Dört yıldır, bütün Ergenekon süreci başladığından beri ilk kez önceki gece çok korktum. Ne baskınlar, ne tutuklamalar, ne yürütülen komplolar, ne tehditler. Hiçbiri Ahmet Şık'ın yazdığı kitaba el konması, imha edilmesi, yayınevinde arama yapılması kadar ürkütmedi beni.
Ergenekon davası başladığından beri 'Hadi canım bu kadarı da olmaz' dedirten bir süreçte ilerliyor. Siz ne kadar 'Bu kadarı da olmaz' derseniz her seferinde birileri biraz daha eli arttırıyor. Ve giderek bu soruşturma çığırından çıkıyor.
Demek ki şimdi sıra yayımlanmayan kitaplara geldi; bu gözü dönmüş hınç intikamını şimdi basılmamış kitaplardan alıyor. Eskiden basılı kitapları toplar, insanları bu kitapları okudukları için tutuklar, okudukları kitapları yakalarlardı. Şimdi 'önleyici tedbir' olarak hiç okumadan müdahale ediliyor.
Ne günlere geldik.
Orhan Pamuk roman yazmayı 'iğneyle kuyu kazmaya' benzetir. O roman bazen insanın bütün hayatını esir alır, gece gündüz yazdıklarınızdan başka bir şey düşünmezsiniz. Ve en büyük kabusunuz o romanın başına bir şey gelmesidir. Diyelim ki silindi, diyelim ki yazdıklarınız ortadan kayboldu... O cümleleri, o ruh halini, o ilhamı tekrar nasıl yazarsınız?
Bazen aylar, yıllar süren bir maceradır kitap yazmak. Gazeteciyseniz, tarihe not düşmek için kimi zaman yüzlerce insanla görüşür, kitaplar okur, adeta ders çalışırsınız. Bir tek satırın üzerinde titizlikle durur, kimi zaman 'Umarım ömrüm bu kitabı bitirmeye yeter' bile dersiniz.
Bir kitabı tamamlamak çok sancılı bir doğum sürecidir; o kitabı doğurmak da tıpkı gerçek bir çocuk doğumunu yaşamak gibidir. Yayınevinden plastiğe sarılı onlarca kitap koliler halinde gelir önce, ilk kez açıp koklarsınız... Sayfalarını karıştırır, dokunursunuz... Ve sonra bir köşeye çekilir, tıpkı çocuğun büyümesini izler gibi o kitabın büyümesini izlersiniz...
Bazen o kitap gideceği yerlere gider, bütün beklentilerinizi karşılar... Bazen de hayal kırıklığı yaratır, yok olur, sonucu tahmin ettiğiniz gibi olmaz.
Ama sonuçta o sizin kitabınızdır, sizin çocuğunuzdur ve kim ne derse desin yeri ayrıdır.
Biri gelip önce sizi tutuklasa, ardından da çocuğunuzu öldürse ve siz buna isyan bile edemeyecek kadar uzakta, bir cezaevi hücresinde mahkumken olsa ne yapardınız?
Birileri de hep kitaba, hep yazıya düşman olur.
Baskıcı rejimlerin hepsinin ortak özelliğidir kitapları yok etmek.
Oysa okumaktan, yazmaktan kimseye zarar gelmez ki. Hem 'Hocaefendi' sürekli eğitimin, okumanın önemini vurgulamıyor muydu? Kendi öğrencileri ise yayımlanmamış kitaplara bile düşman şimdi.
Neden en çok o gece korktum biliyor musunuz?
Çünkü son tahlilde eğer hala hayattaysanız, vücudunuz ve beyniniz sağlamsa tutuklamalar, yargılamalar, mahkumiyetler geçicidir. Zordur kuşkusuz, ama bir gün biter. Eğer hayatınız yazıysa, en azından yaşadıklarınızı kağıda dökebilme ihtimaliniz vardır.
Şimdi bunu da elimizden alıyorlar, farkında değil misiniz?
Pek çoğumuz yazı yazmaktan başka hiçbir şey bilmiyoruz. Pek çoğumuz yazıyla nefes alıp veriyoruz. Ve giderek yazabileceğimiz alan daralıyor.
Ben artık defterime not tutmaktan bile çekinir hale geldim.
Gazeteler, televizyonlar, internet siteleri derken şimdi sıra kitaba geldi. Artık yazdıklarınızı tereddütsüz yayımlayacak, kitap basmaya cesaret edecek yayınevi bulur musunuz sanıyorsunuz; buldunuz diyelim, hangi dağıtımcı cesaret eder artık...
Daha ne kaldı, daha nereye kadar gidecekler acaba?
Ey Cemaat'çi kardeş...
Bırakın kitaplardan bu kadar korkmayın. Bırakın insanlar okusun. Söyleyecek daha iyi sözünüz varsa siz de bunu söylemekten çekinmeyin. Bırakın kitaplar kitaplarla çarpışsın.
Karikatür çift Boynerler
Zengin bir çocuğun canı sıkılınca ülke yönetmeye heves ettiği günleri tefrika etmişti Necdet Şen 'Değişim Rüzgarı'nda. Zamanında Hürriyet'te yayımlanan karikatür serisini, oradaki bazı esprileri, gözlemleri hala unutamam. Muhteşemdir...
Bakıyorum, aynı zengin çocuğun ülke yönetme hevesi kursağında kalmış. Halbuki sandıkta boyunun ölçüsünü alınca, Cengiz Çandar ve Mehmet Altan gibi gözünde çok büyüttüklerinin ipiyle kuyuya inip de Türkiye'yi tanıyınca dersini aldı zannediyordum.
Hani T-Box markasıyla prezervatif falan yapmakla ilgilenecekti artık... Nereden çıktı yine bu Türkiye'yi yeniden kurma hevesi?
TÜSİAD'ın anayasa önerileri tartışılıyor ya falan ya... Ne olur, bunu ciddiye alıp vakit kaybetmeyelim.
Çünkü bu ülkede Boyner Ailesi bir parodinin adıdır sadece.
Üstelik bu parodi 90'lı yıllarda doruk noktasına ulaşmış, şimdi ise tadı kaçmış, bayatlamıştır.
Karı koca kickbox meraklarından tutun da vahşi doğa fotoğrafçılığına, 'ideal çift' görüntülerinden her zaman güzel ve fit kalma inatlarına (Ama nedir o göbek Jim?), Londra'daki partici kızlarından kendi ev davetlerine, Beymen'in özenti vitrinlerinden TÜSİAD toplantılarına, arkadaş çevrelerinden konuştukları konulara, sınırlı bilgilerinden had bilmemelerine, zeytinyağı üretme girişimlerinden akrabaları Şahin Alpay'a, unutturmaya çalıştığı ülkücü geçmişinden insan hakları çıkışlarına kadar...
Boyner çiftiyle sadece dalga geçilebilir, karikatürleştirilebilir.
O yüzden Necdet Şen göreve... 'Değişim Rüzgarları'na kaldığı yerden devam etmenin tam sırası...
Doğuştan fanatik
Geçenlerde yabancı bir arkadaşıma kısaca Hasan Cemal'i anlatmam gerekti. 'Her 10 yılda bir günah çıkartır, ben yanlış yapmışım der ve pişman olur' dedim.
'Demek ki tam bir fanatik' diye karşılık verdi.
'İnanamıyorum' dedim, 'Hep Hasan Cemal'in siyaseti Galatasaray taraftarlığıyla karıştırdığını düşünürüm. Sen hiç tanımadan hemen teşhisi koydun.'
'Adamı tanımıyorum ama fanatik nedir iyi bilirim' dedi.
Türkiye'deki kamplaşmayı konuşurken neden aklımıza 'fanatik' kelimesi gelmedi acaba? Fanatizm, düşünce hayatımızın böyle kısır kalmasının altında yatan neden değil mi?
Fanatikler, kısıtlı bilgiyle çok bağırıp çağırdıkları için çok kalabalık ederler. Onların gürültüsü altında aklıselim çoğu zaman ezilir. Türkiye gibi kolay manipüle olan bir kamuoyunuz varsa fanatizm en etkili silahtır. Fanatizmden gözü dönmüş halk sizi de bir taraf tutmaya zorlar.
Yine müthiş bir fanatizm egemenliği yok mu?
Libya'da mutlaka savaşa girilsin fanatikleri.
Libya'ya kesinlikle müdahale edilmesin fanatikleri.
Bu ortamda sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek mümkün mü?
|