizi de dışlayıp, kışkışlayıp “öteki!” deyip horlamayı çok şükür becerebilmişiz nitekim!
Nitekim daha geçen gün davul zurna, halay malay çekip güya baharın gelişini müjdeleyen “nevruz”, veya Kürt mitolojisindeki Demirci Kawa Efsanesi’nce “newroz”u “bayram” niyetiyle kutlamaya kalkışınca ülkede bayram seyran değil, kızılca kıyamet koptu!
“Muhterem zevat”ın kırk çeşit “şart”, seksen çeşit “ama”yla yoğurup piyasaya sürdükleri “bahane”lere bakılırsa, anlaşılan o ki, şairin dediğinin tam aksine, “tavuklarımız birbirlerine karışmadıysa”, aynı çöplükte yan yana eşinip aynı nakaratla falan fistan makamlarında gıdaklayıp, hep beraber “keyif” çatamadılarsa, demek ki asıl kabahat; kimileri “W”, yani “çift sarılı”, diğerleri “V” yani “tek sarılı” yumurta yumurtlayan bu tavuklarımızın, hani mil pardon, hani ayıptır söylemesi kimisi haşmetli, kimisi gariban “popo”larının sonucuymuş Kirvem!..
|