Türkiye’de hangi konuda tartışma çıkarsa çıksın, bir “cemaat” lafıdır dönüyor. Siyasi krizlerin bir numaralı aktörlerinden biri, illa ki cemaat...
İş dünyasında cemaatçi-cemaatçi olmayan ayrımı...
Eğitimde, yargıda, emniyette, medyada da öyle... Her yerde cemaatin varlığından, hatta iktidarından söz ediliyor.
Kaç kişiler? Kimler? Ne yaparlar? Nasıl yaşarlar?
Cemaat mensubu olmakla yaptıkları iş, bulundukları konum, ne kadar bağlantılı?
Bu sorulara dair teoriler, bilgi parçacıkları, iddialar mevcut. Ancak çoğu, varsayımlara dayanıyor.
Varsayımlara dayanmasının sebebi, cemaat mensuplarının kimliğini, duruşunu açıkça ilan etmemesi.
Sahi, neden? Bu kadar gizlenecek, saklanacak ne var?
28 Şubat bitmedi mi? Artık cemaat mensubu olmak, bırakın tehlike arz etmeyi, bu ülkede “ayrıcalıklı” bir durum haline gelmedi mi?
Kapalı kutu
Bu belirsizlik, halkın, en çok da cemaatçi olmayanların kafasını karıştırıyor. Cemaate muhalif, eleştirel yaklaşanların tek tek tasfiye edilmesi... Yargılanmadan hapse atılması... Kitapların “bomba kadar tehlikeli” ilan edilmesi... Cemaati, daha ziyade cemaatçi olmayanların tartışıp yorumlaması... MİT krizinde yaşandığı gibi, “cemaat” kelimesinin telaffuz dahi edilememesi...
İster istemez “her taşın altında cemaat var!” paranoyasını tetikliyor.
Belirsizlik ve saydam olmayan yapı, özellikle cemaatten olmayan çoğunluk için şüphe kaynağı.
Emniyet operasyon mu yaptı? E, cemaattir...
MİT’te kriz mi yaşandı? Cemaat- hükümet çatışmasıdır...
Üniversitede, yargıda yeni atama mı yapıldı? Mutlaka cemaatçiler kendi adamını getirdi!
İhale mi açıldı? Oooo, kesin cemaatçiler alır...
Liste böyle uzayıp gidiyor!
Paranoya ortamı
Cemaat mensupları ve sempatizanlarıysa bu genellemelerden rahatsız. Her fırsatta, her olayda okların cemaate çevrilmesine karşılık onlar da “bunlar Ergenekoncu, Türkiye’nin değişmesini istemiyorlar” yaftasını yapıştırıyor.
Oysa gördüğüm, bildiğim kadarıyla her cemaat sempatizanı canavar değil. Aralarında gayet temiz, güzel insanların olduğuna eminim.
Ancak cemaat mensupları, açıkça “Kardeşim ben cemaattenim, ne istersen sor, cevabını vereyim” demediği sürece...
Birkaç sözcüsü, bilirkişisi hariç, sis perdesinin ardında gizlendiği sürece...
Kamplaşma iyice belirginleşir, huzursuzluk artar. Cemaatin vaaz ettiği güzelliklere, inandığı değerlere, savunduğu “demokratik ülke”ye tezat, korku ve paranoya dolu bir ortam oluşur.
Ki bugün yaşadığımız tam da budur.
TÜM GURMELERİ ZAN ALTINDA BIRAKMAYALIM
- Dün Milliyet Cadde’de yayımlanan yazımda, bazı TV kanallarına gezi-gurme programı hazırlayanların, mekânlardan program karşılığı haraç istediğini yazdım.
- İsim vermediğim için, hiç istemeden Mehmet Yaşin gibi, Kanal 24’e gezi programını hazırlayanlar gibi, bazı meslektaşlarımı töhmet altında bırakmışım. Kendilerinden özür dilerim.
- Gelen maillerin çoğunda, sadece gezi-gurme programlarında değil, bazı sağlık, iş dünyası içerikli TV programları için de benzer “sistemin” çok yaygın olduğu iddialarını, şaşırarak okudum. Ama şaşırmam hataymış, öyle diyorlar!
- Eğer bu konuda şikâyeti veya deneyimini açıkça paylaşmak isteyenler varsa, lütfen mail atsın. Ancak o zaman, isim verebilirim.
- Gerek sektörün içinden, gerek bu olaylara tanıklık edenlerden gelen maillerin bazılarına, önümüzdeki günlerde yer vereceğim.
MEN DAKKA DUKKA-2
- “Men Dakka Dukka”nın “eden bulur” değil de “seni döveni sen de döv” anlamına geldiğini ve kadına yönelik söylendiğini yazdım. Bu bilgiyi, Arapça bilen üç ayrı kişi doğruladı.
- Ancak Arapça, farklı yazılım veya telaffuzla farklı yorumlanan bir dil. Mesela yine Arapça bilen bir okurum şöyle demiş: “Eşim Ürdünlü ve Başbakan’ın kullandığı şeklin doğru olduğunu söylüyor. Ama gramer yapısı olarak günlük konuşmada kullanılan bir yapı değildir. O yüzden kitabi Arapça bilmeyen bunu bilmez.”
- Hataylı okurum Mehmet Bey, “fasih (edebiyat Arapçası) Arapçada men (kim ki) dakka (vurur), dukka (vurulur), demektir. Yani, eden bulur” demiş.
- Mehmet Bey’e teşekkürler. İster edebi, ister sokak diliyle olsun, “vurmalı-dövmeli-etmeli-bulmalı” farklı anlamlar içeren sözü kullanmasak belki daha iyi olur.
|