“BİZ-onlar”, CHP’deki kamplaşmayı tanımlamak için bu iki sözcük yetiyor.
Genel Merkez ve muhaliflerle konuşurken, birisi kendini “biz” diye tanımlarken, diğerine “onlar” diyor. Bu iki taraf için de geçerli. Sanki düşman kardeşler.İki taraf, birbirine halkı zerre kadar ilgilendirmeyen ayrıntılarla yükleniyor. “O öyle yaptı, böyle yapsaydı, biz şöyle yapardık” gibi laf salatalarından geçilmiyor. Bu arada Türkiye almış başını bir yerlere sürükleniyor, Suriye malum, ABD-İran gerginliği kapıya dayanmış, yok, “Genel Başkan yanlış yaptı”, hayır, “muhaliflerin amacı zaten başka” gibi, kendi varlığına kasteden, yıllardır partinin yakasından düşmek bilmeyenlerin tuzaklarından kurtulamayan bir karmaşa.
Arka arkaya iki gün kurultayın anlamı ne? Bilek bükme yarışı. Ya muhaliflerin imza toplayıp tüzük martavalı arkasına saklanarak, “ben sana gösteririm” nefreti hangi particiliğe sığıyor? Hangi parti ahlakına, disiplinine, o hiç dillerden düşmeyen parti ve ülke sevdasına denk düşüyor?
Hangi tarafla konuşursanız, hepsi aynı noktada birleşiyor, “yazık vallahi”. TV’lere çıkıp kendi partisini dilim dilim doğramak yazık değil çünkü.
TÜRKİYE MODELİ
Bu dramatik tabloda Deniz Baykal nerede?
Dün çevresiyle uzun uzun konuşuyorum. CHP denildiğinde, Baykal 12 Eylül’e kadar gidiyor. CHP’nin askeri darbe sonucu kapatılması, o kapatmaya karşı direnen ilk ekipte yer almasına kadar uzanıyor. Hayatı partiyle özdeşleşmiş, iniş ve çıkışları yaşamış biri olarak, bugünü üzüntüyle izliyor. CHP’de yaşananlara duygusal bakıyor.
Çarpıcı tespitleri var Baykal’ın:
“Şu anda dünyada Türkiye Modeli denilen model, aslında CHP’nin Türkiye’ye sağladığı modeldir. Müslüman bir ülkede çağdaş hukuk, çağdaş eğitimle, Cumhuriyet devrimleriyle çağdaş bir toplum yaratan parti CHP’dir. Cumhuriyet’in bu kazanımlarıyla buraya gelinmiştir, dünyaya örnek gösterilen model budur. CHP’ye düşen bu kimliği korumak ve geliştirmektir.”
Ama, CHP yine iç kavgalarla meşgul. Fotoğrafa daha geniş açıdan bakıyor. Tüzüğün şu maddesi, birinin ve ötekinin bu lafı değil, Baykal’ı etkileyen kurultayı kurultaya tokuşturma krizi. Bu krizi CHP kendi yaratıyor. CHP’nin bu hali Baykal’ı derinden etkiliyor.
PARTİYLE SAVAŞMAK
Baykal’ın çevresinden duyduğum önemli sözü, “partimle savaşmam”.
Bir yandan geniş analizler yapacak, “partimle savaşmam” diyecek, olanları üzüntüyle izleyecek, bir yandan da Genel Merkez çağrısıyla toplanacak ilk günkü kurultaya katılmayacak, bence olmaz.
İlk gün kurultayı ıskalamak, aslında “partiyle savaşmak” anlamına gelir. Çünkü, ilk günkü kurultaya partileriyle savaşanlar katılmıyor.
Ben bu sütunda Baykal’ı onlarca kez eleştirdim, hatta Baykal’la mahkemelik bile olduk. O derece. Bu ayrı. Eski dostluk, sonra barıştık, o ayrı.
SCHMİDT-BAYKAL
Şimdi CHP’yi kanında, canında hissettiğini söyleyen Baykal’ın bu ruh halini topluma kanıtlaması gerek. Bunun yolu onun ilk günkü kurultaya katılmasından geçiyor. Partiyi on sekiz yıl yönetmiş Genel Başkanı olarak bu tartışmaların üstünde kalması gerek.
Bunun farklı örneğini geçen Aralık’ta Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) kurultayında gördüm. Orada SPD’nin onursal başkanı Helmut Schmidt yaptığı derin analizle parti içi tartışmaları değersiz kılıyor, onların üstüne çıkıyor, kendi kimliğini vuruyor.
Sıra Baykal’da.
Doğan Yurdakul’la kısa sohbet
“BEN 12 Mart darbesinde Ankara’da Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldım, orada kırk-elli kişilik koğuşlarda kalıyorduk, hatta ara sıra saz çalanlar bile vardı. Ama, şimdi Silivri Cezaevi tam tecrit evi. Tecrit zulme dönüşmüş durumda. Bunu tek başına hapisane yönetimi mi yapıyor, yoksa başka makamların etkisi mi var, onu bilmiyorum.”
Oda TV davası sanıklarından Doğan Yurdakul sağlık sorunları nedeniyle bir yıla yaklaşan tutukluluk ardından önceki gece tahliye ediliyor. Dün bir ara kendisiyle telefonda konuşmak fırsatı buluyorum.
“Nasılsın” diye sorduğumda, önce yukarıda belirttiği hapisane koşullarını anlatıyor:
“Ben Nedim Şener ve Ahmet Şık ile kalıyordum, bir yıldır dördüncü bir kişiyi görmedik. Tam tecrit.”
Doğan Yurdakul muhtemelen bugün hastaneye yatacak. TV’de görüyorum, dışarıdan bakıldığında iyi gibi görünüyor ama kendi deyimiyle, “tahliller iyi çıkmadı”. İki ameliyat geçirecek, yürümekte zorluk çekiyor, damar sertliği ve bunun çok yönlü etkileri var.
“Teknolojiye yeniden adapte olmam gerek” derken, hapisane günlerinde bol bol kitap okuduğunu söylüyor. “Dışarı çıkmak için toplanırken baktım, yüz kitap okumuşum, yani üç günde bir kitap bitirmişim, vakit vardı.”
Önce sağlık, bugünden itibaren kendini doktorlara bırakacak. Onun ötesinde anlatacağı elbette çok şey var, oysa sağlık nedeniyle telefonda uzun tutmak yanlış. Sohbetin kısa sürmesi gerek.
İyi günlerde buluşmak umuduyla, geçmiş olsun Doğan Yurdakul.
|