İnanılmaz bir tip Tevekkül Karman. Son Nobel Barış Ödülü’nün sahibi Yemenli genç kadın.
1979 doğumlu. Nobel Barış Ödülü kazanmış, İranlı Şirin Ebadi’den sonraki ikinci Müslüman kadın. Ama ondan daha genç yaşta Nobel Barış Ödülü kazanmış hiç kimse de olmadı bugüne kadar.
Daha 32 yaşını henüz doldurmuş ama en büyüğü 14, ikincisi 8 iki kız, bir de 7 yaşında İbrahim adlı erkek, üç çocuk annesi. Yanında oturan kocasına, Arap geleneğine uygun biçimde “Yani siz Abu İbrahim’siniz (İbrahim’in babası)” diyorum. O, hiç tereddütsüz “Evet” diyerek başını salladığında Tevekkül Karman atılıyor, “Hayır” diyor, “Abu Vala”. Büyük kızının adını söylüyor. Tevekkül Karman, öylesine bir militan “feminist” ki, zaten ben de onu kışkırtmak için, oğluna atıf yaparak kocasına hitap etmiştim. Tevekkül Karman, kendi duruşuna uymayacak hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyor, derhal müdahale ediyor.
Aynı zamanda “Umm ül-Thawra Yemeni”, yani “Yemen Devrimi’nin Anası” da deniyor ona. “Devrim’in Anası”. Sadece üç çocuğunun değil, sanki 27 milyonluk Yemen’in de anası o genç yaşında.
Ona Yemen’de “Demir Kadın” lakabı da verilmiş. Öyle Margaret Thatcher’ın “Demir Leydi”si gibi bir sıfat değil bu. Erkekler aleminde onlara uyan bir profilinden ötürü değil, “Demir Kadın” lakabı. Zulüm ve baskı önünde eğilmez, bükülmez kişiliğinden ötürü. Yoksa, son derece cana yakın, çok kez afacan bir kız çocuğu izlenimini veren, ama müthiş bir özgüven sahibi, etkileyici bir kişilik. “Yemen direnişi”nin simgesi, “Arap Baharı”nın açan çiçeği o.
Saba Melikesi Belkıs’ın Yemen’de yaşamış olmasından ötürü, ona bu sıfat da uygun görülmüş. Kadın gazetecileri korumak ve onlarla dayanışmak için “Belkıs” adlı bir kuruluşu oluşturmuş. Kendisine uygun görülen her lakabı ve sıfatı, işlevsel hale dönüştürmek için saniye kaybetmiyor.
“Arap Devrimi” ile ilgili iki unsuru sürekli vurguluyor: “Gençler (yeni kuşaklar) ve kadınlar”.
Tevekkül Karman’ı izler ve dinlerken, sanki “Arap Devrimi”nin kitaplardan okunarak edinilmeyecek “gizli iksiri”ni seyrettiğim duygusuna kapılıyorum; gençlik yani yeni kuşak karakteristiği ve sahaya, sahneye çıkan kadın olgusu.
Renkli başörtüsü ile, belkemiğini Müslüman Kardeşler’in oluşturduğu el-Islah (Reform) Partisi’nin önde gelen şahsiyetlerinden biri Tevekkül Karman ama kendisini onlardan saymayan, “birey” kimliği herşeyin üzerine çıkan bir “yeni zaman eylemcisi”.
Ahmet Davutoğlu, Ankara’daki konutunda sağına eşi Dr. Sara Davutoğlu’nu, soluna Kadından sorumlu Bakan Fatma Şahin’i oturtmuş, tam karşısında Tevekkül Karman, onun sağında Başbakan’ın küçük kızı Sümeyye Erdoğan, solunda kocası Muhammed el-Nehmi. Masanın diğer bölümlerinde kadın çoğunluklu, aralarında benim de bulunduğum konuklar. Sara hanımın hemen sağında oturduğum için Tevekkül Karman’ı cepheden görebilir bir konumda, her mimiğini dikkatle not edecek bir şekilde onu dinliyorum.
Son derece doğal, güleryüzlü, sürekli espri yapan, sözünü sakınmayan dobra, ve aynı zamanda gayet alçakgönüllü bir tuhaf karizma. Bulunduğu meclise, olanca gösterişsizliğiyle hükmediyor.
Yemen’i anlatırken, birşey değişmediğini, Ali Abdullah Salih’in 33 yıldır sürdürdüğü cumhurbaşkanlığından ayrılmak zorunda bırakıldıysa da, oğullarının ve aile yakınlarının ordunun ve devletin tüm kademelerinin başında bulunduğunu, Ali Abdullah Salih’in “arka kapıdan” sarayına girip çıktığını, Cumhurbaşkanlığını bırakması karşılığında “yargılanmama sözü” verilmiş olmasının yanlışlığını anlatıyor.
Türkiye’nin Tunus’ta, Mısır’da duyulan, Suriye’de duyulmakta olan sesinin Yemen’de duyulmadığını hiç sözünü sakınmadan, gülümseyerek, ağır sayılabilecek eleştirel cümleler kurarak, Ahmet Davutoğlu’nun gözünün içine bakarak söylüyor.
Nobelli ikinci TC vatandaşı...
Ahmet Davutoğlu, karşısındaki “çetin ceviz”i öyle olmadığına ikna etmek için uzun açıklamalar yapıyor. Özellikle Libya ile ilgili bir sürü anekdot anlatıyor. En güçlü olduğu alana konuşmayı kaydırıyor, “bölge jeopolitiği” üzerine, Afrika Boynuzu ve o çerçevede Somali’deki gelişmelerle ilgili, Batılı meslektaşlarıyla arasında geçen, basına hiç yansımamış bilgiler veriyor. “Yemen jeopolitiği”ne ilişkin gözlemlerde bulunduktan sonra, Türklerin Yemen’e ne zaman, niçin gittiğine dair çarpıcı tarihi bilgiler aktarıyor.
Eski Osmanlı coğrafyasında “Türk” izi ve “Türk kökeni” bulmaya meraklı olduğunu bildiğimiz Davutoğlu, Tevekkül Karman’a, “Karman’ın Karaman’dan geldiğini, kendisinin köklerinin Karaman’da olduğunu”, bir “hemşehrilik duygusu”na kapılmış halde ciddi ciddi anlattıktan sonra, Nobel Barış Ödülü sahibi genç Yemenli kadına, kendisine ve ailesine “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” verebileceklerini söylüyor ve “İstiyor musunuz?” diye ısrar ediyor.
Tevekkül Karman çocuksu bir sevinçle istiyor. “Yarın” (bugün) diye devam ediyor Davutoğlu, “Başbakan’ımızı göreceksiniz. Ona da söyleyin. Hemen işlemleri tamamlarız.”
Akşam yemeğinin sonlarına doğru, “Yemenli, 2011 Nobel Barış Ödülü sahibi genç kadın”a “müstakbel vatandaşımız” muamelesi yapmaya başlıyoruz kendiliğinden. Pek yakında, Orhan Pamuk’tan gayrı iki Nobel’li Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacak gibi.
“Müstakbel vatandaşımız”, Türkiye’den taleplerini sıralamaya başlıyor. Ali Abdullah Salih’in Yemen dışına çıkartılmasından başlayan, Yemen’in yeni silahlı kuvvetleri ile güvenlik güçlerini Türkiye’nin oluşturmasına uzanan bir talepler listesi ardı ardına telaffuz ediliyor.
Türkiye, Tevekkül Karman’ın yeni ülkesi olabilir. Ama, zaten eski ülkesi de. Yemen, 16. Yüzyıl’ın ilk yarısında Osmanlı toprağı idi ve Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar 400 yıl öyle kaldı. Yemen, “Adı Yemen’dir, Gülü Çemendir, Giden gelmiyor, Acep Nedendir?” dizeleriyle kültürümüze silinmez biçimde yerleşti.
21. Yüzyıl, eski mesafeleri, coğrafi uzaklık anlamında, kaldırdı. Zihin bağları ve gönül bağları, bundan yüzyıl öncesinde bırakıldığı yerde duruyor gibi sanki.
Türkiye, Yemen, Suriye...
Bu arada kabına sığamayan Tevekkül Karman, Hatay’a gideceği günü iple çekiyor. Orada Suriyeli mültecilerle kaynaşacak. Çadırlarında kalmak istiyor. “Orada Başşar diktatörüne esaslı bir mesaj vermek istiyorum. Ne de olsa Nobel Barış Ödülü sahibiyim. Benim mesajım, Nobel’li bir Arap olarak, kardeş Suriye halkı üzerinde etkili olur” diyor.
Ahmet Davutoğlu ve diğer Türk kardeşleriyle, “özgür Suriye”de, Şam’da Emevi Camii’nde buluşmanın hayali onu heyecanlandırıyor.
Ama, “önce Yemen’de buluşalım” diye davette bulunuyor. Davutoğlu, ziyaret takvimini getirtiyor. Uygun tarihe bakılıyor. Tevekkül Karman, “Geldiğinizde beni çadırımda ziyaret edin” talebiyle, Türkiye yöneticilerinin “Yemen ziyareti”nin gündemini belirlemeye başlıyor.
Yemen başkenti Sana’a’da “Meydan el-Tagyir” (Değişim Meydanı) adını verdikleri alanda kurduğu ve kaldığı çadır, kendi deyimiyle “Yemen’in Bitmemiş Devrimi”nin merkezi ve simgesi.
Bir an önce oraya dönmeye can atıyor. “Beni bekliyorlar” diye, aklı Yemen’de geride bıraktıklarında.
“Meydan el-Tagyir’de sizin çadırdan başkası var mı?” sorusuna gülümseyerek cevap veriyor: “Ben ordayken, 150 bin kişi sürekli orada kalıyor...”
Bir akşam yemeğinde, bir genç Yemenli kadınla geçirdiğimiz saatlerde, Türkiye’nin tarihine kaçınılmaz geri dönüş yolunu bir kez daha görmüş oluyoruz.
Suriye’ye bir de bu pencereden bakın...
|