Onu bunu bilmem; Allah kimseyi oynak kıble sahibi yapmasın. Sonuç komik değil, traji-komik oluyor. Saray içi entrikalarda taraflardan birinden yana taraf olup bir tarafı kıble sayanlar, o taraf oynadıkça oynayıp duruyorlar.
Kıblen kendi aklın, kendi ilkelerin olmayınca fena halde zavallı duruma düşüyorsun. Bir savcı Sarıkaya giderken vesayete karşı kükrüyor, diğer savcı Sarıkaya giderken sus pus oluyor, minareye kılıflar dikmeye girişiyorsun.
Malum “MİT krizi”ni hafta sonunda eskrim maçları izlerken salonda görevli polislerin ellerindeki iktidar yanlısı gazetelere göz atarak takip edebildim.
Belli ki, Kürt politikası ve KCK operasyonları iktidar içi bir çatışmanın dışa vurmasına yol açtı. O dışa vurumda, ilkelerden, hukuktan, vesayetten söz edenlerin takkesi de düştü, keller görüldü.
AKP yöneticilerinin MİTçilerin yakalanıp sorguya getirilmesini isteyen savcının kenara itilmesine “hukuk”, “her şey hukuk içinde” yapılıyor açıklamalarına ister gülün ister ağlayın. Ancak, beğenmediği ve kendisini rahatsız eden tasarrufları olan savcıları, yargıçları birer birer görevden alan, yetmedi haklarında hapis cezaları isteyerek davalar açan bir iktidarı savunmak zorunda kalanlara, ne gülmek mümkün, ne de ağlamak.
Acımak… Evet, belki bu işte!
Belki, sarayın içinde bir yanda Erdoğan’ı 2014’de Çankaya’ya çıkarmak, ve oraya çıkarırken de tek adam yetkileriyle donatmak isteyenlerin hamleleri var, bir yandan da oluşacak yeni yapıda daha fazla kontrol sahibi olmak isteyenler.
Başbakan, tam da şu MİT krizi sırasında hastanede olmasaydı başı biraz daha ağrıyabilirdi. Lakin, kabul etmek gerek, o cepheden yapılan hamleler, dosyanın savcıdan alınması, savcının tasfiyesi bir anlamda, yabana atılacak hamleler değildi.
Belki de, o hamleleri takdirin bir sonucu olarak, “Her gün Rabbime iltica edip O'nun yüce dergahına yöneldiğimde her daim dua ettiğim Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ikinci kez ameliyat olduğunu öğrendim” diyen Hocaefendi, bu vesileyle ilk ameliyatı duyduğunda yakın dostlarıyla paylaştığı düşüncesini bizlere de aktardı: “Hizmetlerinden dolayı nazar mı değiyor yoksa başka bir olumsuzluk mu söz konusu”.
Nazarı ya da o ne olduğunu bilmediğimiz “başka olumsuzluk”ları bir tarafa bırakalım. Anlaşılan, bu “MİT krizi”nde işler daha da karışacak. Ortaya yeni bilgiler, belgeler saçılacak. Karanlık, kirli ilişkiler, dün devlet kurumları eliyle yapılanlar, bugün sürüp giden bir iktidar çatışmasına malzeme olacak. Yine, taraflardan biri yanında taraf olunacak.
Son hamle yapılmadı daha. Başı dönebilir kıblesi oynak olanların!
Şükür ki biz, güç odaklarından birini kıble kabul edenlerden olmadık. Öyle olsaydık; dün “özel yetkili savcıları” devleti temizleyen, Genelkurmay Başkanı’nı bile sorgulayan yiğitler olarak görürken, bugün “özel yetkileri sorgulamanın zamanı geldi” diyenlerden olacaktık. Öyle olsaydık, dün yaşananları iktidar içi çatışma olarak niteleyenleri hemen Ergenekoncu ilan ederken, bugün “devletin bir kanadı bir başka kanadına savaş açtı” diyenlerden olacaktık. Başkaları hakkında, görüştüğü kişiler üzerinden, sahte gerekçelerle mahkemeden dinleme ve izleme kararları alınırken normal karşılayıp, aynısı kendine yapılınca feryat edenlerden olacaktık.
Varsın bugün çırılçıplak ve güçsüz görünelim; şu Süleymaniyeli şoför Ahmet’i gibi Nazım’ın. Ama yeterdi yetmezdi deyip, takılmayalım bir gücün peşine. Kıblemiz bizim, aklımız bizim, yolumuz bizim olsun.
Malum; “ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak / ve kırmızı kuşak, / Ahmet’i postallarının üzerinde çırılçıplak / bırakarak / dış lastiğin içine girdiler, / şişirdiler.”
Varsın bu iktidar çatışmasının tozu dumanı içinde şimdi başkalarının sesi çıksın daha çok. Ama aklımız bizim, kıblemiz bizim olsun ve yürüyelim taraflardan birinden yana taraf olmadan. Böyle olursa ancak, bugün “üç numrolu kamyonet” gibi de olsak; “sol arka makası yerine … budaklı bir gürgen kütüğü sarmış” ve de “vantilatöründe dört kanattan ikisi noksan”, yarın mutlaka varılır menzile!
|