Şırnak’ın Uludere ilçesinde, Türkiye-Irak sınırında, çoğu 15-20 yaşlarında 50 kadar köylü, sırtlarında bidonlarıyla mazot kaçakçılığı yapıyorlar.
Anlatılanlara göre; gece yarısına doğru, “insansız hava araçları” köylüleri belirliyor. Sınır karakolundaki askerler müdahale ediyor; köylüler Irak’a doğru kaçıyor. Ama bu sefer de devreye Diyarbakır’dan kalkan F-16 savaş uçakları giriyor. Uçaklar köylüleri bombalıyor ilk belirlemelere göre 36 kişi hayatını yitiriyor. Geri kalan 15-20 kişinin ise bu yazı yazıldığında ne olduğu, henüz bilinmiyordu.
Olayın ayrıntıları gazetemizin haber sayfalarında var.
Eğer bu olay durup dururken, bir kaza sonucu bile olsaydı, yine de büyük bir katliam sayılırdı. Ve böyle durumlarda ülkeyi yönetenlerin açıklama kuyruğuna girmesi, hiçbir şey yapmasalar da “üzüntülerini” bildirmesi, “Bu olayda sorumluluğu olanların cezalandırılacağı”nı vb. söylemeleri beklenirdi. Hatta İçişleri Bakanı, gibi şahsiyetlerin bölgeye gitmesi beklenirdi. Ancak şu saatlere kadar yapılan tek açıklama, Genelkurmayın olanı anlatmasından ibarettir. Ve Genelkurmay, köylülerin “Silah cephane taşıyor olma ihtimali” sonucu öldürüldüğünü ima etmektedir. Genelkurmayın açıklaması onca köylünün öldürülmesini haklı çıkarmaya çalışan bir üslupla kaleme alınmıştır.
Ülkeyi yöneten AKP önde gelenlerinin, Başbakanın, İçişleri Bakanının olayın üstünden 12 saat geçtikten (bu yazının yazıldığı saatlerde) sonra bile bir açıklaması yoktur.
Görünen odur ki, ya AKP Hükümeti Kürtleri gözen çıkarmıştır ya da silah kullananların şevkini kırmak istemediği için olayı önemsemez bir tutum takınmaktadır.
Yaşadığımız günler dikkate alındığında; 37 kişinin Hava Kuvvetlerine bağlı savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmesinden fazla boyutlarının olduğu da apaçıktır.
Bu olay en başta hükümetin Kürt sorununu çözmek için giriştiği; BDP ve PKK’yi yok ederek Kürt sorununu çözme stratejisiyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü bu yönelişle birlikte; PKK’ye karşı yürütülen özel savaşta her yol mübah görülmekte, toplu biçimde öldürmeler, “misliyle intikam alma” çizgisi yürürlüğe sokulmuştur. Bu hava basında, siyaset dünyasında, öldürülen PKK’lilerin haberleri “düğün bayram havasında”, “24’e karşı 24” gibi intikam sembolleriyle, öldürenler “kahramanlar” diye daha da kışkırtılarak verilmiştir, verilmektedir.
Hükümet ve basının desteği ile yaratılan şovenist dalga; “Öldürmek, daha çok öldürmek ve böylece yok etmek” amacına dönüşmüş bulunmaktadır. Bu yöneliş İçişleri Bakanının ağzından herkesi ölçüsüz biçimde suçlama, BDP’yi merkeze koyarak Kürtleri, onların haklarını, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü savunanları suçlama, kampanyasına dönüşmüş bulunmaktadır. Ve aynı anlayış; içerdeki ve dışarıdaki operasyonları yüceltip kutsayarak, pervasızlığı, yasa, hak, hukuk, gelenek düşünmeden davranmayı teşvik etmektedir.
Kürt sorununun çözümünde hükümetin yeni yönelişinin geldiği çizgi; “Kımıldayanı vur; sonra kim, ne olduğunu sorgularız!”a gelmiştir.
Ahmet Arif’in “33 Kurşun” diye destanlaştırdığı 32 köylünün, 1943’te General Mustafa Muğlalı tarafından kurşuna dizilmesinin pervasızlığını taşımaktadır olanlar.
Bunun içindir ki, bir kaçakçılık bölgesi olan Şırnak-Uludere ile Irak Kürdistan bölgesi sınırında kim olduğunu araştırmadan; bir yandan askerin öte yandan hava kuvvetlerinin bomba yağdırarak köylüleri katletmesi, bir kaza, bir kötü rastlantı değildir. Tersine bu durum, bu zihniyetin, Kürt sorununun çözümünde gelinen yerin bir göstergesi olmuştur.
Bugüne kadar bu anlayışla çoban, köyden köye giden insanlar, tarlasına giden köylüler, dağda ot toplayan insanlar, elinde boru taşıyan işçi (elinde tüfek taşıdığı sanılarak!) öldürüldü. Bugün ise 30’u aşkın köylü bir bombardımanda katledildi. Bu rastlantı değildir. Ve bu çizgide devam edilirse, benzer olayların daha da vahimlerinin yaşanması da kaçınılmaz olacaktır.
Peki bu pervasızlık, bu yasa hak-hukuk tanımazlık böyle gidebilir mi?
Herhalde gidemez, gitmemesi gerekir!
|