Ergenekon soruşturması kapsamında “yazdıkları yazılar ve kitaplar” nedeniyle cezaevinde bulunan (sadece ben değil, tüm dünya basını, en önemli basın kuruluşları, AB söylüyor) gazeteciler herhalde bir türlü sonuçlandırılmayan duruşmalara ve yıllardır içerde tutulduklarına üzüldükleri kadar “onlar gazetecilikten değil, başka nedenlerle tutuklandı”, “gazetecilik nedeniyle tutuklu tek gazeteci yok” açıklamalarına, teröristlikten başlayıp banka soygunculuğuna, tecavüzcülüğe varan genellemelere (tek bir tecavüzcü, üstelik çocuk tecavüzcüsü gazeteci vardı, o da “kendi, itirafına rağmen” serbest bırakıldı) üzülüyorlardır. Öyle ya bu insanların aileleri, çoluk çocukları, toplum içinde önemli isimleri ve yerleri, dostları, çevreleri, çocuklarının hayatı, hepsinin insan hakları var..
Bu ortadayken devamlı olarak yurt içinde ve dışında “birileri” onların “teröristliğinden” başlayıp her yasadışı eylemi yaptıklarını söyleyen konuşmalar yapıyor. Mesela Kılıçdaroğlu’nun “gazetecilikle ilgisi olmayan isimlerin tutukluluğu nedeniyle” yurt dışında konuşma yapmış ve ülkeyi şikayet etmiş olduğunu söyleyiveriyorlar. Peki örneğin; Mustafa Balbay’dan başlayarak, Nedim Şener, Ahmet Şık, Soner Yalçın, Müyesser Yıldız gazetecilik dışında ne yapmışlar? Bu kadar süredir araştırılmasına rağmen hangi kesin suç unsuru bulunabildi haklarında?
‘ACZİYET’ DOĞRUDUR!
Aylar, yıllardır herkes yazıyor, tepki gösteriyor, dünyadan tepkiler yükseliyor, yabancı gazeteci ve parlamenterler gelip duruşmalara katılıyor, dünya çapında imza kampanyaları açıyor ama hiçbir gelişme yok.. Aksine “gazetecilik mesleklerini” bile onlardan esirgeyen konuşmalar arttıkça arttı. Bu durumda bir muhalefet partisi lideri, eğer içerde çare kalmamışsa olup biteni dünyaya duyurmayı deneyebilir. Doğrudur, bu bir “acziyeti” gösterir ama durum, yargının da tarafsız davranmadığı, özel yetkili savcıların-mahkemelerin keyfi kararlar verdiği konusundaki net görüntü “adalet konusunda çabalayan, bu haksızlığa çözüm arayan herkes için” gayet açık bir “acizlik” yaratıyor işte. Var mı başka çaresi?
Milli irade tarafından milletin vekili seçilmiş insanlar bile israrla içerde tutulurken başka nasıl bir çözüm öneriyorlar? Varsa başka çözümü, “Bunu denemeden dünyaya duyuruyorsunuz” desinler de herkes öğrensin.. Kaldı ki aynı “dünyaya şikayet” ihtiyacı artık “kadına karşı şiddetin önlenmesi için gerekli ağır cezaların çıkarılması ve derhal uygulanması” konusunda da kesinlikle ortadadır. Yurt içinde çözümün getirilmesi için denenmeyen bir tek “kadınların Meclis önünde protesto için kendini yakması” kaldı çünkü!
*****
Sorumlu Stratfor olduğuna göre..
Dün Amerika’nın özel istihbarat kuruluşu Stratfor’un verdiği bilgiler nedeniyle Başbakan Erdoğan’la Taraf gazetesi ve Ahmet Altan arasında sürmekte olan tartışmadan söz etmiştim. Bu tartışma devam ediyor, Başbakan’ın “Altan’a yazısı nedeniyle” 30 bin TL’lik dava açtığı dünkü haberler arasındaydı. Oysa aynı konuyu ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin de Türk gazetecilere sorarak araştırdığı, “Başbakan Erdoğan’ın sağlığı” ile ilgili bilgi almaya çalıştığı da biliniyor.
Bu arada Stratfor’un Direktörü Friedman’ın Başbakan’ın danışmanı İbrahim Kalın’la ilgili olarak Stratfor Yönetim Kurulu’na attığı e-mail de dün haber oldu; “Bu adam büyük kaynak, onunla ilişki gizli kalmalı” diyor. Aynı kuruluş adı geçen gazeteden de “konfedere ortakları” olarak bahsediyor. Bu durumda, dün de yazdığım gibi “istihbaratı sağlayanlar” bizzat kuruluş tarafından açıklanıyorken, aynı açıklamaları haber olarak verenlere (ki o gazete, bu gazete, o yazar, bu yazar fark etmez, böyle bir bilgiyi gazetecilerin kullanması çok doğaldır) kızmak yanlış adrese tepki göstermek demektir.
Gerçekten de burada yapılacak şey, “sağlık bilgileri” tartışma yarattığına ve bu konu toplum tarafından da tartışıldığına göre Başbakan’ın tedavisini yapan doktorun kendisi ve ekibi tarafından topluca açıklama yapılmasıdır. Aksi takdirde bu gazete ve gazetecilere açılacak davalar “anti demokratik siyasi baskı”lar konusunda yeni uluslar arası polemikler yaratacaktır. Zira dünyanın her demokratik ülkesinde başbakanların sağlığının medya tarafından araştırılacağını o ülkelerde bilmeyen yoktur. Kestirme çözüm varken bu çekişmeler gereksiz gündem ve kavga ortamı oluşturuyor hepsi bu!
*****
Ahlak bozulduğunda..
Amerika’da FBI’ı dünyanın en iyi kolluk gücü haline getiren Müdürü J.Edgar Hoover’ın hayatını anlatan “Edgar” filmi bence bu yıl en azından başrol oyuncusu Leonardo Di Caprio’ya bir Oscar kazandıracaktır. Caprio daha henüz genç bir yaşta olmasına rağmen Hoover’ın hem genç, hem de yaşlı halini bu kadar başarıyla canlandırması gerçekten bir olay.. Film biraz ağır yürüyor ve özellikle ilk bölümü “FBI’ı ve gelişmeleri anlatan” bir belgesel havasında ama yine de izlenmesi gerektiğini düşündüğüm filmden aklımda kalan iki cümleyi söylemeden geçemeyeceğim.
“Ahlak bozulduğunda ve iyiler bir şey yapmadığında kötülük serpilir”..
“Hukuksuzluk şeytani boyutlara varana kadar göz yumduk, suç hepimizin!”
Hukuksuzluklara ve yasa dışı eylemlere göz yumulunca sonunda kimsenin durduramayacağı noktalara gelindiğini çok güzel anlatıyor film.. Hele “bebek katili”ne çıkan idam kararını duyunca nasıl mutlu oluyor insan bilemezsiniz. Bu gibi suçlar için idam cezasının “ABD’deki bazı eyaletlerde olduğu gibi” bizde de geri getirilmesinin, en azından “çocuk ve kadın cinayeti, tecavüzü” gibi ağır suçlar işleyenlere tereddütsüz “müebbet hapis” cezası verilmesinin çok iyi olacağına inanıyorum!
|