Ne Yazık, Ömer Laçiner, Ne Yazık!
Size, Bize Değil SOL’a Yazık
T24 adlı internet sitesinde yayımlanan söyleşinizi okudum, üzüldüm. Üzüldüm, çünkü, söyledikleriniz ve en başta dilinizle, kendinize de, sola da yazık ettiğinizi düşünüyorum.
Üstüme vazife değil diye susmak da vardı ama birkaç nedenle konuşmak gerekiyor. Birincisi, birbirine adeta düşman kesilen taraflar arasında farklı bir sese ihtiyaç var. İkincisi, “paçavra” diye nitelediğiniz BirGün’de yazıyorum. Üçüncüsü, referanduma “hayır” diyen solcuları bol keseden eleştirirken, bir de “bana cevap veremezler” diye meydan okuyorsunuz ki, cevap vermek kaçınılmaz.
Kullandığınız dil ve yaptığınız suçlamalara karşı, benzer suçlamalarla cevap vermek de düşünülebilirdi; yapmayacağım. Bu karşılıklı “gol atma” oyunu devam ederken, eğlencenin sonrasında elde kalanın bir “hiç” olduğunu görmezlikten gelemediğimden, söylediklerinizi ciddiyetle yanıtlayacağım. “Bana yanıt veremezler” iddiası ortadayken söylediklerimi duymamış, görmemiş gibi yapmayacağınızı da düşünüyorum.
1-Öncelikle size karşı herhangi bir olumsuz yaklaşımım olmadığını bilmenizi isterim. Aksine, yıllarca sola emek vermiş, üretmiş biri olarak da, alandaki yeri tartışılmaz Birikim Dergisi nedeniyle de takdir ettiğim insanlardan birisiniz.
Öte yandan fikirlerimiz arasında farklar olsa, bazı düşünce ve yargılarınızı paylaşmasam da, sizi, -ya da entelektüel varlığı ya da mücadelesiyle sola emek vermiş herhangi bir kişiyi- toptan karalayacak bir yaklaşıma da hiç prim vermedim; vermem de. Solun, öyle harcayacak fazla neferi olduğunu da düşünmüyorum.
Örneğin BirGün’de yer alan bazı yazılarımda bu yaklaşımı görebilirsiniz.
Ne yazıktır ki, söyleşide dilinden, üslubundan yakındığınız kişilerden örnekler verirken, kullandığınız dil bunun ötesine geçiyor. Hakaret etmedim diye diye hakaret ediyorsunuz. Örneğin BirGün’ü, “paçavra” olarak nitelemeniz; örneğin “hayır” diyenleri Veli Küçük ile birleştirmeniz... Veya “kaç paralık adamlar” veya “bana cevap veremezler, entelektüel düzeyleri yetmez” demek.... Bunlar nasıl bir yaklaşım, nasıl bir büyüklenmedir!
2-Gelelim BirGün’ü “paçavra” olarak nitelemenize... Yazık, çok yazık…
BirGün’de hoşunuza gitmeyen yazılar, dilleri, üslupları sizi rahatsız eden, ya da ciddi bir ideolojik ayrılık yaşadığınız insanlar bulunabilir. Bunları ve haklılık/haksızlık tezlerini tartışmayacağım. Sizin gibi, onların da bir evveliyata dayandığını da söylemeyeceğim.
Ancak, siz onların yaptıklarının ötesine geçiyor ve şu veya bu kişiyi bir yana bırakıp, bir gazeteyi “paçavra “ olarak niteliyorsunuz ki, ne kabul edilebilir, ne insafa sığar! En önemli gerekçeniz de, BirGün’e destek verenlerin 28 Şubat’ta “ne takunya, ne postal” diyen tavırları, sünepeliğiymiş... Ne demeli!
Bir kere, BirGün kişilerden ibaret değil. Ortada hem sol hem gazetecilik adına önemli bir misyonu dokuz yıldır ve çok zor şartlarda sürdürmeye çalışan bir emek ve çaba var. Ve bu emek, şu veya bu kişinin ötesinde değerli. Bugün yolunu ve işlevini kaybetmiş medya içinde geriye kalmış az sayıda muhalefet odağından biri olarak işlevi de çok önemli. Bugün medyada hüküm süren kıyamı düşündüğünüz de bile, BirGün’e destek vermek gerektiğini düşünmek gerekiyor. Kusurları yok mu; elbette var. Gazetecilik olarak da, sol muhalefet olarak da eleştirilecek yanı çok. Ama üstlendiği ve sürdürdüğü işlev bir yana konulabilir mi?
Şimdi siz bu hakkı, -hem de nasıl bir dille- kendinizde görüyorsunuz ki, benim aklım almıyor!
3-Sosyalist solla ilişkiyi koparıp koparmamak meselesine gelince, sizin bileceğiniz bir şey. Ama bu kararı verirken, ne anayasa değişiklikleriyle ilgili referandumdaki “hayır” tavrını kıstas almanız, ne de “hayır” diyenler için söylediklerinizi hoş görmek mümkün. Hayır diyenleri, ”Veli Küçük gibi bir adamın içinde bulunduğu grubun yanında olmakla” suçlamak ise, aklın alacağı bir düşünce biçimi değil.
Bir kere hayır diyenlere (ben de onlardan biriyim) bu toptancı yaklaşım bile, baştan aşağı sakat. Kaldı ki, içinde yer aldığınız sol grubun kimlikler, farklılıklar, çoğulculuk, bireysellik konusunda hassas olduğunu sanıyordum!
Aksine, bugün yaşananlar, anayasa değişikliklerine kuşku ile bakanları (örneğin değişiklik yapılacaksa seçim barajı gibi daha öncelikli maddeler var diyenleri) haklı çıkarmamış olsaydı bile, o gün de birçok faktöre dayanarak AKP Hükümeti’ne ve getirdiği değişikliklere kuşku ile bakmanın haklı nedenleri vardı. Örneğin çok farklı değişiklik önerilerini bir torbada sunmak bile yeterince art niyetli ve anti-demokratik bir tavır değil miydi? Yüksek yargıya atamalar konusunda getirilen önerilerin yargı bağımsızlığı açısından daha olumsuz sonuçları olacağını görmek o kadar zor muydu? Bunları olumsuz karşılamak insanı nasıl statükocu, militarist, darbeci yapar? Bu nasıl toptancı, bu nasıl gözü kara zihniyettir!
Öte yandan, o dönemde ”hayır” diyerek kaygılarını, kuşkularını dile getirenlerin aylarca militarist, darbeci gibi suçlamalarla karşılaşmalarının nasıl bir baskı politikası olduğunu düşündünüz mü? O da yetmedi, bazı “büyük” entelektüellerimiz demokratlıktan da, aydınlıktan aforoz ettiler onları (bizleri). Bunlar yaşanır ve sizin bu toptancılığa karşı çıkmanız beklenirken, siz hala ve dilinizi daha da ağırlaştırarak saldırıya devam ediyorsunuz.
Ve ben bu tavırlar nedeniyle, sizi şununla, bununla suçlamıyorum; sadece soruyorum. Nasıl oluyor?
Bilmem, hatırlatmama gerek var mı? Demokratikleşme değil, demokrasiden geri adımlar yaşıyoruz her geçen gün; Kürt sorunu öylece bekliyor; gazeteciler, akademisyenler hapiste; cemaate dokunanın yandığından söz ediliyor; medyaya çoktan ayar verildi; anayasa değişikliği diye “başkanlık” rejimini tartışacağımız belli oldu; yargı meselesinde olan bitenler ortada ve anayasa mahkemesi başkanı bile “kuşatılmışlıktan “ söz ediyor. Daha sayılacak çok şey var, ama siz zaten biliyorsunuz.
Ve bunları dert edeceğinize, solda bir kesimi nasıl karalarım derdine düşmüşseniz, gerçekten çok yazık oluyor sayın Laçiner. Size bize değil, sola yazık oluyor!
Bir de sözünü sakınmayan biri olma iddiası var ki, insanın içi burkuluyor!
4-Tüm bunlara karşı bir dediğiniz var ki, içler acısı.. .Yok efendim, “AKP’nin muhafazakar demokrat olarak otoriterliğe kayma olasılığı zaten varmış.” İyi de, zaten bu olasılığa karşı, AKP’den de, anayasa yapacağı değişikliklerden de kaygı duyulmadı mı? Daha başa gelmeden bu olasılığı azaltmak değil miydi birçoğumuzun derdi?
Bakın, birçok milletvekili, yüzlerce gazeteci, binlerce KCK’ lı yönetici içerde. Düşünce suçu oldu terör suçu... Bu sorunu çözmek için yasalarda değişiklik yapılsın diye bekleniyor ama olmuyor. Yasalar çıkarılıyor ama çoğu toplumun değil AKP’nin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik. Bakın bir çırpıda 4+4+4 ile eğitim sistemi halledildi!
5-Ve bir başka iddia. Sizin sözlerinizle muhafazakarlık ve siyasal İslam “taşralı, “gerici, yobaz” görülerek küçümsenmiş; ya da iktidara layık görülmemiş... Sol toplumla temas halinde olmadığından ne toplumu, ne dini anlayabilmiş...
Sözlerinizde kısmen haklılık payı bulunabilir. Ancak, her şeyden önce siyasal İslam’dan ve muhafazakarlıktan duyulan kaygının sol açısından söylediğiniz gibi küçümseme ile ilişkili olmadığını görmek gerek.
Sol içinde böyle bakanlar yoktur diyemem; ama bu kesim açısından AKP’ye bakışta siyasal anlayış (parti yapısından demokrasi anlayışına kadar) ve ekonomi politikalarıyla ilgili kaygıların çok önde geldiğine kuşku yok. Ne yazık ki, liberal düşünce ve AKP yanlılarının eliyle dolaşıma sokulan bu yorumu, siz de “doğru, bilimsel, objektif” bir gerçek gibi solun bütünü için kullanıyorsunuz. Üstelik, bir yerde solun iktisadi bölüşüm üzerinde fazla durmasını eleştirirken, diğer tarafta bunu hiç hesaba katmayan bir yorumu tepe tepe kullanmak tuhaf gelmiyor size.
Solun, İslam konusundaki ilgisizliği, toplumun bu gerçekliğine yabancı kalışı üzerinde durulacak bir konu elbet. Ancak, bu denklemin öbür yanı da unutulamaz. Yani İslam’ın da, genel olarak dünyevi meselelere ve özellikle sola uzaklığı meselesi... Konu uzun, girmeyeyim; ama yakın zamanlara kadar, bu konularla ilgilenen, ya da toplumsal adaletten söz eden Müslüman bir aydın bulmak bile zordu.
6-Türkiye’deki solla ilgili söylediklerinize gelince, solun yenilenmesi, kendi içinde kavram, tanım, politika tartışması yapma ihtiyacı gibi konularda yapılan eleştirilere katılabilirim. BirGün’e yazmaya başladığımdan buyana, birçok yazıda solla ilgili eleştirilere ve tartışmaya yer verdim.
Ancak sayın Laçiner, kusura bakmayın, sizin sol veya soldan beklenenler adına söyledikleriniz çok “havada” kalıyor.
Örneğin solun iddiası, “iktisadi paylaşımın büyüklüğü meselesinin ötesinde sıradan insanın yüceltilebileceği ve bu surette birbiriyle eşitlenebileceği, yeteneklerini açığa çıkartabileceği olanakların yaratılması “diyorsunuz ya, tamamen haklısınız. Ancak, bu, gelir bölüşümünü dert etmeden, orada radikal dönüşümler yapmadan nasıl sağlanacak dersiniz?
Bugünkü dünya ahvalini benim kadar siz de biliyorsunuz, eminim. Yani uzun söze hacet yok. Bugün, yalnız emek ve insan değil, yalnız doğal kaynaklar değil, yeryüzü sömürülüp yağmalanıyor. Kendi kurtarmış olanlar için bile tehlikeler artmakta. Bunları, bunlara yol açan küresel kapitalizmi mesele etmeden sıradan insan için kendini geliştirme fırsatından nasıl söz edilebilir; nasıl bir eşitlenme beklenebilir?
Bugün küreselden yerele önümüze serilen gerçekler insan ve yeryüzü adına kayıpları sayıp dizerken, bu nasıl “boşlukta” bir gezinmedir?
Evet, ben de, kendimi özgürlükçü, demokrat, insancıl, feminist ve ekolojist kaygıları olan bir soldan sayarım. Merak ediyorsanız kitaplarıma bakın diyeyim.
Ama, ama kapitalizm ve küresel egemenliğini dert etmeden bunların konuşulamayacağını da düşünürüm. Bugün kapitalizm yalnız ekonomik değil, sosyo-kültürel bir gerçeklik halini alırken, “iyi, doğru, güzel kavramları” neredeyse kapitalizmin tekeli altına girmişken, soldaki hiçbir yaklaşımın kapitalizmi odak noktasına almadan anlamlı bir şey söyleyemeyeceği kanısındayım da.
Uzun sözün kısası, en başta küresel , bölgesel, ulusal, yerel düzeylerde gelir dağılımındaki büyük adaletsizliğe el atmadan yalnız ekonomik değil kültürel sorunları da çözmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Benim iddiam da bu!
6-Biliyorum, bu atışma ne ilk ne de son; farklılaşmalar ve düşmanlıklar sayılamayacak kadar da çok. Farklı gruplar ve farklı partiler arasındaki atışmaların yerini zamanla“ konuşmanın” alacağı konusunda da pek umutlu değilim. Ancak solun zafiyetinde bu atışma ve karalamaların, bunlara dayalı bölünmelerin büyük payı olduğunu düşünmekten kendimi alamadığından susmak da kolay değil.
Ne olduğunu, ne dediğini, neye dayandığını, ne yapacağını durmadan ve yeniden konuşması gereken bir “sola” ihtiyaç varken, ikide bir mindere hasret boksör gibi ringe fırlayıp kavgaya girişen bir sol var karşımızda. Kuramsal, ideolojik, siyasal ve pragmatik bir dolu sorusu varken, hepsini bırakmış birbirini yemekle meşgul bir sol görüyoruz.
Herkes diğerinden daha “solcu”, ya da en “hakikisi” onun solculuğu. Ama ortada ele avuca gelir, toplumsal bir güce ulaşmış “sol” yok! İşte bu nedenle, hadi bir araya gelinemedi diyelim; bari birbirimizi “yemekle-yakmakla” uğraşmayalım diyorum. Sözüm de yalnız size değil; kendini solda sayıp da bu tür boş zaman “uğraşılarıyla” oyalanan herkese....
Meryem Koray
|