İktidarla muhalefet hiç bu kadar kavgalı olmamıştı. Yine hiçbir iktidar kendisine oy vermeyenleri bu denli yıldırmamıştı. İş çevreleri, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, yazılı sözlü medya, bilim ve düşünce kurumları, özetle iktidara karşı söz eden, eylem ve tavır koyan kişi kurum ve örgütler, geçmişte benzeri görülmemiş bir baskı altındadır. Üstelik iktidar bu tutumunu, ileri demokrasi adına yapmaktadır. Muhafazakâr demokratım diyerek, şimdiye dek hiçbir parti lideri, “değişim ve demokrasiyi” bu denli istismar etmemiştir. AKP yanlısı liberaller bile, “askeri vesayetin yerini şimdi de siyasal vesayet aldı” der duruma geldiler.
Sokrates demiş ki, \'bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, önce kendinden başlamalı.\' Bilgin, bu sözü devrimci önderlerin, Marx'ın, Lenin'in, Mao'nun, Einstein'ın, Che Guevara'nın ve Mandela'ların henüz genleri bile yokken söylemiş. Toplumların ilerlemesi ve yenileşmesi \'değişimin gücünün\' kimde olduğuna bağlıdır. İnsanlık bugünkü bilgi çağına bu söze inanan önderlerin kendilerinden başlayarak ilkel ve geri bırakılmış düzeni değiştirmek için verdikleri savaşım sayesinde ulaşmıştır.
Toplumun değişiminde en çok, ekonomik gelişme etkin oldu. Sanayileşme sürecini elinde tutan sermaye kesimi, var olan iş bölümünün ve adaletsiz gelir dağılımının değişmemesi için her yola başvurdu. Politika sahnesine ilk bunlar çıktı. Halkların dinsel değerlerini kullanmak hesabıyla partilerinin adını “Hıristiyan demokrat\' ya da \'muhafazakâr demokrat” koydular. Bu sürece karşı ilk \'değişim istemleri\' önce sanayileşmenin beşiği olan İngiltere'de görüldü. Farklı tezlere dayansa da, temelde değişim amaçlı bu partiler de \'sol” yaftasını aldılar. Bunların siyasal örgütlenmeleri de, sosyal demokrat, sosyalist, komünist ve işçi partileri olarak günümüze kadar geldi.
Sanayileşme evresinde geri kalan, gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ise değişimin amacı önce ulusal egemenlik ve çağdaş uygarlık olmuştur. Avrupa'daki değişimin etkisi altında kalarak bu devrimci atılımı başarabilen ilk Müslüman ülke Türkiye Cumhuriyeti'dir. 12 Eylül 1980 darbesine kadar Türkiye’de, merkez sağdaki muhafazakâr partilerin karşısında CHP, \'değişimin gücü\' bir partiydi. Darbe generallerinin partileri kapatması, sağdan daha çok solda parçalanmaya neden oldu. 1992’de açıldığında partinin genç önderlerince öne çıkarılan sloganı da, “CHP Değişimin Gücü” olmuştu. Ancak, artık o CHP ile birlikte solda iki diğer parti daha vardı. 1994 yerel seçiminde, Deniz Baykal’lı CHP ile Erdal İnönü’nün başında olduğu SHP ve Bülent Ecevit’in DSP’si ayrı ayrı adaylarla oyu böldüler ve yüzde 23 oyla R. T. Erdoğan İstanbul Belediye Başkan oldu.
2000’de ekonomik çöküntünün altında kalan halk, doğal olarak faturayı ülkeyi yöneten partilere kesti. 2002 erken seçiminde halk sandığa giderken, kaderini değiştireceğini sandığı tek politikacı R. T. Erdoğan’dı. Son 10 yıldır yaşananlar da, Necmettin Erbakan’ın milli görüş kadrolarının akıncı talebesi, milli-mukaddesatçı, kendi deyişiyle muhafazakâr demokrat R. T. Erdoğan, eline geçirdiği “değişimin güçlüsü” rolünü iyi oynadığını gösteriyor.
12 Eylül darbesine dek değişimin asıl gücü olan CHP ise yıllarını, içe dönük delege seçimleri, kongreler ve kurultay tartışmalarıyla geçirdi ve bu yolda tüketmeyi sürdürüyor. Şimdi de “bir haftada iki kurultay yapacağım” derken eski ve yeni genel başkanlar, kendilerini ve ülkeyi ileriye doğru değiştirmekten önce, birbirlerini değiştirmenin peşindeler. Sanki dünya, ülke ve CHP umurlarında değil. Yazıklar olsun!
|