KCK adı altında yapılan operasyonların hız kesmeden devam etmesi, Devletin Kürt meselesine yaklaşımının nasıl otoriterleştiğini gösteriyor. Dizginsizce uygulanan tutuklama furyası, İç işleri Bakanının iki dudağı arasından hortlayarak evlere, meslek kuruluşlarına, yazarlara, sinemacılara, sendikacılara, gazetecilere, örgencilere ve sosyal medyaya hücum ediyor.
İnsanlar, en temel hak ve özgürlüklerini kullanmaktan suçlanıyor ve cezaevlerinin hücrelerine dolduruluyor. Uygulanan baskı ve zor’u ne kadar anlatırsanız anlatın yetmiyor. Eğer tüm yaşananları ve yazılanları alt alta koyarsanız baskının cilt cilt ansiklopedisini oluşturursunuz.
Ne söylerseniz söyleyin devleti yönetenler bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Demokrasiymiş, hukukmuş, adaletmiş bunların hepsi onların devlet ezberinde tuz, buz oluyor. Tüm hak ve özgürlükler devlet tarafından ipotek edilmiş durumda. Özgürlükleri bir borç ve alacaklı, verecekli gibi işletenler sorgusuz sualsiz hayatlarımıza girip, kelepçeleyip yaşamları dört duvar arasına koyuyorlar.
Korkmamızı ve susmamızı, yaptıkları her şeyi sorgusuz, sualsiz onaylamamızı istiyorlar. Çünkü onlar itirazsız bir ideolojinin ürettiği şablonlar. İtiraz etmeyen, itaat eden bir nesil talebi bu ideolojinin ana mantığını oluşturuyor.
İtiraz edenlere dair duyulan öfkenin bir sebebi bu olsa gerek. Hoşlaşmıyorlar düşünen, sorgulayan ve muhalefet eden anlayıştan. İç düşman kavramını da böyle ürettiler. Koruyup kolladıkları bu kavramın çeperi her geçen gün genişliyor. İç düşman anlayışını ne kadar çok büyütürlerse, baskıyı o kadar çok meşrulaştırmış oluyorlar.
İktidar siyasetçilerinin kurdukları cümlelerin basitliğine ve yüzeyselliğine bakarsanız, nasıl bir sığlığın hâkim olduğunu görürsünüz. Bir dilde derinlik yoksa orada sıradanlık var demektir. İktidarın ne kadar sıradanlaştığını bakanlarının, bürokratlarının açıklamalarında görmeniz mümkün.
En sıradanlaşmış örnek İç işleri Bakanıdır. Cümlelerinin hava boşluğundan sürekli bir turbülans oluşmaktadır. Sözlerinin başı ve sonu belli olmayan bir ayarsızlıkla ortalığa atmakta sonra büyük düşünür edasıyla yürüyüp gitmektedir.
“şiirle, makaleyle, resimle terörü haklı gösteriyorlar” deyişindeki ucubelik, ne şiirden, ne resimden, ne de makaleden çakmadığını ele veriyor. Derdi de değil zaten.
Gözaltına alınan sinemacı Mizgin Müjde Aslan ve görüntü yönetmeni Özay Şahin’in serbest bırakılmasını isteyen 200 sinemacının, KCK adlı altında yapılan operasyonların kaygı verici bir noktaya geldiğine dair açıklamaları, muhtemelen Bakan Beye KCK’nın seslendirmesi yapıldığı izlenimi vermektedir. Sinemacıların kandırıldığını söylemesi an meselesidir.
Tıpkı Egemen Bağış’ın “Bunlar Bahardan değil, barıştan korkuyorlar” açıklamasının hemen devamında “Türkiye, demokratik, sosyal laik bir hukuk devletidir” diyerek tamamlaması gibi. Dışarıda gazeteci, sendikacı, yazar bırakılmamış ama o rahat. Hukuk devletinden bahsediyor. Her gün yüzlerce insan operasyonlarla gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ama o rahat. Geniş geniş Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu tekerlemesini yineliyor.
Madem demokrasi var, Türkiye’de neden her gün demokrasiden bahsediyoruz? Neden her kameranın karşısına çıkan demokrasi, hukuk diyerek başlıyor söze? Var olan bir şeyin üzerinde bu kadar konuşmak tuhaf değil mi?
BDP ‘ye yönelik korkunç bir siyasi operasyon yine hukuk adına yapılıyor. Milletvekilleri içeride, belediye başkanları, parti yöneticileri, il, ilçe başkanları ve dahi destek veren herkes cezaevinde. Gazeteciler, yazarlar, sendikacılar, sanatçılar, öğrenciler içeride. Gıkını çıkaranın ertesi gün kapısına polis dayandığı bir dönem yaşanıyor.
Tüm muhalif kesimlere karşı bir savaş konseptiyle saldırıyor devlet. Barış kanallarını kapatarak, savaşın bahanesini üreterek otoriterliğini kurumlaştırıyor. Barış’a değil, savaşa ihtiyaç duyuyor ve kışkırtıyor. Herkesin kendi politik çıkarları etrafında taraf olmasını, olmayanın bertaraf edileceğini ilan ediyor, ilan ettiğini hayata geçiriyor.
Kapıda korkunç bir savaş var.
Bir an önce barış kanallarının açılması gerektiği, yoksa çok geç kalınmış olunacağına dair tüm aklıselim açıklamalar yok sayılıyor, hatta “teröre destek” söylemleri ile barış dili kuşatılıyor. Sürekli suçlanacak birilerini buluyor iktidar. Böylece herkes bir gün kendisinin de suçlanıp cezaevine gönderileceği kaygısı ile yaşıyor. Bu korku ortamı kendi etrafındakileri de kuşatarak büyüyor.
Bir iç savaş hepimizi felakete sürükleyebilir. Her şeyi kontrol altında tutabileceğini sanmak büyük bir siyasi ahmaklıktır ve iktidar bu ahmaklığın tam ortasında duruyor. Adalete dair inancın tükendiği yerde herkes kendi adaletini aramaya başlar. Bugün birçok ilde adli davalarda bile adliyeleri basan kalabalıkların haberini sıkça duymamız, bir sosyal iç patlama öfkesinin biriktiğine dair işaretler veriyor.
AKP’nin toplum mühendisliği ve elinde cetvel herkesi tek bir hizaya toplamaya çalışması, kendinden öncekileri tekrar etmekten başka bir işe yaramıyor.
Devletin değirmeni sonunda onları da öğütüp bir kenara atacak.
|