Kirvem,
Bu köşeden sana yıllardan beri postaladığım mektuplarımı okuyup okumadığını, hani kazara da olsa bir göz gezdirip gezdirmediğini bilmediğim gibi, ayrıca her hafta aklım sıra bir “mesele”nin kulpuna yapışıp, ardından da alfabetik sırasıyla musikimizdeki mesela acemaşiran, acemkürdi, arazbarbûselik, bestenigar, beyâtî, beyâtîaraban, bûselik, dilkeşhâveran, dügâh, eviç, eviç bûselik, evcârâ, ferahfezâ, ferahnâk, gerdaniye, gülizar, hicaz, hicazkâr, hisarbûselik, hüseynî, hüzzam, İsfahan, karcığar, kürdi, kürdilihicazkâr, mâhur, muhayyer, muhayyerkürdî, muhayyersünbüle, müsteâr, nevâ, nevâbûselik, neveser, nihâvend, nikriz, nişâbûrek, pençgâh, pesendîde, rast, rehâvî, sabâ, segâh, sâzkâr, sultâni yegâh, sûzıdilâra, suz-ı dil, sûz-nâk, şedaraban, şehnâz, şehnâz bûselik, şevk-efzâ, tâhir, tâhirbûselik, uşşâk, yegâh ve nihayet zâvil gibi tüm makamlarda, dahası da hemen hepsi de mefâîlün-mefâîlün-feûlün, ya da fâilâtün-fâilâtün- fâilün, veya müstef’ilün- feûlün- müstef’ilün- feûlun, arada bir de mef’ûllü-mefâîlü-mefâîlü –feûlün babındaki aruz vezniyle yazılmış, nitekim kimisi aksak, kimisi yürük semâi, devr-i hindî, curcuna, muhammes, ağır çenber, zincir, hafif, evfer usulünde, keza gerek beste ve gerekse güftelerinin hepsi de bu coğrafyada yaşamış, yine mesela Sadeddin Kaynak, Artaki Candan, Nezahat Soysev, Selahattin İçli, Lâvtacı Hristaki, Tanbûrî Erol Sayan, Kemanî Tatyos, Giriftzen Âsım Bey, Hacı Ârif Bey, Melâhat Pars, Bimen Şen, Hammamîzade İsmail Dede Efendi, Mustafa Itrî Efendi, Kemanî Nubar Tekyay, Avram Naum, Alâeddin Yavaşça, Yesârî Âsım Arsoy, Ûdî Arşak Çömlekçiyan, İsak Varon, Karnik Garmiryan, Tanbûrî İsak, ve yine mesela Avni Anıl, Rüştü Şardağ, Kanûnî Nubar, Lem’i Atlı, Zeki Müren, Leyla Saz gibi daha saymakla tükenmeyecek üstatlar tarafından büyük emeklerle kaleme alınıp, notalara dökülüp, sazlar eşliğinde dillendirilmiş şarkıları, kimimiz fi tarihinden kalan gramofonlardan, eski, cızırtılı taş plaklardan, köhne radyolardan dinleyip, yine mesela Ûdî Bakî Duyarlar’ın “Ben küskünüm feleğe, düştüm bitmez çileye”, keza beste ve güftesi Ûdî Dramalı Hasan Güler’e ait, “Baharın gülleri açdı, yine mahzundur bu gönlüm/etrafa neş’eler saçdı, beyhûde geçdi bu ömrüm”, Hafız Post’un “Gelse o şûh meclise nâz u tegâfül eylese/âşık-ı zârı gülşen-i valsına bülbül eylese/Tir ye le le le le le le le li, canım le lel lel le lel lel li” deyip, oyalandık…
Evet Kirvem, “Ermeni dölü” Baba Hamparsum Limoncuyan’ın, 19. Yüzyıl başlarında III. Sultan Selim’in isteği ve desteği ile gerek Türk gerek Gregoryen kilisesi dini musikisinde kullanılan kendine özgü ve kendi adıyla anılan notasından, ne de fan fin fon diğer notalardan zerre kadar anlamadığım halde, musiki kitaplarını karıştırıp, dolayısıyla edindiğim bu kadar “malümatfuruş”lukla başını neden mi şişirdim?
Şişirdim, çünkü bunca zamandan beri mankafa aklımca kenarından kulpundan dillendirmeye çalıştığım irili ufaklı bilumum “mesele”lerimize, yine öküz kafamca sözde çözüm arayıp, yazıp, çizip, ahkam keserken, beri yandan “Türkiye Türklerindir” diyarında iki adım ileri, bir adım yana, sonra bir adım geri derken, nedense musikimizin önemli “usul”lerinden birini çağrıştıran “ağır aksak” yol aldığımızı, bunu da, daha da doğrusu bu gidişatımızı da sanki kanıtlarcasına geçtiğimiz gün Taksim’de Ermeni’lerin tümünün argo deyimiyle birer “cumartesi çocuğu” ya da adlı adınca istisnasız “piç” olduğunu, bir de “söz uçar yazı kalır” hükmüne binaen pankartlarla dünya alemin gözünün içine sokmakla yetinmeyip, ayrıca yine musikimizdeki bilumum makamların, deyişlerin yanı sıra, özellikle de “curcuna” usulünde dillendiren “musikişinas”ların meydanı dolduran varlığını görünce; ehh, ben özüm de Allah’ın hikmetiyle anadan doğma, babadan üryan bir “cumartesi çocuğu” olarak, “tir ye le le le le le li, canım le lel lel le lel lel li…” nakaratıyla kargalara rahmet okutan sesimle becerebildiğim kadarıyla bu köşede saz çalıp, türkü, gazel, şarkı çığırıp, böylece “derdimi ummana dökmeye” bu minvalde çalıştımsa; Allahvekil maksadım, arzuhalim sadece budur, bu bapta yalanım varsa iki gözüm çıksın, ekmek, İncil çarpsın Kirvem!..
Kirvem,
Başbakan Erdoğan’ın son günlerde geçirdiği ameliyatlarla sağlığının giderek iyileştiğini, doktorların tavsiyelerine uyarak kısa bir müddet için de olsa istirahata çekilmesinin hemen ardından tekrar işinin başına döner dönmez, irili ufaklı bilumum memleket meselelerinin bir an önce hal yoluna girmesi için etrafındaki “kurmay” kadrosuyla, keza hepsi de birbirinden üstün yeteneklerle donatılmış sürüsüne bereket “danışman”larıyla beraber, gerek misakımızın milli sınırları dahilinde gerekse dış cenahlarda canla başla çalışıp çabalayıp, dolayısıyla şimdilik en önemli dertlerimizden biri olan “ülkenin bölünmez bütünlüğü”nün yanı sıra, ayrıca halkımızın refahı, mutluluğu için öncelikle “iş”, sonra “aş”, deyip bu bapta “marş marş” koşuşturduğu hepimizce malum…
Gecesinden gündüzünden çalıp çırptığı bütün bu özverili gayretlerine, bütün bu mesailerine rağmen geçenlerde haddini bilmez, Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz, haşa huzurdan kim bilir hangi “piçler” tarafından, keza nedeni bilinmez kim bilir hangi hin oğlu hince, sinsice hesaplarla durup dururken başbakanımızın sıhhatinin hiç de sanıldığı gibi fevkaladenin fevkinde iyi olmadığı gibi, tam aksine kala kala en fazla iki yıllık bir ömrü kaldığını hayasızca yumurtlayıp, bir bakıma peşin peşin kefen biçmeye kalkışmalarını hazmedemediğim gibi, bu şom ağızlı densizlere, bu kod adı Stratfor mu her ne zıkkımın köküyse, işte bu sümsüklerin, başbakanımızın sağlığıyla ilgili martavallarına hem kızdım hem de lanet yağdırdım ağparik!
Üstelik tövbe tövbe Allah’ın işine, O’nun yüce buyruğuna sanki “müdahil” olup, bunu da hayasızca, vicdansızca ve de utanmadan dillendirirken bilerek veya bilmeden, hatta belki de farkında bile olmadan “günah” işleyen bu “gafil”lerin canlarını, bildiğim tüm dualar eşliğinde cehenneme postaladım!
Bunları, bu Stratfor lakaplı sümüklü zırtabozları kendi “kader”leriyle baş başa bırakırsak, öte yandan gerçek olan şu ki; sadece misakımızın milli sınırları dahilindekiler değil, “Gavuristan” veya bizim gibi diğer “İslamistan” diyarlarında yaşayan “vatandaş”larımızın da “vatan-millet el ele haydi sandıklara” deyip kullandıkları oyların neredeyse yarısıyla, hele hele yüzde onluk “baraj” gibi “fasarya”lara takılmadan iktidar “koltuğu”na oturan, yıllardan beri de bunun mutluluğunu da her fırsatta meydanlarda, sözleri Aşkın Tuna’ya, bestesi Selçuk Tekay’a ait “beraber yürüdük biz bu yollarda/beraber ıslandık yağan yağmurda” şarkısıyla ülkenin bereketli yağmurlarını, “duble yollar”ını halkıyla paylaşan başbakanımıza bu genç yaşında insafsızca kefen biçenlerin Allah belasını versin, amin!
Nitekim yerine göre gecekondularda çay içen, sınırdaki Mehmetçiklerle kucaklaşan, bayramlarda çocuklara harçlık, bebelere oyuncak dağıtan, velhasılıkelam kısaca özetlemek gerekirse, kimisi her bakımdan ve her anlamda elhamdülillah “dini bütün”, kimileri namazında niyazında az-çok “idare eder” kıvamında, kimileri kart-kurt kökenli Kürt, kimisi Alevi, kimisi Yezidi, kimileri çok ama çok affedersiniz Ermeni, Rum, Musevi, Süryani, Keldani, kimileri Çingene, mil pardon Roman, ve nihayet hepsi de “Türkiye Türklerindir” şemsiyesinin “anayasa” mucibince herkese, her keseye milimine varıncaya kadar “eşit” dağıtılan “gölge”sinde yaşayan mesela Laz, örneğin Çerkes, bilfarz Pomak, Tatar falan feşmekan derken kökü, kökeni, cinsi, cibiliyeti itibarıyla bu ülkenin topyekün “has”, yani asla ve kat’a “öteki” veya “beriki” diye damgalanıp mühürlenmeyen bilumum vatandaşlarının tümünün, istisnasız tümünün muhterem başbakanımızın bundan böyle de sıhhatinin her geçen günün ardından giderek “turp” gibi sağlam olmasını dileyip, kendi inançları doğrultusunda dua ettiklerinden, edeceklerinden şüphem yok, hatta ben özüm de kendi payıma gari muşmulaya dönüşmüş suratımda istavroz çıkarıp yemin billah söylemem gerekirse, daha geçen hafta Taksim’de tüm Ermenilerin, dolayısıyla hasbelkader Diyarbakır Gavur Mahallesi’nde doğan bir “Ermeni dölü”, ya da yakın zamanlarda kaybettiğimiz rahmetli Hulki Aktunç’un “Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü”ndeki deyimiyle “cumartesi çocuğu”, yani aççık seççik “piç” olduğuma dair, hemi de bu ülkenin birlik ve beraberliğinin teminatı olmaya namzet, saygıdeğer içişleri bakanımız adı İdris Naim, soyadı Şahin olan efendinin huzurunda verilen “fetva” kadar eminim Kirvem!..
|