Balyoz davası ve Ergenekon soruşturması içindeki diğer bazı davalarda sanıkların “yapılan suçlamalar”dan dehşete düştüğünü.. “2003’te bu olay henüz gerçekleşmemişti, 2006’da olan olayı önceden nasıl bilmişler, burada sahtecilik var” dediğini.. Mesela Çetin Doğan’ın “Bu CD’ler sahte” itirazlarını.. Veya “O tarihlerde ben yurt dışında görevliydim, bu seminere katılmış olmam mümkün değil” benzeri savunmaları daha önce defalarca duymuştuk.
Onlar bu tepkileri gösterir, haklılıklarını kanıtlamak için paralanırken medyada ve siyasetçiler arasında “tutuklanmış herkese, asker-sivil, milletvekili-gazeteci-öğrenci vb ayırımı yapmadan” bir şekilde “terör örgütü üyesi” etiketi yapıştırmaya çalışan, yargısız infaz yapmayı alışkanlık haline getiren çok kişi vardı.. Bu çok acı ve özellikle “içeri atılmış, özgürlüğü ve ailesiyle geçireceği yılları elinden alınmış” insanlar için dayanılması güç, hayatlarını daha da zorlaştıran bir durum tabii.. Ama öte yanda eğer cezaevindeki insanları tutuklatan iddialar “gerçek çıkmazsa” bunları yapanların durumu da oldukça acı olacaktır, vicdanları varsa muhtemelen “aynaya bakmaları” bile zorlaşacaktır.
TARAF NASIL AÇIKLAR MESELA?
Balyoz davasında örneğin “Taraf” öyle haberler, yorumlar yaptı, öyle manşetler attı ki adeta “yargılama bitmiş ve kesin kararlar açıklanmış, özel yetkili mahkeme tüm iddiaları doğrulamış” gibi tutuklu olarak duruşma bekleyenleri ilk günden “mahkum” sandalyesine oturttu. O gazetede ve diğerlerinde bunu yapan gazetecilerin, ekranlarda yapanların sayısı da az değildi.. Diyelim ki “iddialar bir yalan üzerine kurulmuş ve bu ortaya çıkıyor”, ne yapacak? Bu sorumsuzluğu nasıl temizleyecek?
Dün verilen haber şöyleydi; “Balyoz davası delilleri arasında gösterilen 11-16 ve 17 no’lu CD’lerde yapılan bilirkişi incelemesinde ‘sahtecilik’ tespit edildiği, 76 dosyanın ‘sonradan oluşturulduğu’, 2003 tarihli olduğu iddia edilen Balyoz CD’lerinde 2006 yılında kullanılan bilgisayar programlarının olduğu ortaya çıktı”.. Evet biliyorum, artık hiçbir şeye güvenilmiyor, her söylenen yarım saat sonra yalanlanabiliyor filan.. Buna rağmen “bilirkişiden çıkan sonuç” daha önce ortaya çıkan “iddianamelere yapılan ‘sehven’ polis ilaveleri”nden de korkunç değil mi?
BİR AHTAPOT GİBİ..
Yani birileri 2006 yılında oturmuş ve “ordu içinde 2003’te darbe hazırlığı yapıldığı” iddialarını hazırlamış, bununla ilgili CD’ler doldurulmuş ve ülke bugüne kadar o yalanlarla meşgul edilmiş, onlarla ilgili manşetler atılmış, kimbilir kaç kişi suçlanmış, o iddialara dayanarak tutuklanmış. Şimdi bunu yapanların (ve tabii ‘bu kadarına cesaret edilebilen’ bir ülkede) soruşturmadaki diğer iddialar, diğer davalar için de “yalan düzenlemeler” yapmış olmadığına, gelecekte de yapmayacağına nasıl inanılacak?
Ve öte yanda dönüp aynı noktaya geliyoruz; bu “sahte CD’ler”deki (belki daha sonra ortaya çıkacak diğerlerindeki) bilgileri “kesin gerçek” havasında veren ve adı geçen herkesi, hayatını terörle mücadeleye adamış kişileri bile “terörist” olmakla suçlayan, hakaretler, iftiralar yağdıran gazete ve TV’lerle, gazetecilere nasıl bir yaptırım uygulanacak? Veya uygulanacak mı?..
Türkiye’de çok garip, çok inanılmaz olaylar oluyor, tüm etik kurallar ve tüm değerler yerle bir ediliyor, yalan-dolan-sahtekarlık “dürüstlüğün” yerine bir ahtapot gibi yayılıyor... Yaşadıklarımızın, gördüklerimizin yanında en beklenmedik film senaryoları bile solda sıfır kalır doğrusu!
*****
Atatürk’e bunu yapmayın artık!
Hala zamanı gelmedi mi Atatürk’ü rahat bırakmanın? Bir yandan “Atatürk’ü sevenlerin onu sık sık anması”ndan veya kalabalıkların bir sıkıntı anında Anıtkabir’e koşmasından rahatsız olduklarını söyleyenler, yazanlar bile bir yandan da onu her fırsatta anmaktan vazgeçmiyorlar.. Türk tarihinin en büyük zaferlerinden biri olan, emperyalist ülkeler dışında Avustralya, Yeni Zelanda gibi dünyanın en uzak köşelerinden İngiliz sömürgelerinin katıldığı -ve kazanmayı umarken denizin dibini boyladığı- bir savaştaki, Çanakkale zaferindeki önemli rolünü bile yok etme, hatta neredeyse onu suçlama gayreti.. Yaptığı her iyiliği, bu ülkeye kazandırdığı her büyük adımı küçültmeye çalışma.. İnsani taraflarını bile “birer olumsuz nokta” olarak öne sürüp gözden düşürme çabası..
İŞGÜZAR KIYASLAMASI
Onu ve tüm izlerini “silme” aşkı.. “Yok artık, O’na yapılamaz” denilen her şeyin sırayla yapılması.. Kısacası bir tahrip etme, hırpalama, örseleme faaliyetidir gidiyor. Nedir bu gayretin, çalışkanlığın nedeni? Gözden düşürmeyi, ona bağlılığı azaltmayı başarabilir, onu sıradanlaştırmayı sağlayabilirlerse Türk ulusunun bugüne kadar “en birleştirici” gücünü etkisiz kılmış olacaklar, buna mı çalışılıyor?
Son moda olarak da Twitter’da, orada burada “Atatürk’ü birileriyle kıyaslama” yarışı çıktı.. Tesadüf bu ya(!) kıyaslamalarda Atatürk “kıyaslandığı” kişilerle eşit oy alıyor veya “kıyaslandıkları tarafından geçiliyor”.. Ve böylece “düşündüğünüz kadar da özel değil canım” diyorlar kendilerine zahir.. Bir de “işgüzar hatası” var bunların yanında.. Cuma akşamı İnternet’te gördüm; Nurculuk hareketinin lideri Said Nursi ölümünün yıldönümünde Twitter’da “Trend Topic” listesine çıkarılınca hemen bir takım işgüzarlar Atatürk twitleri yağdırmaya başlamış, Atatürk 2’nci olmuş vs..Yani bir “dini hareket” liderini, o cemaatten olanlar liste başı yaptığında bile neden akla bu milletin önderi, kahramanı, dünyanın şapka çıkardığı “bir asker ve devlet adamı” gelsin?
Neden her fırsatta ve en fütursuz şekilde Atatürk’ün adı kullanılıyor? Hayatta olsa bundan hoşlanır mıydı, hoşlanmaz mıydı, emin olamayacağınız konularda neden adını sakız ediyorsunuz? Artık gerçekten yeter, rahat bırakın adını ve gazete köşelerinde, TV ekranlarında ağzınızı eğerek büğerek her fırsatta ona bulaşmaktan da, karşılaştırma yapmaktan da vazgeçin..
Her konuda karşılaştırma yapma merakı da sırf bize ait bir anlamsızlık zaten
|