ALMANYA ’da yaşayan Ahmet G. (81) adlı Hürriyet gazetesi okurundan uzun bir mektup aldım. “Çocuklar Haklıdır” yazımla ilgili.
Hatırlarsınız: Bir zevzek profesörün, “Atatürk içimizde” sloganına safça inanan bir çocuğun Atatürk boğulmasın diye su içmediği safsatası üzerine yazmıştım... Okurumuzun mektubunun bir bölümünü ilginize sunuyorum:
KORKU ŞIRINGALI KONULAR
[27 Kasım 2011 tarihli Hürriyet gazetesinde: “Çocuklar Haklıdır!” başlığını taşıyan yazınızın son paragrafında: “Çocuk gün gelir, içinde yaşayan Atatürk’ün su içince boğulmayacağını, cumhurbaşkanının sadece şeker dağıtmadığını öğrenir. Ama o yaşta irticanın tezgâhından geçen çocuk, bütün özgürlüğünü yitirir ve bir daha zor kurtulur” diyordunuz. Evet! Ve ben hâlâ bütün çabalarıma rağmen ne güven duygumu kazanabildim, ne de özgür bir ben olabildim. Mahalle mekteplerinde “Kuran’ı öğretiyoruz, din dersi veriyoruz” faaliyetleriyle yapılan eğitimde bir çocuğun beyninde ve ruhunda oluşturulan tahribat o çocuğun hayat mücadelesinde ruh ve beynine vurulmuş prangadan farksız bir işleve dönüşüyor. Daha kötüsü korkulara dayalı şırınga edilen konular. Bunu yaşamamış kimselere hikâye gibi gelir bu. Ama bunu bir ömür boyu yaşamış biri olarak yukarıdaki tespitinizi en iyi değerlendirebileceklerden biriyim ben.
Çok, çok haklısınız... İzninizle kısa bir hayat hikâyemi arz edeyim:
ANADİLİNİ BİLMEYEN HOCA
5-6 yaşlarında dinimizi öğrenmemiz için gönderildiğimiz mahalle mekteplerinde Din Öğretisi olarak öğrendiğimiz yalnız ve sadece Arapça Kuran okumak ve hocamızın anlattıklarını Din olarak bellemekti. 9 yaşlarında Hatim etmiş ve sonra babamın vefatına kadar (1944 Mart) hafızlığa çalışmış biriydim. Babamızın vefatından sonra çalışmak, ekmek parası kazanmak zorunluluğum vardı. İlkokul diplomamın ardından hafız olmayı bıraktım o sene...
Hâlâ minnettar olduğum ve rahmetle andığım bir komşumuzun tavassutu ile matbaacılığa başladım bir matbaada; mürettip, mücellit ve zamanın basma tekniği olan tipo baskı işçisi olacaktım.
İyi bir mürettip, iyi bir baskı işçisi olmaya başlamış olmama rağmen en çok sevdiğim mücellitlikti. Çünkü ciltlenmeye getirilen kitap, mecmua (örneğin Yedigün) ve çizgi romanlar (Tarzan, Tenten gibi) ilgimi çok çekiyordu. El tezgâhında bunların formalarını dikerken kaçamak kaçamak okurdum. Okuduklarım biraz ordan biraz burdan parça bölüktü hep. Ama, kapalı bir toplumun insanı olmama rağmen az da olsa yeni şeyler öğrenmek, yeni bir yaşam biçimini keşfetmek acayip zevk veriyordu bana.
Büyük bir zevk almama rağmen iş saatlerinin haricinde bir korku kaplardı içimi. Acaba çok mu günahkâr oluyordum? Çünkü din kurslarında hocamızın anlattıklarının haricinde herhangi bir şeyi düşünmek, öğrenmeye çalışmak en büyük günahlardandı. Üstelik ben “Gâvur Mektebi” denilen devlet okuluna da gitmiş biriydim. Böyle bir durumda ateş, cehennem, mezar, zebaniler ve akla hayale gelmez bir sürü benzeri zırvalarla çocuk beynimde ve çocuk ruhumda oluşturulan telafisi çok güç tahribatlar su yüzüne çıkardı. Acayip, ürpertilere dayalı bir korku kaplardı benliğimi, titrerdim bazen korkudan. [...] Yıl 1954 oldu (1948’de Adapazarı’ndan nakli mekân ettiğimiz İstanbul’dayız!). Haziran ayı. Adapazarı’ndan din dersi aldığımız hoca misafirimiz. Din üzerine konuşmalar yapıyoruz. Aaaa, bir de baksam bizim din dersi aldığımız hoca, Türkçe bilmiyor. Anadilini bilmeyen bu hoca Arapçayı nerden öğrenmiş? Bize öğrettikleri gerçekten Kuran’da var mı? Bu şüphe, bu tecessüs beni Kuran’ı anlayabileceğim bir dilde okumaya zorladı. Ama ne mümkün, o cesaret bende yok: ya çarpılırsam, ya taş olursam?]
AMAÇ DİN ZAPTİYESİ
Ahmet G., dönemin Milliyet gazetesi yazarı Ulunay’ın verdiği cesaret sonunda Kuran’ın hem Türkçesini, hem Almancasını okuyor. Ama dikkat: Okurumuz, dinin yasak olduğu(!) 1930’larda geçmiş tornadan. Şimdi işler değişti: AKP, yasaksız(!) topraklarda dindar gençlik yetiştirecek. Yeni Ahmet G.’ler için kurtuluş ve özgürlük ihtimali yok artık!
Gelelim günümüzün 4+4+4 kumpasına! Ahmet G., Kuran kursunda kilitlenmiş, sakatlanmış. AKP iktidarı, 2012 yılında, Türkiye’nin gelecek kuşaklarını kilitlemek, sakatlamak istiyor ve bunu bile bile, bilinçle yapıyor. Amacı, inançlı (pratiquant) Müslümanları devletin okulunda militan İslamcı haline getirmek. Sorun imam hatipler değil, öyle olsa, kuruluş amaçlarına uygun, yüksek nitelikli okullar kurulabilir. Amaç, din zaptiyesi yetiştirmek!
Hatırlayın: 10 yıl önce bunları yazdığım zaman, paranoyak olduğum yazılıp söyleniyordu...
|