SOLCULUĞU ve Atatürkçülüğü nereye koyacağını, nasıl bağdaştıracağını bilememek, geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi’ni birkaç defa böldü.
Birinci bölünme, 1967’de oldu. Parti, Bülent Ecevit ve İsmet Paşa’yla ‘Ortanın solu’na yelken açınca, Turan Feyzioğlu ve arkadaşları aldıkları bir olağanüstü kurultay yenilgisi sonrası ‘Güven Partisi’ni kurarak partiden ayrıldılar.
Bir sonraki büyük bölünme, Bülent Ecevit’in İsmet Paşa’yı devirip genel başkan olmasından sonra yaşandı, bu kez Kemal Satır ve arkadaşları partiden ayrılıp ‘Cumhuriyetçi Parti’yi kurdular. Sonra GP ve CP birleşti, ‘Cumhuriyetçi Güven Partisi’ oldu.
12 Eylül sonrası bir dizi bölünme daha yaşandı. En başta Bülent Ecevit’in kendisi Demokratik Sol Parti’yi kurarak CHP geleneğinden ve daha önemlisi CHP kadrolarından kurtulmak istedi.
* * *
Bu arada hem gelenek hem de kadrolar, dışarıdan ve daha soldan da hatırı sayılır katkıyla SHP’yi kurmuştu. Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti, pek çok bakımdan solu temsil etmede daha tutarlıydı.
Ama zamanla CHP ruhu yeniden galebe çaldı, iktidar ortağı SHP, parlamentoda bile olmayan CHP’ye katıldı, parti Deniz Baykal’ın liderliğinde devam etti.
Bugün gelinen noktada CHP’de tarih bir kez daha tekrar ediyor. Sanki yıl yeniden 1967. Bir yanda Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde ‘ortanın solu’ var, öteki yanda Önder Sav ve Deniz Baykal liderliğinde ‘Yolumuz Atatürk yoludur’ diyen Güven Partililer ve ‘Esas Cumhuriyetçi biziz’ diyen Cumhuriyetçi Partililer.
Taa 1967’de ve 1972’de çözülememiş olan sorun hâlâ daha gündemin birinci maddesi ve ‘ideolojik’ olduğu söylenen bölünmenin merkezi: ‘Solcu, halkçı ve özgürlükçü olmak istiyoruz ama Atatürk ve Altı Ok’u ne yapacağımızı bilemiyoruz.’
Bu noktada, elimde değil, Karl Marks’ın meşhur sözünü hatırlatmadan geçemeyeceğim: ‘Tarih tekerrür eder. Birincisinde kaba bir komedi olarak, ikincisinde trajedi olarak.’
CHP’nin (ve kaçınılmaz olarak Türkiye’nin de) bugün yaşadığı aslında ağır bir entellektüel trajedi.
Parti önce 60’lı yıllarını, sonra da 70’li yıllarını bulacak ki, yeniden iktidar olabilsin. Oysa yıl 2012.
* * *
1972’de Bülent Ecevit, İsmet Paşa’nın karşısına dikilip liderlik ararken arkasında (beğenin beğenmeyin) ciddi bir kadro ve o kadro tarafından geliştirilmiş bir program vardı.
Bugünün CHP’sinin ‘yenilikçi’ kadroları ise maalesef kervanı yolda düzüyorlar. Daha çok partiye yönelik eleştirilerden hareketle yamalı bohça gibi bir ‘yenilenme’ programları var, bir bütünsel bakıştan, Türkiye’nin, demokrasimizin ve CHP’nin geleceğine ilişkin kapsayıcı bir vizyondan söz etmek olanaksız.
Ben yine de bardağın dolu tarafından bakayım: Umalım ki CHP kendi 70’li yıllarını çabucak bulabilsin, sonra sıra 2010’lu, 20’li yıllara da gelir elbet.
Atatürk’ü yerli yerine koymadan olmaz
CHP’nin altı oku ve Atatürk’ü reddetmesi, bu anlamda bir ‘reddi miras’ yapması gerekmiyor.
Altı ok, zaten çoktan geçerliğini yitirmiş bir sembol. Bu sembolü koruyup korumamak daha ziyade estetik ve siyasal iletişim açısından bir tercihin konusu.
Ama Atatürk meselesi ciddi. Zaten, ‘CHP’nin önündeki en büyük engel kendi geçmişidir’ denirken söylenmek istenen de bu.
Atatürk’ün bir biçimde CHP tarafından ve CHP içinde ‘dünyevileşmesi’ yani ‘sekülerleşmesi’ gerek.
Atatürk’e bugünün de her derdine deva bir üstün lider, Atatürkçülüğe de her sorunda başvurulacak bir kaynak diye baktığınızda, varacağınız yer 30’lu yılların uygulamaları ve söylemleri olur kaçınılmaz olarak.
Bülent Ecevit, Atatürk’ü yerli yerine koymak ve onu dünyevileştirmek konusunda 70’li yıllarda ciddi çaba gösterdi, kitaplar broşürler yazdı, konuşmalar yaptı, eylemlerde bulundu.
Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının çok aramasına gerek yok, Ecevit’in Atatürk’le ilgili formülasyonlarına bakmaları yeterli.
Bu partinin Türkiye’nin geçmişi, geçmişin bugünden bakıldığında savunulamaz gözüken olayları konusunda ne dediği, CHP’nin geleceğini de belirleyecek. Dersim sadece bir örnekti.
Eğer bir ‘yeni CHP’ olacaksa, işe geçmişten ve Atatürk’ü nereye nasıl yerleştireceğinizden başlamanız lazım.
Boşuna uğraşmayın, Atatürk ile çağdaş özgürlükçü ve ademi merkeziyetçilikten korkmayan solu bağdaştıramazsınız.
İngiliz İşçi Partisi nasıl yenilendi
CHP’nin Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin taa 1959’da kendini yenilediği Bad Godesberg Programına bakması gerekmiyor, çok daha yakın bir örnek var. İngiliz İşçi Partisi’nin ‘Yeni İşçi Partisi’ olduğu 90’lı yıllara da bakılabilir.
Tony Blair liderliğindeki ‘New Labour’ hareketi 1994’te başladı, 96’da aynı başlıkla kapsamlı programlarını yayınladılar ve Blair parti liderliğine geldi. Sonra da 1997’de iktidar oldu.
Gerek Bad Godesberg Programı ve gerekse New Labour temelde bu iki sosyal demokrat partinin Marksizm’le olan bağlarını kopartması anlamına geliyordu.
Tony Blair tek başına değildi. Etrafında Nobel ödüllü iktisatçılardan felsefecilere kadar geniş bir entellektüel kadro vardı ve bu esasen bir eleştiri hareketi değil yeni fikirler hareketiydi.
1997 yılına kadar muhalefete mahkummuş, hatta muhalefette olmaktan zevk alıyormuş gibi duran İngiliz İşçi Partisi bu program ve liderlik sayesinde yenilendi, çok uzun sürecek bir iktidar dönemine girdi.
CHP’de de temel ihtiyaç bu: Bir fikir ve kadro hareketi.
Önce partiyi değiştirecek, dönüştürecek bir programınız olacak, o program geçmişle ve sizi artık başarısız kılmakta olan ideolojiyle bağı tamamen koparacak, yerine yepyeni bir şey koyacak. Ondan sonra partinizi ikna edip dönüştüreceksiniz.
Şimdi olduğu gibi, ‘Ben iyi kalpli ve iyi niyetli birisiyim, siz bana güvenin ben doğrusunu arayıp bulacağım ve yapacağım’ demekle ‘yeni’ olunmaz.
|