Karmaşa öyle büyük, öyle yıpratıcı ki hele de gazeteci olarak “mutlaka izlemek ve çok daha detaylı incelemek” zorundaysanız gün gelip “ee, yetti artık” dememek mümkün değil.. Bırakın her gün “mahkeme, savcı, darbe, soruşturma, MİT, polis” haber ve tartışmalarıyla yatıp kalkmayı, basının düştüğü ve düşürüldüğü durum, yorumlarını- araştırmalarını çekinmeden ve açıkça yapan gazetecilerin işlerini kaybettiğini veya “kaybetmemek için siyasi otoriteden özürler dilemek, bin dereden su getirmek zorunda kaldığını” görmek bile böyle bir ortamda bu meslekten soğumaya yeterli oluyor.
Bu meslektaşlardan biri örneğin ekranda özrünü dilemeye çalışırken olmayacak çelişkilere düştü ister istemez.. “Bu sistem herkesi mağdur edebilir. Mağduriyetlerden kimlik yaratmak istemiyorum” dedikten sonra hiç umulmadık şekilde“12 Eylül mağdurları”nı örnek gösterdi, “binlerce mağdur var, onları kahraman mı sayacağız” dedi.. Oysa darbe dönemleri “normal” bir ortam kabul edilemeyeceği gibi bir darbenin yarattığı mağdurlarla “demokratik olması gereken, sivil iktidarla yönetilen” ülke şartlarında mağdur edilen gazeteci ve diğer vatandaşlar aynı kefeye konamazlar. Konarlarsa o zaman “mağdur iktidar ve vatandaş yaratan darbeleri” eleştiremezsiniz.
DEMOKRASİDE KABUL EDİLEMEZ
Her neyse arkadaşlar, sizden biraz uzak kaldım ve olayları “beni fazla yormayacak şekilde” uzaktan izledim. İyi geliyor bunu yapmak, böyle olunca sanıyorum “geniş açı”dan ve “her açı” dan bakmak da daha kolaylaşıyor. Mesela kavga gürültü, birbirinin saçını başını yolarak yapılan “yorumlar kaosu” na bakıp “acaba her şey göründüğü gibi mi, yoksa gelişmeler bir danışıklı dövüşün sonucu da tüm bu tartışmalar o kurguyu yapanları güldürüyor olabilir mi” diye de düşünüyorsunuz.
Örnekleyelim; bir gazete alelacele hazırlanıp tamamlanan ve tam anlamıyla “siyasi iktidarın yargıya müdahalesi” sayılacak, hiçbir demokratik ülkede, bir hukuk devletinde kabul edilmeyecek yasanın; “MİT görevlilerinin soruşturulması için Başbakan izninin aranması”nı sağlayacak yasanın Meclis’ten geçmesini “Demokrasinin zafer gecesi” olarak manşetten vermiş.. (Kadınlar kıtır kıtır kesiliyor, her gün tüyler ürperten vahşet haberleri manşetlerde ama nedense suçlulara en ağır cezaları getirecek “şiddet yasası” acilen çıkarılmıyor, hatta hiç ses seda yok. Kadınlara vahşet, çocuk ve kadın tecavüzleri, cinayetleri bunların hepsinden daha önemsiz herhalde!)
‘ATANMIŞLAR’I KİM SEÇTİ?
Gazete diyor ki; “Seçilmişler”i vesayet altına almak isteyen “Atanmışlar”ın oyunu bozuldu..Atanmışların siyasete müdahale hamlesi boşa çıkmış oldu..Kim bu “atanmışlar”; MİT’çileri yargılamak isteyen, onlar hakkında soruşturma açan savcılar.. Ve MİT mensuplarına “soruşturma açılacak görev”i veren de Hükümet yani “seçilmişler” .. Bu nedenle MİT’e soruşturma direkt olarak “Hükümet’in kararını soruşturma” olarak alınıyor ve yapılamaması için “özel kanun” çıkarılıyor.
Uzaktan bakınca önce “Amma da çok ‘vesayet’ meraklısı varmış bu ülkede..Ordusundan yargısına, cezaevine atılmış gazetecisine kadar herkes ‘siyasete müdahale’ etmek, seçilmişleri vesayet altına almak istemiş. İyi de sonsuza kadar mı sürecek bu olaylar, hiç bitmeyecek ve toplum hep mahkeme, duruşma, darbe, vesayet çekişmesi mi izleyecek” sorusu geliyor akla..Sonra “bu atanmışları, savcıları kimlerin seçtiği” sorusu.. Onları “üyeleri iktidar tarafından, Adalet Bakanlığı tarafından belirlenen, hatta Bakanlık içinden seçilen HSYK üyeleri” atamadı mı? Gökten zembille mi indiler?
Şimdi birden ne oldu ki “Hükümet’in direktifleri doğrultusunda hareket etmiş” olan MİT Müsteşarı ve diğer mensuplarının yaptıkları aniden soruşturma konusu oluverdi? Ne oldu da bir anda o aslında “seçilmişler tarafından seçilmiş” yargı üyeleri seçilmişlerle karşı karşıya geldi?
PKK İLE ‘AÇIK’ GÖRÜŞMELER
Terör örgütü ile ve lideri Öcalan’la “devlet kurumları” adı altında MİT’in görüşmeler yaptığı uzun süredir biliniyor. Bunlar Öcalan ve Karayılan tarafından da defalarca açıklandı. Referandum öncesinden başlayıp seçim sonrasına kadar devam eden “PKK’nın uzun eylemsizlik kararı” sırasında “Hangi sözler verildi ki PKK eylemleri durdurma kararı aldı” sorusu Hükümet’e birçok kez soruldu, ben de yazılarımda sormuştum hatırlayacaksınız. Oslo’daki PKK-MİT görüşmelerinde verilen “tutulamayacak sözler”i aylar önce Hükümet’e o soruları sorarken yazmıştık, zira bunlar yerine getirilmeden “terör eylemlerinin bitmeyeceği” de PKK ile BDP tarafından açıklanmaktaydı.
Şimdi, bunlar ortadayken ve Başbakan yardımcıları ve Adalet Bakanı hala “Terör örgütü ve lideri ile görüşmeler devam edecektir, bu MİT’in asli görevleri arasındadır” benzeri açıklamalar yaparken öte yanda “MİT görev sınırları dışına çıktı, örgüte sızdı, KCK’ya girdi” suçlamasıyla MİT’çiler ifadeye çağrılıyor.
YASA İÇİN GEREKEN NEDEN!
O MİT mensupları KCK’ya “kendi kafalarına göre takılarak” girmediklerine, MİT de “Hükümet’ten bağımsız hareket etmediğine” göre ortada gerçekten (Arınç’ın deyişiyle) bir “puzzle” var.. Soru ise “Bu puzzle’da yargı nerede durmakta ve bu anlamsızlık neden ortaya çıkmakta?”
PKK’nın ancak seçim sonrasına kadar oyalanabileceği, özellikle de “isteklerinin artık yeni anayasada yer almasını isteyeceği” belliydi. Hatta Öcalan seçim öncesinde “Sizin hükümet kurmanızı filan bekleyemeyiz, seçimden hemen sonra taleplerimiz yerine getirilsin, yoksa..” benzeri bir açıklama da yapmıştı..MİT’in başı “terör örgütüyle anlaşma-uzlaşma” nedeniyle derde girince artık uzun süre PKK ile görüşmeler “bu nedenle” yapılamayacak, “bekleme” süresi ancak böylece uzatılabilecekti (bu şartlar altında yeni anayasa da daha çok bekler). Bir başka kazanç ise aynen “hakim ve savcılara görev yanlışları nedeniyle dava açılamaması”nın sağlanmasındaki gibi “MİT ve Başbakan tarafından görevlendirilen kamu görevlileri hakkında soruşturma izninin Başbakan’ın isteğine bağlı hale getirilmesi” olacaktı. Şimdi dikkat edelim; bu da ancak “Hükümet kararlarına göre hareket eden bir devlet kurumunun mensuplarına soruşturma açılması, böylece yürütme kararlarının sorgulanması” gibi ciddi bir nedenin ortaya çıkmasıyla gündeme gelebilirdi.
FİDAN KANUNU, ORMAN KANUNU
İşte bence yapılan budur. “MİT Müsteşarı Fidan’ı kurtarma” görüntüsü olduğu için bu kanuna “Fidan Kanunu” deniyor ama hukuk devletinde hukuka kesin aykırı şekilde bu kanunlar arka arkaya çıktıkça ve Cumhurbaşkanı da hiç düşünmeden imzayı bastıkça Fidan kanunları kısa sürede “orman kanunu”na döner.. Özellikle de “sivil iradeyi vesayet altına almak istiyorlar” teranesinin her gün, her fırsatta, herkes için tekrarlandığı bir yerde “yargıyı siyasi vesayet altına almak”, “gerektiği durumlarda soruşturma açılmasını engellemek” nasıl bir çelişkidir, “ben yaptım oldu” dur, onu da herkes düşünsün!
Devlete veya vatandaşlara zarar verecek eylemlerin içinde olan kamu görevlileri olmuşsa veya gelecekte olacaksa yargının soruşturmasını engellemek ile “insanlara cezaevinde yıllarca duruşma bekletilmesi”ne gösterilen tepkilere karşılık “yargıya saygı”dan söz etmek arasındaki çelişki de cabası!
(Not: MİT olayındaki yargı müdahalesi bana inandırıcı gelmiyor, yasanın gündeme gelmesi için geçerli bir neden yaratmak gibi geliyor onu tekrarlayayım, gelecekteki soruşturmaları kastediyorum.)
|